- 749 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
1 NİSAN ŞAKASI
Ben ki son yolculuğunda omuzlarda giden mevtayı sırtlayanlarla birlikte güldürmüş ama gülmeyen sıradan biriyim. Nasıl oldu, anlat da biz de gülelim, dediğinizi duyar gibiyim. Bundan 48 yıl önce çalıştığım devlet dairesinin karşısındaki “Muskacı Kirâmi Emmi,” doksan yaşını ağmasına aldırmadan muska cambazlıklarıyla çaresiz insanlara nasıl umut aşıladığını anlatırken gülümserdim. Arada bir şeytani bakışlarını üzerime mermi gibi saplarken hemen ciddiyete bürünürdüm ama bu sefer de anlattıklarım komik değil mi düşüncesiyle öksürür gibi gülerken benim de gülmemi beklerdi. Çok geçmeden Muskacı Kirâmi Emmi’nin salası verildi. Komşuları olarak cenazesine katıldık. O zamanlar şimdiki gibi cenaze, evinden mezarlığa kadar Belediye’nin arabasıyla kahve içerek, keyif çatarak gitmiyor. Omuzlarda sallana sallana Kirâmi Emmi’yi, cenaze cemaati olarak evden camiye, camiden de Şahşah Mezarlığına götürmeye başladık. Tabi o zamanlar bıçkın bir yapımız var. Kirami Emmi gibi bir kişi daha olsa ıhılamadan sırtlar bana mısın demeden gömüp geliriz. Neyse. Tabut, omuzlarda sırayla el değiştirek dört daire çalışanları olarak bizim omuzlarımızda kaldı. Epeyi gitmiştik ki omuzlarımıza kurşun gibi ağırlık çöktükçe ayaklarımız tökezlemeye başladı. Ön taraftan Osman Abi, seslendi:
“Ayhan, geriye bak bakalım millet nerede kalmış.”
Geriye dönüp baktım, abooo! Arada ikiyüz metre var . Yol dik. Cemaattekilerin bize yetişmeleri imkânsız. Millet sanki, cenaze götürmüyor, güneşli havada yürüyüşe çıkmışlar; sallana sallana geliyorlar.
“Osman Abi, ortalık mafiş.”
“Ne yapacağız peki. Omuzlarımız çürüdü valla.”
“Mezara az kaldı, dişini sık, Kirâmi Emmi’yi tabutuyla birlikte deliğe atalım gitsin.”
“Böyle cenazenin de, böyle cemaatin de, böyle omuz verenin de…”
“Güldürme Osman abi.”
“Gül ulan gül, ağlanacak halimize gül valla. Kirâmi Emmi kendisiyle birlikte dördümüzü de beraberinde toprağa gömmezse ben de eşek olayım.”
“Osman Abi, böyle sıkıntılı hallerde ben eyce uzun hava çekerim, şimdi bir türkü çığırıyım mı?”
“Çığr”
Zurnacı Hidayetin zurnasını üflemesi gibi ağzımdan zurna sesi vererek konusu aşka dayanan ama birbirlerine kavuşamayan aşıkların Nezük Türküsünü çığırmaya başladım.
Teskereyi yeni almışım. Askerde sabah sporlarındaki türküler belleğime kazınmışlar.
“Osman abi, oynak bir türkü çığırıyım mı şimdi de.”
“Ne çığırırsan çığır.”
“Ay Akşamdan Işıktır, Yaylalar Yaylalar/ Yüküm Şimşir Kaşıktır, Dilo Dilo Yaylalar/ Komşu Kızını Zapteyle Yaylalar Yaylalar/ Bizim Oğlan Aşıktır Yaylalar Yaylalar.
Türküyle birlikte tabut canlandı. Kapak açılıp kapanmaya başladı. Kirami Emmi kapağın ırığından sesleniyordu: “Ayhanm oğlum, bu türkü rakısız gitmez. Eğer varsa azıcık üzerime serpelesene. Parasını öbür dünyada karşılaşırsak öderim.”
“Sen hangi tarafa gideceksin Kirâmi Emmi?”
“Karıların bol olduğu tarafa…”
Osman Abi:
“Kiminle konuşuyorsun Ayhan?”
Panikleyip de tabutu omzundan atmasın diye kendi kendimle konuşuyorum, Kirâmi Emmi’ ye rahmet diliyorum, “ dedim.
