SEVGİ DOLU BİR YÜREK: Elif YAVAŞ ... VE 14 ŞUBAT AKŞAMI GELEN BİR MEKTUP!.. (3)
SEVGİ DOLU BİR YÜREK: Elif YAVAŞ
... VE 14 ŞUBAT AKŞAMI GELEN BİR MEKTUP!.. (3)
Vahşi sömürü düzeninin tarumar ettiği ülkemizde halkımızın kalbinden söküp aldığı sadakati, vicdanı ve sevgiyi yüreklere yeniden nasıl kazandırılır diye düşlüyordum günün yorgunluğunu dinlendirirken misafirhanedeki odamın koltuğunda. ’’İşte!’’ dedim, Elif öğretmen kızımız gibi iradesi güçlü, idealist, ülkü yürekli öğretmenler yetiştirilmesi için kaybedilmiş zamanları telafi etmek, derin yaralarımızı sarmanın yolu çok çalışmaktan geçtiğini zihnime not ederek kalkıp yatağıma uzandım. Yarınki etkinliğin en çok manevî özelliğini taşıyan ve her Türk’ün görmesi gereken, gurur kaynağımız Çanakkale şehitliğini gezeceğimizin heyecanı ile ’’Haydi bismillah’’ diyerek uykuya dalıp gittim kurtuluş savaşımızın rüyalarıma girmesi dileği ile...
Güne, güneş ışınlarının odama düşen huzmeleri ve içime huzur veren sıcaklığı ile uyandım. Bu günün de güzel geçeceğinin müjdesini verir gibiydi. Masmavi gökyüzü Çan’ın üzerine güneşiyle serilirken mis kokan havasını penceremi açarak içime çektim doya doya. Kuş cıvıltıları gönlümün yamaçlarında yankılanıyor, bahçedeki güllerin kokusu mest ediyordu beni. Uyku mahmurluğunu üzerimden atarak toparlanıp misafirhanenin lokantasına gittim kahvaltıya.
Arkadaşlarımızla selâmlaşarak, güzel gün dileklerimizle kahvaltımıza başladık. Elif öğretmenimi aradı gözlerim. Onu görememenin üzüntüsü ile yönümü giriş kapısına gelecek vaziyette masaya oturmuştum. ’’Bu gün bizimle olmayacak mı? Görev yaptığı şehre mi gitti?’’ kendime endişe verici sorularla kahvaltımı yapıyordum. Dalgın dalgın çayımı dudaklarıma götürürken bahar havası veren giysileri ve başındaki o hoş fötr şapkası, omuzlarından aşağıya yediveren sarmaşıklar gibi sarkan sarı saçlarının dalga dalga yaydığı sevginin sıcaklığı ile gülümseyerek girdi içeri. Yüzüm gülüyordu göz göze geldiğimde. İçimdeki burukluğun yerini bambaşka bir sevinç kaplamıştı onu gördüğümde. El işareti yaparak masama buyur ettim. Gelip karşıma oturdu. Selâmlaştık, günaydınlaştık ve Cumartesi akşamının tatlı yorgunluğunu üzerinden atıp atmadığını, rahat uyku çekip çekmediğini sordum ardı ardına. Her şey yerinde dercesine başını salladı tebessüm etti. Sevindim rahat etmesine.
Herkes kahvaltısını açık büfeden alıyordu. Bende hemen kalkarak Elif öğretmenime isteklerini sordum. İstekleri doğrultusunda açık büfeden kahvatılıkları ve çayını getirdim. Birbirimize afiyet dileyerek ara ara kısa konuşmalarımızla kahvaltı faslını noktaladık.
