- 699 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
758 – TEKEBBÜR
Onur BİLGE
“Doğru diyorsun. Biraz önce Hazreti Musa’nın hayatını okudum. Hâlâ etkisindeyim. Çok ortak noktamız var galiba. Çocukluğumdan beri Mısır beni kendine çeker. Bir gün İnşallah gitmek istiyorum. Diğer konuya gelince İsrailoğularının yaptıkları da çok üzüyor beni. “Onlar da insan...” diyorum. Bazen çok fazla üzüldüğümün farkına varıyorum. Sanki ailem oradaymış gibi...”
“Musa, vasiyet edilmiş, vasiyeti yerine getirmekle görevlendirilmiş demek. Sudan gelen demektir. Musa sudan gelmiştir, suları yarmıştır. Tasavvufta su dersidir onun dersi. Mucizeler göstermiştir. Olmayacak şeyleri oldurmuştur. Keramet dersidir onun dersi. Sihirbazlar göz boyamacılardır ancak o, gerçekten olağanüstü şeyler yapmış, kitleleri, hatta başta sihirbazları dize getirmiştir. Ancak inanmayan inanmaz!
Kalp, bir et parçasıdır ama bazılarında mum gibi yumuşatılıp kolayca şekil verilebilecek haldedir, bazılarında taş gibidir, demir gibidir, çelik gibidir! İman edenler, canları pahasına yollarından vazgeçmediler, Firavun ise mucizeyi görünceye kadar o dik kafasını secdeye koymadı kibrinden!
Köşeye kısıldıktan sonra neye yarar secde! Onun için “Namaz da namaz!” diyorum Işıl! O sana huzur verecek. Ruhun onunla sükûnete erecek. En iyi teskin edici ilaç odur.”
“Ben hep yanlış yaptım, isteyerek ya da istemeden. Allah affetsin beni! Bak dede, ne anlatacağım sana! Bak yine ne yaptım ben!
Dün gece saat dört gibi yatağa girdim, uyumaya çalışırken bir kadın sesi duydum. Öylesine netti ki! Bir an için ölen annem yanıma gelmiş gibi hissettim. Başka bir boyuttaydım sanki. Sanki o kadının nefesini bile duyuyordum. Canlı gibiydi. Bana bir söz etti. Gerisi gelmeden ben hemen “Ne oluyor ya?” diye korkunca gitti. Ne mi dedi? “Git!” dedi. “Nereye?” diye düşündüm. Cevabını verecek gibi oldu. Dedim ki: “Sus!”
Sonra düşündüm. Acaba dedim, o saate kadar tiyatroyla ilgili araştırma yapmıştım. Elime o konuda bir kitap geçmişti. Onu anlayarak okuyup, özet çıkarıyordum. Sonra: “Allah’ım ben bu işi yapacağım. Yalnız sonuna kadar gitmeli miyim bilmiyorum. Benim yapmam gereken iş bu mu? Beni yönlendir!” diye dua etmiştim. Acaba bu duaya cevap mıydı? Bilmiyorum ama dün yaşadığım rüya değildi. Gözlerim açıktı. Henüz uyumamıştım. Bir de ezanı dinlemek istediğim için beklemekteydim. Ezanı dinledikten sonra uyudum.”
“Ezan dinlenip uyunmaz Işıl! Hatanı biliyorsun, bir de iyi bir şey yapmış gibi bana anlatıyorsun! Ezan duyulur ve kalkılıp abdest alınır, namaz kılınır, dua edilir ve uyunur. Bu da üç dakikanı alır. Haydi beş olsun! Çok mu! Yirmi dört saatin üç beş dakikasını teşekkür için ayırmak çok mu!”
“Haklısın dede ama insan üşeniyor. Ben yatağa zor attım kendimi, biliyor musun? Ezanı dinlemeyi sevdiğimden hemen sızıp kalmamak için direndim! Çünkü ezan dinlemeyi çocukluğumdan beri çok severim.
Babaannemle birlikte pencerede oturup ezanın okunmasını beklerdik. O zaman okundu okunacak diye bir heyecan sarardı beni. Okunmaya başlandığında tüylerim diken diken olurdu. Huşu içinde o mübarek sedayı dinlerdik. Sonra babaanne dediğim insan kalkar, namaza dururdu. Ben de onu seyrederdim.
