- 459 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
GARİP
GARİP
Ecel şerbetini soluksuz içti
Felek bizden bu kez bir cevher seçti
Şu fani dünyadan bir Garip göçtü
Sazlar mahzun oldu, türküler Garip
Çığrışan bülbüldü, herkes severdi
Aşık, maşuk, dertli O’nu dinlerdi
Sırma teller inim, inim inlerdi
Teller mahzun oldu, perdeler Garip
Efkarımız baştan gitmiyor artık
Gönül Dağı duman tütmüyor artık
Şeyda bülbül bağda ötmüyor artık
Bağlar mahzun oldu, bahçeler Garip
Sözlerime Halk ozanlığı geleneğinin en son güçlü temsilcisi, Garip mahlaslı Neşet Ertaş’ın ölümsüzlüğe intikali nedeniyle yazmış olduğum “Garip” isimli şiirimle başlamak istiyorum.
Geçtiğimiz günlerde İYİ parti Genel Başkanı Sayın Meral AKŞENER bir televizyon programında evinde Neşet Ertaş türkülerini duyduğu zaman, kendisi de onunla birlikte türküye asıldığını söyledi. Bu beni çok mutlu etti.
Neşet Ertaş, Abdalların gelmiş geçmiş en güçlü temsilcisidir. Abdal kelimesinin anlamı, eskilerde oradan oraya gezip, dolaşan dervişler için kullanılırdı. Orta Asya’dan, Horasan’dan gelmişler ve genelde de Orta Anadolu’ya, Kırşehir ve civarına yerleşmişler. 15. İnci asırda Osmanlı’nın devlet ve bürokratik yapısında yer bulamayan Abdallar, hayatın zorluğu içerisinde, gün bulup, gün yiyerek yaşamını sürdürmüşler. Saz çalıp türkü çığırarak yaşamlarını sürdürerek, kültürümüzün en önemli taşıyıcıları olmuşlar. Acılarını, horlanmalarını türkülere dökerek dağlara taşlara söylemişler, Bulduklarına şükretmişler; asla dinine, devletine ihanet içerisine girmemişler, Türklüğünü unutmamışlar. Bu husus Neşet Ertaş’ta “Türkü çalar, türkü söyler, Türk’üm diye” şeklinde tezahür edecektir. Dışlanmışlığın ve hor görülmenin verdiği ezikliği türkülerine aksettirmişler; o ruh haliyle sazın teline asılarak efsaneler yaratmışlar. Yani Anadolu’ya geldiklerinden beri Garip’tirler. Garip mahlası Neşet Ertaş’ın olduğu kadar tüm Abdalların da mahlasıdır.
Neşet Ertaş Garip doğmuş, Garip büyümüş ve yaşamış, Garip ölmüştür. Ancak arkasında çok büyük bir kültür mirası, binlerce türkü, toplumun her kesiminde karşılığını bulduğu bir saygı ve gönül bağı bırakarak muhteşem bir şekilde ölümsüzlüğe geçmiştir. O, 20.asrın Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana ve daha nicelerinin ortak temsilcisi olmuştur. İnsan ayırımı, yapmamış, gönül kırmamıştır.
Eserleriyle niceleri zengin olduğu halde, kendisi Garip yaşamayı tercih etmiş. Öyle ki, kendisine teklif edilen Devlet Sanatçılığı teklifini bile, ayrımcılık olacağı düşüncesiyle kabul etmemiş, Halkın Sanatçısı olmayı tercih etmiştir. Ayrımcılığa o kadar karşıdır ki, hayatında hiçbir seçimde oy kullanmamıştır.
