- 1749 Okunma
- 18 Yorum
- 9 Beğeni
...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Elimi avucunun içine alıp “Bugün bir şey için Allah’a şükrettim” diyor. Bir kardeş nasıl bakar bilmiyorum ama Bahri’nin gözlerinin içinde o kardeşi gördüğümü hissediyorum. Eğer o, annemin elinde yetişmiş bir kardeş olsaydı, bana çok uzak bir yerde dikilip “Senin neyin var sersem” diye söylenirdi. “Senin neyin var? Lanet olası dünyada her şeye sahipsin. Asla benim kadar acı çekmedin. Babamın ölümünü bile hayal meyal hatırlıyorsun oysa ben her şeyi hiç unutamayacağım bir şekilde yaşadım. Sen hatırlamakla aklından çıkaramamanın aynı şey olduğunu mu sanıyorsun? Her gün tekrar tekrar o acıyı yaşamanın ne demek olduğunu bilmiyorsun bile. Ne zaman kapı çalınsa onun ölüm haberinin geldiği dakikaya dönüp, kalbinin üzerine kaynar su dökülmüş gibi hissediyor musun?” Hayır, hissetmiyorum. Benim baba acım, sabit kalınlıkta ve bir zaman sonra önemini yitirecek gibi duran bir acı. Ölmüşlerle hiç sorunum olmadı. İnsanlar ölürler ve bu kayıp yakınlarına ne kadar büyük bir acı verirse versin birgün mutlaka unutulurlar. Tıpkı bir süre yolculuk edilen ve herhangi bir istasyonda inen kompartıman arkadaşlarının unutulması gibi. Tren daima gider. Manzaralar ve duraklar geçilir. Herkes o trenden iner ve birkaç istasyon sonra yalnızca birer hatıra olurlar. Ve bu gerçekten çok adildir.
Ama Refi öyle değil. Onun için geçerli değil bunlar. Refi öldüğünde dağ taş kocakarı kokuyordu. Tabağımdaki çorba bile. Çünkü onu ben öldürmüştüm. İyi bir yere gittiğini, kazlarıyla birlikte mutlu olduğunu düşünüyordum ama böyle düşünmek vicdan azabı çekmeme engel olmuyordu. Onunla çok zaman geçirmiştim. Öyle ki, gün geçtikçe ona benziyordum. Kabak yemeğini ilk defa onunla birlikte yedim. Saatlerce onunla birlikte o divanın üzerinde hiç konuşmadan öne arkaya sallandım. Ona ölümün korkulacak bir şey olmadığını telkin ederken ikna etmeye çalıştığım kişi meğer benmişim. Sonra o, hiç hazır olmadığım bir dakikada öldü. Bütün öte dünya hikayeleri o eski evin sofasında asılı kaldı. Hiçbiri Refi’yle gitmedi. Benim yas sürecim başka bir şeyin hazırlığına dönüştü. Fazla uzaklaşmadan Refi’nin arkasından gitmeliydim. Ona yetişip “Hey lanet olası ihtiyar! Beni bırakıp nereye gidiyorsun” demeliydim.
Allah bütün kutsal kitaplarda istediğiniz yolu seçmekte özgürsünüz diyor fakat bir çok vaka ile insanoğlunu tehdit edip, sonunda asla dayanamayacağımız o cümleyi kurmuyor mu? “Hala inkar edecek misiniz?” O zaman insan bocalıyor işte. Olmadık şeyler getiriyor aklına. Refi’nin talihsizliği, benim öyle bir mevsimime denk gelmesiydi. Bütün ömrü boyunca dilinden “Allah” zikrini düşürmeyen kadın, kelimeyi şahadet getiremeden, sessizce, karlara bakarken öldü. Refi trenden inmedi. Ben onu kompartımanın açık duran penceresinden dışarı attım. Bu yüzden bu kayıp beni bileklerime götürecek kadar etkiledi.