Ezan dinlemek bana huzur verir. Belki de bilinç altım eskileri anmamı sağlıyordur. Ezan bir köprü oluyordur. Kim bilir. O okunmaya başlandığı anda çocukluğuma giderim. Ne kadar acı tatlı anım varsa toplanır gelir. Her defasında farklı bir hatırama yolculuk ettirir beni. Gülümsetir, garipsetir, acı çektirir. Ne olursa olsun, onu dinlemekten büyük bir haz alırım.”
“İnşallah, namazdan da aynı hazzı almaya başlarsın! Ruhun: “Bırak beni! Ben Rabbime koşacağım!” diyor, sen bırakmıyorsun! Bedenin: “Aman, şimdi işim mi yok! Sonra kılarım. Daha gencim nasıl olsa!” diyor. Tembellik ediyor. Ruh itaat ediyor, beden isyan ediyor. Ruhunla bedeninin savaşında sen yaralanıyorsun! Farkında mısın bilmiyorum.”
“Bir ara da senin sesini duyar gibi oldum. Bize geldin zannettim bir anda. Biliyor musun? O ses, aynı senin sesin gibiydi. Öylesine canlı bir sesti ki sesin sahibi inan hemen burnumun dibinde soluk alıyordu sanki! Düpedüz bir insan vardı o anda yanımda. Yüzünü görmedim, başımı kaldırmadım ama hissettim. Sıcaklığı da vardı. İnsan sıcaklığı yani... Bir cevap bulmadın değil mi? Bir şeyler oldu yine dün ama ne olduğunun farkına varamadım. Gelen kadın kimdi bilmiyorum ama erkek galiba sendin dede.”
“Neden ben gelmiş olayım? Nerden çıkarıyorsun bunu? Son zamanlarda çok konuştuk seninle. Sesim beyninde yer etmiş olabilir. Onun için sesimi duymuş gibi olabilirsin ama ben eren evliya gibi gezecek biri değilim. Cin de değilim, çat burada, çat orada olayım! Nerden çıkardın ben olduğumu?”
“Yani dede... Senin bir zamanlar tiyatroculuğun da olmuş ya... Ben de tiyatro konusunda bir kitap okumaktaydım ve tiyatrocu olmaya özenmiştim, hayırlı olacaksa, sonuna kadar gidebileceksem o konuda bana yol göstermesini dilemiştim ya Allah’tan... Hani sen de bir zamanlar Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda bile oynamıştın ya... İşte oradan bağlantı kurdum ama ses sanki senin sesindi! Ben senin sesini bilmez miyim!”
“Bilirsin de kulaklarında kalmıştır. Bu kadar konuştuk. Şuuraltı diye bir şey var. Oraya göndermişsindir, tam uyku haline geçeceğinde çıkagelmiştir ama ben öyle evlere mevlere izinsiz girecek adam değilim!”
“Gülme dede! Beni anlamaya çalış lütfen! Ben ne iş yapacağıma karar veremedim. Araştırıyorum. Hem başarılı olmak istiyorum, hem de ünlü... Onun için tiyatro ilgimi çekti ama tam karar veremedim. Zaten kararsız bir yaratılışım var. Bir de maymun iştahlıyım. Onun için hiçbir yerde dikiş tutturamadım. Artık karar vermem ve o konuda çalışmaya başlamam lazım. Tiyatro da bir seçenekti. Hayırlı ve kalıcı olacaksa yönlendirilmek istedim, o kadın, arkasından da sen... Nasıl düşünseydim ya?”
“Yönlendiriliyorsun. Ben başından beri farkındayım da sen farkında değilsin. Benim Kaptan’a yönlendirildiğim gibi sen de bana yönlendiriliyorsun. Bildiklerimi anlatıyorum. Sorduklarını açıklıyorum. Yapman gerekenleri söylüyorum. İşine gelmediğinden anlamıyorsun. Halbuki ne yapman gerektiğini gayet iyi biliyorsun.