Arkadaşlarımız ve biz ikimiz sabah kahvemizi alarak avluya (bahçeye) çıktık. Kümeler halinde mahkumlar gibi bir ileri, bir geri adımlarımızla olta atarak kahvemizi yudumluyor, sözler hep şiirden yana oluyordu. Elif öğretmen okuldaki faaliyetleri, yetişkinler için düzenlenen kurslara gönüllü olarak gittiği çalışmalarını anlatıyordu. Ben de ona Hollanda’daki edebiyat ve kültürel etkinliklerimi, şiir, hikaye, roman tutkunluğumu anlatıyordum. Amatör bir ruhla bunları yazdığımı anlattığımda çok mutlu görünüyordu. Hollanda’nın Lahey kentinde iki öğretmen arkadaşım Murat Özyiğit ve Ali Özdemir’le birlikte edebiyat ağırlıklı ’’Birliğe Vuslat’’ adı yayınladığımız dergiden bahsettim. Diyar-ı gurbette edebiyatımıza can olmamızı tebrik etti.
Arkadaşlarımız çıkış kapısına doğru ilerlerken kan-ter içinde Orhan Oyanık yanımıza yaklaşarak telaşlı telaşlı ’’ Otobüsler geldi Zafer hocam, Elif öğretmenim. Acele edelim!’’ dedikten sonra lokantada arkadaşlarımızın olup olmadığını kolaşan etmek için daldı içeri. Bizde çıkış kapısına kıvrak adımlarla gidiyorduk. Bizi Çanakkale şehitliğine götürmeye iki otobüsü görevlendirmişti belediye başkanı. Çanakkale şehitliğini bizlere anlatacak hocamız Zafer BOZOĞLAN bize eşlik edecekti. Seçkin mihmandarlarımızdandı Zafer hocamız. Çok derin bilgisi olduğunu söylemişti onu tanıyan arkadaşlar.
Otobüsler hareket ettiğinde cepheye giden on beşlik askerlerimiz gibiydik. İngiliz yamyamlarına karşı öz topraklarını vatanları uğruna şehadete koşarcasına giden dedelerimizin o ruh halinde cephede ilerliyor havasındaydık. Limana yanaşarak gemiye girdi otobüslerimiz. Geminin parkına çekilen otobüslerden inerek güverteye çıktık. Masmavi deniz, tepemizde arsız arsız uçuşan martılar, hafiften esen rüzgâr, dağların manevi atmosferi bizleri büyülüyordu. Elif öğretmenim yanımda bana oranın bilgilerini aktarıyor, onu can kulağı ile dinliyordum huşu içinde Geminin kafesinden kahve ve çay alarak karşıya varıncaya kadar sohbetimiz aralıksız devam etti Elif öğretmenimle.
Karşıya yaklaşmamıza az mesafe kalmıştı. Otobüslere binildi. Geminin rıhtıma yanaşmasının ardından şehitliğe hareket ettik. Yol boyunca Zafer hocamız çarpışmaların başladığı noktaları anlatırken o günleri yaşar gibiydik. Tepemizden vınlayıp giden mermiler, şehadet sesleri, çığlıklar kulaklarımızın zarını patlatırcasına sert vuruyordu. Top sesleri, makinalı tüfeklerin cayırtıları ana kuzularımızın ne zor şartlarda kefereye karşı amansız savaş verdiklerini, vatanın hangi şartlarda kurtarıldığını görür gibiydik. Kıymet bilmez nankörler bu çığlıkları duysalardı ihanete çanak tutarlar mıydı?
Mehmet’lerimizin savaştıkları yerlerin her karışını gözyaşlarımız ve onlara yolladığımız Fatiha’larla geçtik. Dualar yolladık, haklarını bize helâl etmelerini istedik! Binlerce kefensiz yatan şehitlerimizin karşısında o kadar çok mahcuptuk ki; boğazımızda düğümlenen cümleleri söyleyemiyorduk. Hele Zafer hocamızın eksiksiz anlatımı bizlere daha çok etkiliyordu. Elif öğretmenimin ’’Allah bu günleri bize bir daha yaşatmasın!’’ derken gözlerinin buğulandığını, dudaklarının titrediğini gördüm. Conk bayırını, siperleri, iki yüzeli kilo ağırlığındaki top mermisini sırtlayarak topun ağzına vermesiyle İngiliz gevurunun gemisini paramparça ettiği noktadaki Seyit onbaşımız gözlerimizde canlandı denize bakarken. Onun anısına dikilen heykelinin yanında dualar ettik. Mustafa Kemal’in vurulduğu ve kurşunun saatine isabet ederek ölümden döndüğü tepeye çıktık. Muhteşem bir heykeli dikilmişti o tepeye. İçimiz kan ağlaya ağlaya dolaştık her yeri. Anzak’ların anısına yapılan mezarlarının yanından geçerken; ’’sizin ne işiniz vardı buralarda lanet adamlar?’’ diyerek lanetler yağdırdım onlara. Kim bilir kaç Mehmet’imizi şehit etmişlerdi? Gerçi onlara kızmakla belki haksızlık ediyordum. Çünkü onları da buralara sürükleyip getiren iblis İngilizlerdi. Zavallılar belki de nereye gittiklerini bilmeden gelmişlerdi bu topraklara!.. Elif öğretmenime buraların anısına bir roman yazabilirsin!’’ dedim. ’’Fısıltı halinde; ’’İnşallah’’ diyebildi. Çanakkale şehitlerimiz için yazılan ne kadar yazı, hikaye, roman ve şiirler varsa mutlaka okunmalı ve yenileri yazılmalı bu destanın...