Tabutu, nihayet kazılan mezardan çıkan toprağın üzerine atarcasına bırakır bırakmaz dördümüz de sırt üstü yatmış derin derin nefesleniyoruz. Ben sinir boşalmasıyla hem gülüyor, hem de bir şeyler mırıldanıyordum. Derken gülmelerim kahkahaya dönüverdi.
Cemaat, yanaştı, mevtanın başında çember yaptılar. Hoca duaya başlamış, millet sırayla mevtanın üzerine toprak atarken ben hâlâ gülüyordum. Homurdanmalar karşısında; Kirâmi Emmi’nin bana özel vasiyeti:
“ Gülerek beni gömün.” Diyerek kıvırdım.
Bu cenaze anım uzun olunca canınızın sıkıldığını duyumsar gibiyim.
Son bir yıldır bu Covid-19 şeytanın yüzünden zaten az gülen toplum hiç gülmez olduğu gibi birbirlerine düşman gibi işkilli olmaz mı? Aman Allah’ım bu haller bana göre değil. Dedim ya ben ki gülmeyi kendime şiar edinmiş bir faniyim. Çocukluk resimlerimin tamamında gülmüşümdür. Orta yaş ve üzerinde bile sırıtmasam da içimden her daim gülmüşüm. Geçim sıkıntısı bile bana vız gelmiş. İhtiraslı olmadığım için milletin çöpe attıklarından bile rızkını çıkarıp keyifli keyifli mutlu olmasını becermişim.
Daha geçenlerde Hastanede Covid-19 kuyruğundakilere şaka yapmışım.
“Hayırdır hemşerim, bu yağ kuyruğu mu?
Kimisi bön bön bakmış, kimisi de manyak mıdır nedir, ortalık virüsten kırılırken adamın aklı fikri yağda, dediklerini duyar gibiyim.
“Virüs kuyruğu.”
“Kuyruğa girsem mi acep?”
“Koku moku almıyorsan, güçten kuvvetten düştüysen, öküsürük möküsürük varsa gir. Yoksa defol git, yoksa virüsü kaparsın.”
“Ben de ne ararsan var ama aldırdığım yok. Virüs beni gördüğünde gülme kriziyle çatlayıp gebermekte.”
Kuyruktakiler, bu sözlerim üzerine yılan gibi kavis çizerek sağa sola kıvrıldı, gülme dalgası hastanenin pencerelerini salladı.
1 Nisan yaklaşıyor ya, uyku girmiyor gözlerime. Kıkırdayıp duruyorum. Hanım karşımda oturmuş, televizyonda Kırmızı Oda’yı izliyor. Arada bir yan gözle bana bakıyor.
“Yine ne şeytanlık düşünüyon. “
“Bi şey yok,” diyorum, inanmıyor.
“Hımm! Yakında kokusu çıkar,” diyor. Otuz altı yıllık baş belâsının ne bok olduğunu bilmez mi.
Gerçekten 1 Nisan’da öyle bir şaka yapmalıyım ki yer yerinden oynamalı; “ beni unutanlar, sağlığımda ya bu adam öldü mü kaldı mı,” diye hiç aramayanlar, ya da selam verirsek başımıza belâ olur, diye düşünenlerin şafakları atmalı, böyle şakanın da başlayıp gülerek sinkaf edenleri gözlerimin önüne getiriyorum.
Altmış yaşında elden düşme akıllı telefona sahip olursan senin aklınla oynar, hafızanı yerle yeksan eder. Tuşa yanlışlıkla meraktan tıklamamla telefon fabrika ayarlarına dönmesiyle rehberimdeki bütün kayıtlar silinince sap gibi kaldım ortalıkta. Öncesinde şakalaşacağım, nazımın geçtiği dostlarımı arar, daralan yüreğimi rahatlatırdım. Şimdi ne arayan var ne de soran. Öyle bir şaka yapmalıyım ki rehberimi yeniden doldurmalıyım. Nasıl mı olacak? İşte ben de bunları düşünüyor kafamdaki tilkilerin kuyrukları birbirlerine değmiyordu. Tepemdeki üç saç telini hararetli hararetli kaşırken kıkır kıkır gülüyorum. Aynı zamanda dudaklarımı ısırıyorum ki hanım bana bakıp bakıp: “Bu adam yine delirdi,” diye işkillenmesin.