Günü güne satıyorsun! Erteledikçe hayatında her şey ertelenecek. Ne zaman teslim oldun, o zaman her şey tıkır tıkır işlemeye başlayacak. Hem de çok gayret sarf etmene gerek kalmadan. Beş dakikalık namaza gayret sarf etmezsen, elini attığın her şey kurur. Her iş için boşuna hayal âleminde gezer durursun. Oysa sen namazı kıl, kendini O’na bırak! Sağlıksa sağlık, diplomaysa diploma, işse iş... Bunların talep edileceği başka bir merci bilmiyorum! Allah rızka kefildir! Rızkı verecek olan O’dur.
Hem herkesi, yapacağı işe göre yeteneklerle donatan da O’dur. Herkes kabiliyetine göre yönlendirilir. Ayrıyeten herkese ne yapması gerekiyorsa o konuda istek veren de O’dur. Kabiliyet, irsidir, yaratılıştan gelir. Bazı konulara merak uyandıran, bazı işleri yapmaya istek duyuran, onları yapmaya imkân sağlayan, başlayınca ve azmedince beceri veren, ustalaştıran, neticede başarıya ulaştıran da O’ndan başkası değildir. Görünüşte bütün bunları biz yaptık zannederiz ama bizde başka bir biz vardır. Gözümüze gösteren, içimize isteten, elimize tutturan, dilimize söyleten, aklımızı işleten, bizim göremediğimiz, bize bizden yakın olan Allah’tır.
Yaratılanlar, yaratılışlarında yüklenenlere göre hareket ederler. Arı bal yapmaya, örümcek ağ örmeye, kuş yuva yapmaya programlanmıştır. Herkes kabiliyetine göre işler yapar. Karıncanın yer altında inşa ettiği sarayları, şehirleri değme mimarlar yapamaz! Örümceğin kullandığı malzemeyle hiçbir dokumacı o şekilde ağ öremez! Hiçbir fabrika, ipekböceğinin imal ettiği ipeği imal ederek o şekilde saramaz. Bal peteği, kuş yuvası... Anlat anlat bitmez! Benim bilgim tamamına asla yetmez!
Seni de Yaratan, bazı kabiliyetlerle yaratmıştır. O, hiçbir şeyi boşa yaratmamıştır. Nasibinse sana yol açacak, kabiliyetin doğrultusunda ilerlemeni sağlayacaktır. Bekleyeceksin, göreceksin. Acele etmen ya da çırpınman o vadeyi azaltmaz. Her olacak olan, zamanını bekler.
Tekrar ediyorum: İslamiyet, teslimiyettir! Teslim olan selamete erer! Sen, sana düşeni yaparsan, O, O’na düşeni yapar!
Yasaklar bellidir, emirler bellidir. Boyun eğmeyen, isyan ediyor demektir.”
“Asi oluyor yani. Benim bir çocukluk arkadaşım var dede. Onun adı Asiye ama biz ona Asi diyoruz.”
“Asiye, sütun, direk, kolon anlamındadır. Mersin türünden bir ağaçtır. Asiye, Firavun’un hanımının adıdır. İsyan eden, baş kaldıran, itaatsiz, asi anlamı da vardır ama onun isyanı Allah’a değil, asi olan kocasınaydı. Asiye, çok muhterem bir hanımefendi, örnek bir şahsiyettir.”
“Kur’an’da adı geçiyor mu dede?”
“Hayır! Firavun’un karısı olarak geçiyor. O, yapılan onca işkenceye rağmen imanını canı pahasına koruduğu için kendisinden övgüyle bahsedilen çok değerli bir hanımdır.”
“Firavunu isyan ettiren neydi?”