Ben dersimi iyi almıştım bu gezimizle. Mehmet’lerimizin açlık ve susuzluk, olanaksızlıklar içinde olmalarına rağmen, manâviyatlarının tokluğu ile kazanılan bu savaş ancak bizim askerlerimize, vatan evlatlarına nasip olurdu ancak! Allah necip milleti, bu savaşta da onu yalnız bırakmadı. Peygamber efendimizin çok sevdiği ve işaret ettiği Allah’ın kutlu kılıcı Türkler can verirler ama vatanlarını asla vermezler. Bunu bir kez daha dünyaya gösterdiler Mustafa Kemal başbuğun önderliğinde.
O kadar çok yoğun duygularla geri dönerken hissiyatımız bambaşkaydı. Savaştan zaferle dönen askerlerdik sanki! Çanakkale’ye vardığımızda eşyaları yanında olan arkadaşlarımız bazı noktalarda otobüs şirketlerinin yazıhanelerine yakın duraklarda inerek vedalaştılar. Onları uğurlarken bir kez daha dolup dolup taştık. Kısacık bir kaç gün içinde öyle kaynaşmıştık ki birbirimize, sanki yılların dostluğu, arkadaşlığı vardı aramızda. Gözyaşlarımız bu sefer ayrılığa aktı.
O gece bende kalmadım Çan’da. Eşyalarımı yanıma almıştım Çan’a dönüş olmayacağını söylediklerinde. Konya üzeri giden otobüs şirketlerinin olduğu durağa giderken Elif öğretmenimle başbaşa konuştuk. Onu tanıdığım memnuniyetimi söylerken, internet üzerinden daha çok konularda konuşmalar yapacağımızın sözünü birbirimize verdik. On parmağında ondan fazla marifeti olan öğretmenimiz gerçekten tanınmaya en değer bulduğum öğretmenlerimdendi. Bana hatıra olsun diye etkinlikte okuduğu şiirini armağan etti. Final yazımda o şiirini yazacağım. Şiirini ömrümün sonuna kadar saklayacağımı söyledim. Göz bebeklerime derinden dikkatlice baktı baktı: ’’ İyi ki sizi tanıdım ağabey. Ben de o kadar çok mutlu oldum ki; anlatılmaz! Bana sevgiyi, saygıyı, vefa duygusunu yeniden yaşattın şu kısacık etkinlikte.’’ Bir şey diyemedim sözlerine karşılık. Sadece baktım kendimi zor tutarak. Otobüs durağa beni bıraktığında camdan el salladı buruk yüz ifadesiyle. Belki de gözyaşlarını yüreğine gömmüştü Boynumu büktüm, başım önümde otobüs şirketi yazıhanesine yöneldim. Onu kızım kadar çok sevmiş, birlikte gezdiğim süresince ona ’’prenses’’ diye hitap etmiştim. Küçük kızıma da prenses derdim hep. Onda kızımı görmüştüm. Kızım kadar sevmiş ve değer vermiştim. Artık o benim manevi kızımdı...
Devamı Gelecek...
Zafer Direniş
...
Karabulut.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.