Aslında başlarda ona mutlu sonla biten masallar anlatıyordum. Ben anlatırken o gözlerimin içine bakıp gülümsüyordu. Arada kendisi de masala bölümler ekliyordu. Onun eklemeleri ekseri sevda üzerine olurdu. Belki de hayatı boyunca en çok eksikliğini hissettiği şey buydu. Hiç evlenmemiş, yirmi yıl boyunca felçli annesine bakmıştı. Kardeşlerinin hepsi yuvasını kurup çoluk çocuğa karışmıştı. Zavallı Refi annesini kaybedince kuru bir dal gibi ortada kalıvermişti. Kırk beşinden sonra evlenmeye niyetlendiyse de kardeşleri buna müsaade etmemişler. Bir keresinde ona “Geri dönüp baktığında şunu da yapabilseydim” dediğin bir şey var mı diye sormuştum. Gözleri dolu dolu “Yağmurlu bir günde sevdiğimle pencere önünde oturmanın nasıl bir şey olduğunu bilmek isterdim.” diye cevap verdi. Pek çoğumuzun sıradan bulduğu şey onun içinde kalmış bir ukdeydi.
Bir de bilge köylüleri vardı masallarında. Görmüş geçirmiş zarif hanımlar mesela. Herkesin sözüne itibar ettiği eşrefi mahlukat taifesinden kişiler. Günler ilerledikçe Refi’nin masalları da kararmaya başladı. Bilgelerin yerini çatallı dilleriyle fısıldayan tuhaf varlıklar aldı. Onları tasvir edemiyoruz fakat orada olduklarını hissediyoruz. Önceden anlaşmışız gibi, bir o anlatıyor bir ben. İkimiz korkunç hikayeler üretiyoruz. Masal bitince uzun uzun susup bütün bunları nasıl uydurabildiğimizi düşünüyoruz.
Herkesin içinde gizli kalmış ıssız bir mezarlık var, bundan eminim. Keşfedilecekleri günü bekleyen ürkütücü hikayeleri var bu mezarların. Genlerle nesilden nesile aktarılan hikayeler. Bunlar bizi hayatın soğuk yüzüne; ölüme alıştırıyor. Onu korkutmak istemiyordum. Ama ne yazık ki böyle olmak zorundaydı. En kötüyü tanıyan, iyiyle karşılaştığında sevinir, daha kötüsüyle karşılaştığında şaşırmaz diye düşünüyordum.
"Mezarların üzerine karanlık çöktüğünde; gökten yaldızlı elbiseleriyle inecek melekler. Doğrulmuş, ayaktaşlarına bakan ölüleri bir bir sayacaklar. Kimi geri dönmek için dünyada bıraktıklarını teklif edecek, kimi beni dünyaya geri gönderecekler diye tir tir titreyecek. O alaca karanlıkta duyulacak tek ses iniltiler, iniltiler, iniltiler. Mezarlığın bitişiğindeki yoldan araçlar geçiyor olacak yine. Kimi teybin sesini kısacak, ölüler duyuyormuş gibi. Kimi elindeki şişeyi mezarlığa doğru fırlatacak. Fakat ne mezarlık ahalisi görecek bunları, ne dünya ahalisi mezarda olup bitenden haberdar olacak. Herkes kendi iniltisini duyar Refi. Herkes kendine acır bu dünyada ve o dünyada. Biri sana derdini anlattığında için acıyorsa, aynı şeyi yaşamaktan korktuğundandır. Ruh anında empati kurar ve sen bile fark etmeden o olayı sana yaşatır. Sonra sen de acırsın. Kendine acırsın, karşındakine değil. Refi, sen şu an alacakaranlıktasın, henüz yerini bulamadın. Yerini bulduğunda bütün bunlar da son bulacak. Her şey bunun için, yerini bulman için. Uykular bile bunun provasıydı. Şu an durduğun yer dünyaya ait değil. Başka bir aleme de ait değil. Yolun sonunda da değilsin. Neden sık sık dalıp gittiğini bir düşün. Bir yere bakıyorsun ama orada bir şey görmüyorsun. Bir şey düşünüyor gibisin ama aslında zihnin bomboş. Öyle zamanlarda sen fark etmesen de dengen bozuluyor ve bedenin yavaşça bir yana yıkılıyor. Ağzın bile yamuluyor bazen. Sonra aniden bilincin yerine geliyor. İrkilerek etrafa bakınıyorsun. Bu nedir biliyor musun Refi? ”
Yaslandığı yerden doğrulmaya çalıştı. Ondan umulmayacak bir çeviklikle bacaklarını divandan aşağı sarkıttı. Zavallı Refi, nereye gideceksin? Üzerinde yürüdüğün asma köprünün arkanda kalan bütün tahtaları kırılıp döküldü. Refi, hiçbirimiz için geri dönüş yolu yok. İlerle, hepsi bu.