“Kibir! Şeytan gibi tekebbür etti. Büyüklendi. Kurumlandı. Çalım sattı. Kibir, mikrop gibi, virüs gibidir. Vücuda girdi mi hasta eder insanı. Necis şeyler gibidir. İçine damlası girdi mi yenmez içilmez eder yiyecekleri içecekleri. Kibir, bütün amelleri geçersiz, insanı helak eder!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 758
YORUMLAR
Tekebbürden uzaklaşıp taabbüd etmeyi düşünün çünkü mahlukat mabudiyetten uzaklık noktasından müsavi olduğu gibi mahlukiyet nisbetinde de aynıdırlar...Siz kendinizi gençliğinizi de varsayarak her şeyden tekebbür edecek derecede büyük görürseniz eyvah eyvah! Hayırla kalın.... İnsana hakiki ma'bud olacak Yalnızca Allah'tır.
insan acizdir, faydasına olan şeyden bazen yüz çevirir peygamberlere uyanlar kazandı her zaman da kazanacak, Asiye yi cennet hatunu eden husus neydi, hz. nuh ve hz. lut un karılarını saptıran husus neydi? düşünüp anlamak lazım. yazan elleriniz dert görmesin, beğeniyle okudum.
Onur BİLGE
Asiye ismiyle ilgili bir hadis duymuştum. "Kızlarınıza Asiye adı koymayın" gibi bir şeydi. Kelime manasını öğrenmiş olduk sayenizde. Kurandaki hadiseyi bildiğim için böyle bir hadis olabilir mi diye sorguluyordum.
Evet, herkese bir kabiliyet verilmiştir muhakkak. Size de kalem verilmiş ve birlikte bir yük yüklenmiş. Allah utandırmasın.
Sevgilerimle.
Onur BİLGE
Beraber başladık, birlikte devam ediyoruz. İkimize de başarı bahşetsin Rabbim!
Teşekkürler... Sevgiler... :)
Merhaba...
Değerli Kalem Ehline Selam Olsun...
Dünkü "Tevekkül" öykünüzden sonra bu günkü""Tekebbür" öykünüz de bir o kadar etkileyici ve sürükleyici olmuş. Aynı zamanda birbirini devamı, tamamlayıcısı gibi olmuş.
Öykülerinizdeki baş karakterler(Işıl ve dede.) arasında geçen sohbet ve bilgi alışverişi okuru da çok etkiliyor ve meraklandırıyor. Hal böyle olunca da insan okurken hiç sıkılmıyor. Bizler için her şeyin en hayırlısını bilen yüce Allah'tır. Hiç bir şey tesadüf değildir. Sizin de belirttiğiniz gibi her insan mizacına göre donatılmıştır. Bizden öte bir biz daha var ve onu Rabbimiz bilir. Bizleri çeşitli vesilelerle nasiplendirir. Çünkü biz zaman, zaman gaflete düşsek de, nefsimizin tuzaklarına yenilsek de O, kalbimizin içini ve pişman olacağımızı görür, bilir. Öykünüzün hemen başlarında anlattığınız ezanı dinleyip namazı kılmadan uyumanız bana dün sabah yaşadıklarımı hatırlattı ve sanki beni izlemişte yazmışsınız hissine kapıldım. Dün sabah ezan vaktine kadar oturdum tam yattım ezan başladı içimdeki ses hadi kalk uyumadan namazını kıl dedi. sonra nefsim ve şeytan vesvese yaptı beni kandırdı namazı kılmadan uyudum. Normalde sabah namazlarımı hep kılardım son zamanlar boşlamıştım. Ve uyuyunca rüyama 8 yaşlarında yeşil gözlü esmer bir kız çocuğu geldi beni elimden tutup bir ışığa doğru götürdü ve uyandım. Sizin bilge dedeye benim rüyayı da bir soruveriniz:)) Ama bu sabah namazımı kılıp yatacağım. Esselâtü hayrun minennevm...
Nasip ne kadar kolay ve ne kadar da zor! Firavun Allah(c.c)'ın gazabına uğrarken, eşi Asiye övgüsüne mazhar oluyor. Rabbim firavun gibi son anda korkudan değil, Asiye gibi sevgisiyle, hikmetiyle, hörmetiyle, şükrüyle, zikriyle, fikriyle O'naiman edenlerden, tabi olanlardan eylesin cümlemizi...(amin...)
Bu güzel öykünüzü de büyük bir keyifle okudum, nasiplendim haz aldım...Kaleminize, yüreğinize sağlık..kaleminiz daim olsun...selam ve saygılarımla...Ziya VAR