Önceki 1 Nisan’ larda yaptığım şakaları belleğimden çıkarıp önüme koyuyorum.
“Kansere yakalandım. Benim için dua edin dostlarım.”
“Trafikte seyir haindeyken tıra arkadan bindirdim. a 212 kemikten 211 kırık. Hastanedeyim. Çiçeksiz ziyaretçi kabul edilmez. “
1.sine inanan epey olmuş, 2.sinde inanlar yarıya inince 3. şakayı yapmaktan vazgeçmiştim. Şakanın arasına mesafe koymalıyım ki “ sessiz sedasız öldü gitti, herhalde, “ diye unutulup gideyim.
Bizim mahalle gariban mahallesi ya ahbap olduğun birkaç kişi seni oyalamaya yetip de artıyor. Emekli koltuk tamircisi Bayram Usta, numaralı gözlükleriyle kimbilir kaçıncı kez koltuklarının kılıflarını dikmekte. Müşterilerinin koltuklarını başka birine yanlışlıkla götürmekte. Çocuklarının biri sırtında, diğerleri bacaklarına sarılmış, sonuncusu da karnında gurklu tavuk gibi dolaşan Çingen Abla, “ A be ne uğraşırsın kenarlardaki çalıyla çırpıyla. Te karşıdaki çatısı çadırla kapalı ev, benim. Bodrum odunla çakılı. Gel, ne ka istersen al götür. “ Ey insancıklar, kendinize gelin. 7/24 korkudan dışarıyı dikizlediğiniz havuzlu sırça köşklerde gerçekten mutluysanız, “Tenezzül edip de dışarıdaki bir garibanın yarasına hiç işediniz mi?”
Neyse! Bugün 1 Nisan! Benim günüm. Bugün bütün dostlarım kış uykularından uyanacakları için kendimi heyecanlı, mutlu hissediyorum.
Ey sosyal medya! Sana hem kızıyor hem de sensiz olmuyor, diyorum. Tuşa bir tıklamayla dünyanın en ücra noktasına insanları ışınlayabilecek kadar tılsımlısın.
Sabah on gibi Facebook’umu açtım.
“Babam Öldü: Şiirler ve de öyküler yetim kaldılar.
Kızı Aysu.” Yazdım.
On Dakka bekledim. Kırk altı yıllık arkadaşım Mustafa Bölükbaşı, kalemi sürtçmüş olmalı ki“ inşallah bir nisan şakası değildir,” diliyordu yorumda. Birkaç başsağlığı dileklerinde bulunanlar oldu. Çok geçmeden telefonum susmak bilmedi. Demek beni unutmamışlar diye sevinirken bir taraftan da acaba sağlığımda beni hiç sallamayanlar, “ Yav bu adam essahtan mı,” öldü merakına düşmüşlerdir, diye düşünmekteydim. Şimdi bu kadar işin arasında hele de şu pandemi zamanında nasıl gidilecek, nasıl gömülecek, ulan bula bula bugünü mü buldun, şu pandemi günleri geçseydi de öyle ölseydin,” dediklerini duyar gibiydim. Telefonlar yağmur gibi yağmaya devam etti. Arayanlar gittikçe çoğaldı. Daha önceden isimler silindiği için kimlerin aradıkları meçhul. Zaten telefonlara hemen yanıt verirsem foyam ortaya çıkacak. Dişimi sıktım. İki saat bekledim. Kızım yan odadan koşarak geldi. “Baba, amcam sürekli arıyor, açıyım mı, kendilerine bir şey mi oldu acaba?” Tabi benim 1 Nisan şakamdan haberi yok. Söyledim. “Biraz merak etsin bakalım, sonra açarsın, “ dedim.
Hanım iş yerinden telefon etti. “ Beni sürekli arıyorlar, “Ayhan’a ulaşamadık, seni bari arayalım. Facebook’a kızı Aysu, babasının öldüğünü yazmış. “
“Ya sen sabah çıkarken yaşıyordun ne çabuk öldün de bütün dünya duydu?”
“E hanım, kötü haber tez yayılırmış. Ölmeye gör yeter ki. 1 Nisan şakası yaptım.”
