Hoşçakal Kırmızı
Kırmızı yalnız sen, yalnız sen inanabilirsin üzerime giydiğim derinin kaç yıllık olduğuna. İplerini tutup çektiğim, bu yağlı urgan çoğu zaman asıyordu kelimelerimi bir darağacında. Bir kez göz göze gelmeliydik. Sen gezerken Meuse ırmağının kenarında -o sıra zihnin bir gemiyi batırmanın kağıtlarımıza bırakacağı
derin göçüğü düşünüyor olsun- karşıdan gelmek istiyorum. Üzerime giyeceklerimi düşünmekten çok gözlerime dizeceğim harfleri düşündüm Kırmızı. Biz seninle göz göze gelirsek aynı alfabeyi bildiğimizden, tanıdıklığımızın kır kokusu sinecek gemilere şaraplar içirmeyi keşfetmiş zihnine. O an anlayacağım seni inan bana, bilincini parçalayarak yazdığın bütün o şeyleri, herkese uzattığın o aynadaki yıldızları söndürülmüş, nezleli kenti görebileceğim. İnan bana görebilirim. İkimizde anlaşılabiliriz.
Kırmızı, çok kırığım. Bozguna uğradığım anların; gösteremediğim cesareti,
kınından bir türlü çekemediğim sözleri
yürüdüğüm yola ve ayaklarıma batıyor. Ne olurdu Kırmızı, bir kez göz göze gelsek? İncileri mi dökülürdü sanki zamanın? Zaman öldürülmüşlerin göz göze gelememelerin şarkıcısı, bizim için de söyledi sanırım çok uzun bir şarkıyı. Söz yitirebilirdi o an, dünyanın ilk anlarından beri büyüyen tesirini. Yalnız irislerin ebedi mührü kalabilirdi lisanlar üzerinde. Ama kalamadı.
Zamanın şarkısını dinliyorum Kırmızı. Birbirine yapışmış yorgun parmaklarım bir yumruk olmaktan ölesiye uzak. Un ufak eden bir değirmenden geçirildi neyim varsa. Küçücüğüm, bir karıncanın ağız kokusunu bile duyumsuyorum.
Yaşayıcılar Kırmızı, keyifle içebiliyorlardı hayatı, zihinlerinde hazmedilmemiş, ağrılar yapan tortuları yoktu. Sığ beyinliydiler, benim gibi derinlik içe içe gençliğini hiçetmeye uğraşanını görmedim. Yaşayıcılardan değildim. Ben öldürülmesi üzerine derin düşünüşler yaratan bir ankanın yaşama sevincindendim. Oralıydım Kırmızı, oradandım. Çıkrığı bozulmuş acı sular taşıran çok derin bir kuyudaydım. Sussuzdum, sussuzluğum diniydi çöllerin, şırıldamaya korkan o suların. Koptu sıralı dizili incilerim. Zihnimdeki kar dolu mevsimden, üzerinde frakları olmayan taşralı seni, ait olduğun zamana göndereceğim. Susmalıyım artık. Kelimeler incilerim kadar kırık değil.
Hoşçakal Kırmızı,
Kalbinden sarkıttığın salıncaklara,
Dünyaya diş bilediğin
Ve bir kavgayla doldurduğun zihnine
Hoşçakal...
Hoşçakal Kırmızı.