Garip olduğu için, son derece alçak gönüllü ve doğaldır. Bir ortamda kendisine biraz fazla iltifat edene tepki gösterir, sahnede ceketini bile seyirciden izin alarak çıkartır, hemen yerde “ben sizin ayağınızın türabı, gönüllerinizin hızmatçısıyım” diyerek, tevazu ile gönülleri fethederdi. En ihtişamlı olduğu dönemlerde de, en garip dönemlerinde de hep alçak gönüllü olmuş, en az eserleri kadar, alçak gönüllülüğü ile de milletin gönlünde taht kurmuştur.
Tüm abdallar gibi, Neşet Ertaş da nota falan bilmez. İçinden geldiği gibi çalar, canı nereye isterse oraya parmağını götürür. Ama yanık yüreği ile asıldığı havalandırması, bir yanardağ gibi dinleyenleri etkiler, onun sazı ve sesiyle bir efsane olurdu:
Bağlamanın döşüne var gücüyle vururdu
Başlayınca türküye, hayat o an dururdu.
O artık, güle aşkını ifade etmek için çığrışan bir bülbül; bir gönül dağı; bir yazı kışa çevrilmiş bir bahtsız; bir ilahi aşkı arayan ve tarif eden filozof; hapis hanelerine güneş doğmayan çaresiz; başkasına gönül veren sevdiğine beddua eden bir aşık; Allah’ın yarattığı insan oğlunun hor görülmemesini öğütleyen bir alim; derde düşüp dermanını arayan dertlinin, aşkının ilahi olduğu ancak satır aralarında görülebilen bir derviş; iki büyük nimetinin de kadın olduğu haykıran bir ozan; ayrıldığı eşine “aslı bozuk” diyen babasını türkü ile ikaz eden yüce gönüllü….. Bu uzar da uzar.
Neşet Ertaş bu abdalların doğal konservatuvarından yetişen ve zirve olan bir gönül delisidir. Sadece abdalların değil, tüm Türkiye’nin, hatta tüm dünyanın kalbinin baş tacıdır. Yaşarken efsane olmuş, tatlı dilli, güler yüzlü ve tevazu ehlidir.
Neşet Ertaş ile yüreğinde bir kez tanışan kimsenin, ondan kurtulması pek mümkün değildir. Sevdalananlar, derdini kimseye açamayanlar, sevdiklerini kaybedenler, birbirlerini özleyenler O’nun mistik atmosferinin adeta gönülden kelepçelenmiş esiridir. İnsanların yüreklerine açılan gül goncalarıdır Neşet Ertaş. İnsanlar onu dinledikçe kendi özüne döner, okuması yazması olmadığı halde iki üniversiteden fahri diploma alan bu enteresan insanın, Taptuk’un yanında yetişen Yunus Emre misali, yaratılış ile ilgili tespitlerinin içinde bulurlar:
Nerde ne arıyon divane gönül
Dinle bir kendini, anlamak için
Neşet Ertaş, ayni zamanda toplumsal olaylara da çok duyarlıdır. Tokat’ta konser verirken, meşhur “hey on beşli onbeşli” türküsünü çalıyor ve seyirciler de coşkulu bir şekilde hem tempo tutturmuş, hem de oynuyordu. Türkünün ortasında keser ve ikaz eder: “Sevgili seyircilerim, bu eğlence türküsü değil, yas türküsüdür.”
Bir şirkette kaset doldurduğunda hiç reklam kampanyası yaptırmadığını fark eden şirketin sekreteri sorar:
-Neşet bey, tüm sanatçılar kaset doldurunca bir reklam kampanyası yapar. Siz niye yapmadınız?
Büyük usta kendi üslubuyla cevap verir:
-Gızım sen hiç tereyağın reklamını gördün mü?
Neşet Ertaş anlatmakla bitmez. Büyük sanatının yanında engin tevazusu da O’nu ölümsüz yapmıştır. Efkarımız baştan gitmese de; Gönül Dağı Duman tütmese de; Şeyda bülbül bağda ötmese de ruhun şad olsun büyük insan. Sen ölmedin ve kıyamete kadar da efsanesin.
Osman Bölükbaşı DARA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.