Gülüp kapatıyor ama bir saat sonra tekrar arıyor hanım:
“Yav bu telefonlar yüzünden iş yapamaz oldum. Çek şu eşek şakasını fesinden.”
Bu arada telefonlara da yanıt vermeye başladım. Edebiyat Defteri’nden yazar arkadaşım Bedri Tokul’un sesini algılıyorum.
“Ayhan ne alemdesin?”
“Öldüm de mezar kazıyorum.” Gülüyor. “ Ya Ayhan, biraz önce Toynak( Secaattin Öztürk) aradı beni. Ayhan’ın faceninde kızı Aysu tarafından öldüğüne dair yazi okudim. Çabuk ara şuni. Açan ölmediyse celup ben vuracağum oni,” diyor.
“Amanin öldüğümü söyle. Yoksa gelir vurur beni valla. Laz aklı, ne yapacağı belli olmaz.”
Telefonu açtım filimlerde figüranlıktan başka işe yaramadığımız aktör arkadaşım Tuncay Şenli, “ Ya kardeşim böyle şaka mı olur. Oh be yaşıyorsun şimdi değil mi? Ben de Beykoz’a gelecektim seni aramaya.”
“Sakın gelme, yaşıyorum, havalar iyi olsun Çiçek pasajında kafaları demleriz. Benden olsun.”
Hukuğu dışarıdan bitirip avukat olan meslektaşım, arkadaşım Cemal Eroğlu, “ Hayırdır Ayhan, sen misin, ölmedin değil mi? Duruşmaya gireceğim, elim ayağım tutuldu. Şimdi yanlışlıkla müvekkilimi savunayım derken karşı tarafı yanlışlıkla savunurum, diye aklım fikrim sende.”
Sınıf arkadaşım Ürfet Akgül, “ hanımla Covid-19 aşısından geldim, eve yeni girdim, facebooku açtım ki öldüğünü okudum. Vay be dedim ölüm kime niyet kime kısmetmiş, elim ayağım karıştı. Bir daha sakın böyle soğuk şakalar yapma.”
İstanbul Niksarlılar Deneği Başkanı Şafak kardeşim, “ Abi, bu şaka, değil mi. Eğer şaka değilse 1500 kişiye toplu mesajla öldüğünü bildireceğim.”
“Bugünlük öldüm, yarın dirileceğim. Sen yine de öldüğümü yolla,” dedim ama “ ben öldü dersem dirildi demem, “ dedi.
Edebiyat Defteri’nden yazar, şair arkadaşım Emine Uysal; “ nasıl bir şaka yaptın öyle arkadaşım. Zaten bende tansiyon var, şeker var, kalp var. Şimdi nerdeyim biliyor musun? Üzüntüden şekerim tavan yaptı, hastanede yatıyorum.”
Yine edebiyat defterinden manevi kızım Sevgi Salman, “ ne olursun ölme baba, birisi bunun bir şaka olduğunu söylesin,” diye yorum atmış.
Bu arada facebooktaki öldü yazısının altına ”bu bir şakaydı, diye not düştüm. Tabi iki-üç saatlik kısa sürede dünya kadar taziye yorumları yazılmış. Ben de yanıt olarak: “Hakkınızı helal edin.” Yazdım.
Daha bir çok arkadaşım; Hulusi Özden, Halis Aktaş, Reşat Tahmiscioğlu, Murtaza Eryılmaz, eski daire müdürüm İzzettin Ağcayazı, Remzi Genel, ismini unuttuğum çok kişi.
Akşam oldu, evde kızım ve eşimle durum kritiği yapmış yaptığım eşekliğe gülmüştük ama gece sabaha kadar uyuyamadım. Ya ben normal bir adam değilim herhalde, diye düşünmeye kendi kendimi sorgulamaya başladım. Kendimi de az çok tanıyordum ama. Yani megaloman değildim. Mazoşist hiç değil. En iyisi mi bu durumu mahallemizdeki dedektif Rizeli manav Ali Abi’ ye sormaya karar verdim.
Ertesi günü öğleden sonra yanına gittim. Pandeminden dolayı sinek avlıyordu. Eski koltuğuna kaykılmış roman okuyordu. Kesin polisiyedir. Benim girdiğimi görmüştü ama çaktırmadı. Ne de olsa dedektif ya. Gözüm kitaba ilişti. Bu sefer Funda Menekşe’nin Perde Arkası romanı vardı elinde. Masasın yanında dikilince okuduğu sayfaya ayracı bırakıp kapağını hafifçe kapattı.