“Beni çıkarsana” dedi. Pencereden dışarıya gülümseyerek bakıyordu. Az evvelki efkarlı halinden eser yoktu. Kırışık yanaklarına renk gelmişti. Ne çabuk değişiyor şu ihtiyarların iç alemleri dedim içimden. Bizse deli gibi çırpınıyoruz aynı kalabilmek için.
“Reficiğim, bu mümkün değil. Ya kayıp düşersen ne yaparım.
Gerçekten de onu dışarı çıkartmak çok riskliydi. Üşümesi ya da düşmesi bir yerde ölmesi gibi bir şeydi. Zaten kimsesi yoktu. Konu komşu sırayla ihtiyaçlarını görüyordu. Keşke hergün ziyaretine gelebilseydim. Keşke ona bir faydam dokunabilseydi. Ellerini avcuma alıp öpmekten başka, korkunç hikayeler anlatmaktan başka ne yapıyordum ki!
Dışarı çıkıp ona bir leğen dolusu kar getirdim. Fakat geri döndüğümde Refi uyuyordu. Leğendeki kar eridi. Usul usul eridi. İçerisi çok sıcaktı. Sobanın üzerinde kaynayan ibrikten çıkan buhar, nefes almayı zorlaştırıyordu. Kar nasıl dayansındı.
Gergin bir suskunluk Refi’yle aramızda. Bu nedir böyle dedim içimden. Biri sanki üzerime oturmuş gibi. Uzayan sessizliklerden korkuyorum. Arkalarından bir kere olsun iyi bir şey gelmemiştir.
“Refi, bana baksana sen!” Omzuna dokundum, başı önüne düştü. Eşarbının iri oyaları dalgalandı biraz. “Yine mi uyudun kız? Hişt! Kalk hadi. Birazdan gideceğim ben.” dedim.
Ses yok, hareket yok.
Ama Refi gitti.
Ona anlattığım gibi, dere ortasında bir taştan ötekine seker gibi, bir rüyadan uyanır gibi. Uçakla, dünyanın karlı bir yerinden mevsimlerden yaz olan bir memlekete gider gibi.
Refi önde, kazlar arkada…Geride ince bir ukde. Yağmurlu bir günde, sevgiliyle el ele dışarıyı seyretmek artık yok.
Refi, ölme. Ne olursun ölme!
Bak ben dizlerimin üzerinde duramam sen gidersen. İçime oturur son bakışların. Sana anlattığım hikayelerin yalan olduğunu anlayacaksın gidersen. Ben ne yaparım o zaman? Refi… Bak bu karlar erir. O türküdeki gibi memleketin dağlarına bahar gelir. Bu ağaçlar çiçek açar. Bu toprak göverir. Biz güzel bahçelere gideriz birlikte. O çok istediğin çiçekli hırkayı alırız. Giyersin de, çeşme yanına götürürüm seni. Belki bir dede, ha Refi? Allah sürprizleri pek sever.
Gitti. Refi önde, kazlar arkada.
O gittikten sonra sürekli kulaklarımda acı bir şarkıyla dolaşıyordum. En kalabalık, en kahkahaya boğulmuş halimde bile o acı şarkı beynimin içinde dönüyordu. Buna neden katlanıyordum ki? Hepsi bir dakikada bitebilirdi işte…
Annemi aramak istedim. Ona diyecektim ki…Ona hiçbir şey demeyecektim. Belki bir kere de benim için kara çatkıları bağlamalı, üç kişilik ailemizden geriye kalan biricik insan olarak, yalnızlığın acısını dibine kadar yaşamalıydı.
Gözyaşlarımı sildim. Kafamdaki o sese kulak verdim. “Bir an önce” diyordu. “Bir an önce.” Evet, ne olacaksa bir an önce olmalıydı. Yoksa vazgeçebilirdim. İnsansın, nihayetinde korkuyorsun.
Banyoya girdikten sonrasını hatırlamıyorum. Sadece son bir kez aynaya baktığımı hayal meyal anımsıyorum. Kendime geldiğimde olayın üzerinden beş gün geçmişti. Gözümü o meşhur akıl hastanesinde açtım. Lanet koridor, yine dünyaya çıkmıştı. Bir labirentin içinde kısılıp kalmıştım işte. Bana ölmek yoktu. Kalıp, tuza düşmüş bir solucan gibi acı içinde kıvranarak yaşamam gerekiyordu.
Refi karanlıktan çok korkardı. Vasiyetimdir, başıma elektrik direği diktir derdi sürekli. Onun gözünde ben, her şeyi başarabilecek güçteydim. Şimdi bir yerlerde korkuyor olabileceğini düşünmek beni iliklerime kadar buza batırıyor.
