- 402 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SESSİZ SÖYLEYİŞ
Sessiz sakin ılgıt ılgıt esen meltemler eşliğinde geçen bir yaz gecesiydi yine. Son diye yazdığım dizelerin ilk dizelerim olduğunu bilmeden zihnim fırtınalar estiriyordu. Seninle bir ilk’in ve son’un olamayacağını anladığım halde… Senin için her son deyişim aslında sana yeniden başlamaktı.
O gün aramızda geçen konuşma dönüp duruyordu zihnimde şekillerle birlikte. Hani çok sevdiğin bir türküyü, filmi, kitabı her dinleyişinde, izleyişinde, okuyuşunda yeni dinliyormuşçasına, okuyormuşçasına, izliyormuşçasına içinde geçen yeni sesleri, görüntüleri, sözleri fark edersin ya öyle bir ruh hali sarmalamıştı tüm benliğimi. Bu durumlarda hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak için kuvvetli bir zihni yoğunlaşma yaşarım. Tabii olarak yorucu olur bu yoğunlaşmalar.
Aslında ne kadar akılcı fikirler atıyordun ortaya. Akıl mantık ölçülerinde değerlendirildiği zaman itiraz edilebilecek tek bir kelime bile yoktu. Olanı, olabilecekleri tüm ayrıntılarıyla yoruma ihtiyaç duyulmayacak halde ortaya koymandan anlaşılıyordu çok kafa yorduğun. Bazı sözler hafiftir hızlı söylenir. Ağırlığı daha sonra ortaya çıkar muhatabında.
Hem kendi söyleyeceklerini hem de karşındaki insanın söyleyecekleri bir çırpıda şekilleniyordu kurduğun cümlelerde. İnsana ne ‘kadar eziyet etmişim’ duygusunu yaşatacak kadar. Ayrıca değerini bir kat daha artıracak kadar. Hani bataklıklar vardır nilüferlerle kaplıdır. Nilüferler tüm albenisi ile çağırır. Yaklaş daha da yaklaş adımlarını at dercesine. Nilüferlerin tüm güzelliğini muhteşem görüntüsünü sergilemesine imkân veren kayganlık acımasız bir şekilde varlığını idame ettirmek için insanı yutar. Nilüferler hayatlarına daha da anlam katarak devam eder.
Hayatta olmuşlara, olacaklara gerçekçi bakma adına tüm delilleri ortaya koymuştun. Hayatın, gerçeklerin üzerine kurulması gerektiğini, gerçeklerin üzerine kurulamayan hayatların acizlikle eş değer olduğunu cümleler arasına ustaca sıkıştırmıştın. Güzel görünümlü nilüferlerin altında kaygan, yok edici zeminin olduğu gibi. Evet, söylediklerin güneşin doğuşu ve batışı kadar gerçekti. Hayalin peşinde koşmak dipsiz kuyuya taş atmak veya dipsiz kuyuda kervanın geçmesini beklemek gibidir.
Geçmişe ait ne varsa silmek mi yoksa geçmişle birlikte yeni bir sayfa mı açmak daha doğru olur? Veya küllenmeye bırakmak mı? Silmeye çalışmak, mevcut yangının daha da harlanmasına neden olamaz mı? Amaç burada yangını söndürüp ondan kurtulmak mı? Yangını doğal seyrine bırakarak sönmesini beklemek mi. Yangının nedenlerini bulmaya çalışmak belki daha sonraki yangınlar için deneyim açısından önemli ise de mevcut yangının akıbeti hakkında hiçbir şey ifade etmemektedir. Hele bahsedilen yangın, ölçütleri aklın ve mantığın sınırlarını aşan gönül yangını ise…
Bazı cümleler vardır zaman ve mekânın dışına çıkar. Şimşek gibi çakar beklenmedik bir anda. ‘sen beni sevdin ben, bana olan sevgini’ cümlesi birileri için hiçbir şey ifade etmezken birileri için şimşek çakması niteliğinde etkiye sahip olabilir. Olağan ve olağanüstülük bunun gibi bir şey değil midir? Olağanüstü olarak değerlendirip de birileri için sıradan olan olaylarla o kadar çok karşılaşırız ki. ‘Benim olağanüstümü nasıl sıradanlaştırırsınız’ mücadelesini bile ederiz.
Söylemek yazmak güzel de herhalde en güzeli hissetmektir. Zaten konuşmak yazmak da hislerimizin şekle, sese bürünerek özgürleşmesi değil mildir? Kim bilir bizleri rahatsız eden hislerimizin mahpusluğu, onun verdiği çaresizlik sıkıntılarıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.