“Hayırdır, uzun zamandır yoktun, anlat bakalım derdini ?”
“Dün 1 Nisan’dı ya…”
“Eee?”
“Şaka yapıp milleti güldüreyim derken meğersem ben eşek şakası yapmışım, milletin çoğu benden önce ölmüş vaziyette.”
“Söyler misin Ali Abi, ben ne ayaklardanım. Güleyim diyorum gülemiyorum, güldüreyim diyorum, baltayı taşa vuruyorum. Ne olacak benim halim?”
Purosuna tütün bastı, ateşledi. İçine derin derin çekip dumanını benden tarafa, “Ciğerlerin bayram etsin hıyar dercesine, “ üfledi.
Bu, beni aşar Ayhan dostum. Eğer ortada cinayet olsaydı hallederdim. Sen en iyisi mi Psikolog uzmanına git.
BİTTİ.
YORUMLAR
Canım Ayhan'ım
Ben bu yazıyı okumadım dinledim.
Dinledim diyorum çünkü:
Hani eskiden köy odaları olurdu. Elektriği bile olmayan köy odaları...
Karın yolları kapattığı kış geceleri.
Ortada gaz lambasının ışığında ağzı laf yapan bir kişi anlatır.
gölgeleri duvarlarda büyüyen köylüler soluksuz dinlerlerdi.
Öyle bir manzara canlandı gözümde.
Hep derim ya- acılarda yazılmalıdır- ama yazmasını biliyorsan tabii.
Şimdi de diyorum ki- ölümlerde yazılmalıdır- ama ölü mü bile
böyle güzel böyle neşeli yazmasını becerebiliyorsan şayet...
Toynak aradı beni lafı dolandırıp duruyor.
"Senin ağzında bir bakla var Toynak çıkar o baklayı ağzından"
"Abey Ayhan ölmüş daa"
Bunu duyunca Azer Bülbül"ün dediği gibi -sol yanımdan kurşun yedim oyy.-
türküsünü söylemeye başladım. Hanım koştu geldi yanıma:
"Ne oluyor bey. Sen türkü söylemezdin. Söylesen de güzel söyleyemezsin"
"Hani hep bahsederdim, benim bir Ayhan kardeşim vardı. O ölmüş."
"Sen deli misin. İnsan arkadaşı ölünce türkü mü söyler. Belki şakadır. Ara bir istersen."
"Aradım dedim aradım."
"Ne diyorlar?"
"Pandemi nedeniyle öteki tarafta bütün cep telefonlarını toplamışlar. Sadece 800 le başlayan bir hat varmış. O hattan haber almakta en az 800 liraya mal oluyormuş."
Hanım:
" Aaa öyle mi. Boş ver o zaman zaten borcumuz çok. Oku üç kulfü, bir elham gönder gitsin"
Ben de öyle yaptım.
Sonra öğrendik ki Ayhan yaşıyormuş. Benim dua sahipsiz kaldı şimdi. Öteki taraftakilere duyurulur. UYGUN FİYATA ÜÇ KULFÜ BİR ELHAM SATILIKTIR.
Öperim gözlerinden Ayhan'ım. Sen çok yaşa sağlıkla yaşa. Bu dünyanın tadı tuzusun sen.
Seni Allah napmasın Ayhan abi kere. İyi ki ben fese girmiyorum :) Hiç öyle şaka olur mu? Bari köyünde sela falan okutaydın bir de. Gerçekten öldüğünde sana kim inanacak şimdi? Valla bir daha ölümü haberini alırsam Bitlis'te Beş Minare'yi bangır bangır çaldırmazsam.
Cenaze anını tebessümle okudum. Seviyorum senin içten anlatımını. Öyle hiiiç kasıntı olmadan, en doğal halinle yazıyorsun ya, bu beni mutlu ediyor. Ben senin nasıl bir cengaver olduğuna da yıllardır şahidim. Hem edebi alanda, hem hayatın bizzat kendisine karşı.
Umarım bu güzel yazını çok daha fazla kişi okur.
Sevgilerimle.