Elimi, elinden çekiyorum Bahri’nin. Tadı, tuzu kaçıyor. Söyleyecekleri, dudağının kenarında kalıverdi öylece. Bugün Allah’a ne için şükrettiği umrumda değil. Nenem kafamın içinde başını sallıyor. O da temelli yerleşti kaldı. "Kız gitsene İdris Naci’nin yanına" diyorum. "Yok, gitmem. İyi böyle." diyor. "İnsan eti ağırdır evlatçığım. Gayri kimseyi taşıyamam artık. Öldüm ya ben!" Sonra namaz postunun kıyıcığına düğümlediği yakut yeşili tespihini parmaklarına dolayıp "Sübhanallah!" diyor. Sübhanallah...
YORUMLAR
Aynur Engindeniz
Ruhumun bilmediğim ücralarına taşıdı bu hikaye.
Harikaydı , kutluyorum kalemi.
Aynur Engindeniz
.........Ama Refi öyle değil. Onun için geçerli değil bunlar. Refi öldüğünde dağ taş kocakarı kokuyordu. Tabağımdaki çorba bile. Çünkü onu ben öldürmüştüm..........
Öncelikle bu ölümün izah edilmediğini, bu sebeple yazı bittiğinde bendeki kaosun büyüdüğünü yazayım. Dilerim yazının devamı gelir ve "Çünkü onu ben öldürmüştüm".
izah edilir.
Bunun dışında yazı,yazı olmaktan çok öte "sesli gazete" gibiydi. Duygu ve haberleri okuruna duyumsatmayı beceren ve acıyı, harf harf kelimelere enjekte edip şifa niyetine sunulmuş olağan üstü bir eser.
Evet eser. Zira ; Zaman'ın ,tiren, tüm insanlığın yolcular ve ölümün; İstasyonlar olarak geçtiği metafor, kalıcı bir teşbih. Ve bunun çok adil olduğunu zikretmeniz İtikadi manada koruyucu bir niteliğe sahip. Hele hele yazının Subhanallah diye bitmiş olması "anlamını bilenler için" Refi karakterinin Bir karakter olmaktan çok hepimizin eşrefi mahluk olduğu ve herkesin güttüğü ile gittiği hakikatini akla kazıyacak kadar güçlü bir yazı.
Güne gelmesine de ayrıca sevindim.
Elinize sağlık ve tebrik ederim
yeğinadnan tarafından 3.4.2021 07:40:36 zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Aslında bu eklediğim parça roman çalışmamdan bir kesit. Daha doğrusu kolaj. Bütünlük bu yüzden biraz bozuk. Burada öldürmekten kasıt daha çok manevi bir durum. Kahramanım, hayatının son günlerini huzur içinde geçirmesinden sorumlu olduğu vakasını, kendi hayat görüşü ve psikiyatrik sıkıntıları doğrultusunda mutsuzluğa itiyor. İhtiyardaki ölüm korkusunu rehabilite etmesi gereken yerde, onu daha fazla korkutuyor. Fazladan, ilaçlarını kasıtlı olarak aksatarak da kadının ölümüne dolaylı yoldan sebebiyet veriyor. İşte, sonrası vicdan azabı ve daha da derinleşen buhran...
Okuduğunuz ve değerlendirdiğiniz için minnettarım. Keşke herkes aklına takılanı, hatalı bulduğu yeri, eksiklikleri rahatça belirtebilse. Yazıları buraya eklememizin amacı bu değil mi zaten? Yanlışlarımızın okur gözüyle ortaya çıkartılması. En azından benim gayem bu.
Saygılarımla.
yeğinadnan
Yazı yada şiir; İkram, Yapılan yorum :İkrama teşekkürdür. Velev ki yerden yere vursun yazıyı.
Şükür ise nimeti artırır.Yeter ki samimi olsun taraflar.
Sevgi ve Selam.
Insan okumaya başlayınca bırakamıyor....bitince de içinde tamamlanmamış bir yolculuk gibi kalıyor devamını istiyor.
Çokça tebriklerimle.
Saygı ve selamlar.
Aynur Engindeniz
Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Kar yağmıştır o dağlara, Nilgün beni unutmuştur."
Zor be toprağım. Zor...
Aynur Engindeniz
Birgün mesai bitimine yakın sahadan daireye dönmüşüm. Servis harıl harıl kağıt diziyor bilgisayarlarda.
