2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
579
Okunma
Daha o zamanlar çocuğum; sekiz on yaşlarındayım. Öğrenmenin başlarındayım. Cahilim vede köy çocuğuyum. Şehir çocuğunun şehir oyuncakları olur onlarla oynar. Ben oyuncağımı kendim yapardım. Odundan da teker yapardım; arabama monte ederdim. Yokuşa çıkar içine biner aşağıya doğru salar düdüdüdüttt diye arabamı sürerdim.
Daha o yaşlarda neyin ne olduğunu bilmiyordum. Cahillik buya düşe kalka ağlaya sızlaya büyüyordum.
Yine o yaşlardaydım; eşşek arısı diye tabir ettiğimiz arılar büyük bir taşın içine yuva yapmış. Çocuk ne yaptığını bilir mi? Bilmez. Bende elime çıraları alıp kibriti de alıp arı yuvasının oraya gittim. Kibriti çakıp çıraları tutuşturdum. Yanan çıraları arıların yuvasına götürüp soktum. Yanımda da birisi vardı ama kim hatırlamıyorum. Yanımdaki kişi arkamda ben önde koşarak kaçıyorum. Arının birisi sırtımdan geldi ısırdı. Arkamdakini ısırmadı geldi beni ısırdı. Çünkü arının yuvasına çırayı ben soktum; arının da gözleri var demekki görmüş.
Allah’ın yarattığı canlılar da aynı insan gibi. Bakmayın dili olmadıklarına. Kediler de hayatıma gireli iç dünyalarını duygularını tanıma fırsatım oldu. Onları tanıdıkça içerim parçalandı. Hayvanlara karşı hassas bir kalbim var.
Hayvanların yuvasını bozmayın. Çocuklarınızı öğretin canlı yuvasını hayvan yuvasını bozmasın.
Birde mahrem olayı var. Eğri veya doğru ne biliyorsanız bilin, başkasının mahremine dil uzatmayın, ahlaklı ve şerefli olun; ahlaklı ve şereflileri tenzih ederim.
Yakuphan Kılınç