- 654 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
751 – YALAN DÜNYA
Onur BİLGE
“Dün öz annemi rüyamda gördüm. İki gündür görüyorum. Hiç görmezdim. Galiba beni düşünüyor. Anneler gününde arayamadım. Aslında o annemden yardım isteyebilirdim ama hiçbir şey istemedim. Arasam ne olacaktı ki! Utandım. İşim yok. Zor durumdayım. Onun da üzülmesini istemedim. Küçücükken beni başkasına vermiş, verebilmiş ama yine de ne olursa olsun o da bir anne.
Bir ara geçici bir işe girmiştim İstanbul’da. Bu okulun derslere devam mecburiyeti yok ya... Zaten Tıptan sonra çok kolay gelmişti dersler bana. İşte o işyerindeki büyüklerimi gördüm. Ben oraya müdür olarak gelmiştim. Aç tavuk, düşünde darı görürmüş. Yalnız, dediğim yer, sıradan ve küçük bir yer değil ve ben İstanbul Deri Organize Sanayi Bölgesi Bölge Müdürü olmuşum. Olacak şey değil ama olmuş! Rüya işte! Yalnız çok güzeldi! O kadar mutluydum ki!
Güya o eski işyerime dolmuşla giderken annem de dolmuştaymış. Hal hatır soruyor. “Neler yapıyorsun?” diyor. Ben de “Çalışıyorum. İşe gidiyorum.” diyorum. Sonra dolmuştan iniyorum. Bizim işyerine epey bir yürüme mesafesi var. O yolda yürürken şoförlerimiz yolda top oynuyorlar. Çok neşeliler. Beni görünce yanıma gelip, birisi diğerini şikayet ediyor. “Ne yapıyor?” diye soruyorum. “Hile yapıyor!” diyor. “Dur bakalım!” diyorum. Ben müdürüm ya... Telsizi alıyorum. Güya o kişiyi arıyorum. Onu sorgula çekiyorum. Telsizi kapatmadan, diğeriyle konuşmasını dinliyorum. Ona da bana anlattığının tam tersini söylüyor. Yanımdakine “Onun yerine sen geçeceksin! Bundan sonra onun işini sen yapacaksın!” diyorum.
Sonra işyerine giriyorum. Herkes işinin başında... Yalnız danışmada çalışan kız yok. İşten çıkmış. Satın alma bölümündeki kız da yok... Diğerleri çalışıyor.
Anlayacağın çok değişik bir rüyaydı. Galiba yine iyi bir iş bulacağım ve orada kendi çabam ve çalışkanlığımla bir yerlere geleceğim. Enteresan değil mi?”
“İşte dünya hayatı da işe aynen böyledir. Okursun, mezun olursun, işe girersin, şef olursun, müdür olursun, patron olursun, ağa olursun, bey olursun, padişah olursun, öldün mü hiç olursun!”
“Keşke hiç uyanmasaydım dede! Uyanınca bütün mutluluğum yok oldu!”
“İnsanlar da ölünce uyanırlar. Bir de bakarlar ki ellerinde hiçbir şey kalmamış! Sultan Süleyman şöyle vasiyet etmiş: “Ben ölünce tabutumu götürürken bir elimi dışarıda bırakın ki boş olduğunu, koskoca Sultan Süleyman’ın bile bu dünyadan öteki dünyaya hiçbir şey götüremediğini tebaam görsün de ona göre hareket etsin!” O öyle bir padişahtı ki! Ölüm onu bile buldu. Ne saltanatı kaldı, ne varlığı! Yokluk Ülkesine göçüp gitti. Niceleri göçüp gitti de kara toprakta yitti!”
“Ölüm ne kadar acı, dede! Her şeyi bir anda yok ediyor! Ne mal mülk bırakıyor, ne şan şöhret, ne de beden!”
“Onun için dünya hayatı, bir oyun ve bir eğlenceden ibarettir işte! Benim en ilginç tarafım nedir, biliyor musun? Ben bir hayalperestim. Hayallerle gerçeğin arasında fark görmem.”