Müdürün sesi geliyor odadan. Yine birini fırçalıyor. Çekmeceyi bir açtım, küçük kızımın mikrofonu. Aldım elime başladım söylemeye. "Tombalacık Halime'm taş başına gel/ Ben gidiyorum gurbete, düş peşime gel." Şarkı aralarında çocukları pistten alın uyarılarından, araçlarını yanlış yere park edenlerin anonsuna kadar ne varsa söyledim. Millet deli olduğumdan şüphelenirdi, o gün ispatlı belgeli emin oldular. Ama kalkıp oynadılar da. Müdür de dışarı çıktı, orta şekerli kahve de ister miydiniz, diye sorup odasına kaçtı. Bereket versin ki elimde büyüdü :) Ne diyordum, zordu; yordu deniz'im...
Çok sevgilerimle.
deniz-ce
Genelleme yapmak ne kadar doğru bilemiyorum ama; çok güldürenlerin kalbi çok hassastır gibi gelir bana.
Hangimiz delirip, delirtmedik ki!
Ama hayat yoruyor Aynur’ um, dediğin gibi.
Ondan mıdır bilmem kahve müptelası oldum ben de son yıllarda. Onca yılın yorgunluğu birkaç fincanla çıkmıyor takdir edersin:)
Sevilesi bi insansın ki; seni sevmeyen de ne bileyim❤
Aynur Engindeniz
Nasıl da özlemişim seni ve kalemini.
Hoş geldin sevgili Aynur...
İyi ki varsın ve yeniden aramızda.
Hep sevgimlesin değerli arkadaşım
Aynur Engindeniz
Sen de sevgimlesin. Mutlulukla kal.
Aynur Engindeniz
Sen de sevgimlesin. Mutlulukla kal.
Dalgınlıkla aynı yorumu iki kez tıkladığım için sildim.
Ayhan Sarıkaya tarafından 31.3.2021 14:54:50 zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Dostoyevski' nin romanından bir bölüm okudum sanki. Beni derinlere aldı götürdü. Mezardaki insanlarla konuşmalar çok hoşuma gitti. Mezarlıktan geçmekte olanların tedirginlikleri, korkularından radyonun sesini kısmaları v.b. , ilginçti. Bu kısmını okurken gençliğimi anımsadım. Ana yolun kenarındaki mezarlığın duvarlarına siyasi sloganlar yazıyorduk geceleri. Uzaktan bir ışık yansıdığında "acaba polis mi" diye duvardan içeriye atlayıp mezarlara yapışıp kamufle oluyorduk adeta. İşte böyle böyle mezarda yatanlarla dost olurken çocukluktan kalan "algarısı - gülyabani)korkusunu da yenmiş olduk.
Ellerine sağlık kardeşim. Bu pandemi günlerinde ilaç gibi geldi. Arada bir döner yine okurum.
Selamlar.
Aynur Engindeniz
Seni anarşıt, bizim evin duvarına "Necat=pislik" yazanda sen miydin yoksa :) Ah babam ne ağladıydı o gün. Anneme dediydi ki "Hanifem, bugün ben bir şey öğrendim. Benim adımın anlamı (Necat) pislikmiş.
Yeminle şu dünyadan bir duvara sprey boya ile içimden ne kadar küfür geliyorsa yazmadan göçersem gözüm açık gidecek.
İyi ki varsın abi. İyi ki seni tanımışım ve bir daha hiç yakanı bırakmamışım.
Özlemiştim öykülerini kana kana içtim. Ne güzel anlatımdı.
Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Okuduğun için teşekkür ederim.
Sevgilerimle.
Online dersler sebebiyle bir başından bir de sonundan okudum; dayanamadım çünkü; bal görüp de parmaklamamak olur mu hiç! Tadımlık aldım simdilik; ama geri döneceğim gün içinde...
Ne çok isterim senin kitabını alıp okumak; hikaye kadın! Yakan hikayeler anlatıcısı kadın!
Çok sevgimle...
Aynur Engindeniz
Özlem can'ım. Ne güzel seni görmek. Kitap işine gelince, ben herkesin sevebileceği türden, akıcı, sürükleyici bir şeyler yazamıyorum. Okunmaz kardeşim :) Ha, var mı roman dosyam, evet var. Duruyor öylece.
Seni seviyorum.
En güzel ve en özgün yazıları yazan değerli arkadaşıma teşekkürler... Sevgiler...