“Nasıl yani? Sebebi ne?”
“İkisi de yaşanır ve mazide birleşir. Aynı anlama gelir neticede. Hayat da yaşanacak ve hiç yaşanmamış gibi olacak değil mi nihayetinde! Yazarken düşler yaşarım. Yaşadım sayarım. En azından yazdıklarıma geri döner, tekrar yaşarım ama yaşamış olduğum gerçek hayata geri dönüp de onu tekrar yaşayamam.”
“Yaşamak ister miydin dede? Ya da hayatının hangi bölümünü tekrar yaşamak isterdin? Gerçi hayatın hakkında pek bir şey bilmiyorum ve onu çok merak ediyorum diye bana kızıyorsun ama yine de öğrenmek isterim. Sakıncası yoksa söyler misin?”
“Hayatımın Antalya’da geçen kısmını tekrar yaşamak isterdim!”
“Nasıldı? Çok mu mutluydun oradayken?”
“Hayatım alt üst oldu oradayken! Dükkânlar açtım, iflas ettim. Yiyecek ekmeğe muhtaç kaldım. Karımdan ve çocuklarımda ayrıldım. Hayatta çekilebilecek ne kadar dert varsa geldi başıma!”
“Hayretler içindeyim! Yani sen şimdi geriye dönmen mümkün olsa yine Antalya’ya gider ve o yaşadıklarını tekrar yaşardın ha? Hem de en çok hayatının bu bölümünü tekrar yaşamak isterdin, öyle mi? Sen mi sorumu yanlış anladın, yoksa ben mi dediklerini yanlış anladım?”
“Yok! Doğru anladık ikimiz de ama bitmedi. Ben Antalya’da aşkı buldum! Her iki anlamdaki aşkı da... Onca keder, sıkıntı ve bunalımın içinde acısıyla tatlısıyla aşk beni o kadar mutlu etti ki tarifi imkânsız! Daha fazla sorma, tamam mı! Teferruat isteme benden! Biliyorum, meraklısındır, sormadan edemezsin ama anlattığım kadarıyla yetinmeni rica ediyorum.”
“Çok merak ettim şimdi orada olup bitenleri! Öğrenemezsem merakımdan çatlarım ama madem ki istemiyorsun...”
“Detaylar Semiray’da... O da bir süre daha susacak. İnşallah, imkân hasıl olur da yazdıklarım yayınlanırsa o zaman kitap halinde okursun. Anlatmakla bitmez! Bilmem kaç cilt kitap olacak!”
“İnşallah en kısa zamanda öyle bir imkân doğar da ben de meraktan kurtulurum! Ah dede! Bir de bakmışım, kitap çıkmış! Hemen almışım elime, o anda başlamışım okumaya! Hele evde nasıl zevkle okurum, biliyor musun? Önce bir kahve yaparım kendime. Şöyle bardakta... Kışsa gömülürüm koltuğun birine, çekerim battaniyeyi üstüme... Yazsa çıkarım balkona, uzanırım şezlonga... Elimde hayatının en güzel döneminin anlatıldığı kitap...”
“Ben de merakla bekliyorum. Yaşandı ve bitti o günler de. Rüzgâr gibi gelip geçti. Yalnız o günler değil, koca bir ömür saman alevi gibi geçti gitti. Ne kaldı ki geriye!”
“Neler olmuştu, neler yaşamıştın, neler hissetmiştin kim bilir dede!”
“Sahi Işıl, neler olmuştu? Nelerle cebelleşmiştim? Neler hissetmiştim? Hepsi yalan oldu! Elimde tek aşk kaldı. Allah aşkı!..”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 751
YORUMLAR
İşte dünya hayatı da işe aynen böyledir. Okursun, mezun olursun, işe girersin, şef olursun, müdür olursun, patron olursun, ağa olursun, bey olursun, padişah olursun, öldün mü hiç olursun!”
Ne kadar anlamlı ve özlü bir cümle bu? Yazının özeti gibi.
Yazı da çok güzel. Başım ellerimin arasında. Düşündüm kaldım.
Selam ve Saygıyla ONUR...