- 326 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
MÜSLÜM GÜRSES ÜZERİNE BİR BİYOGRAFİ DENEMESİ
MÜSLÜM GÜRSES ÜZERİNE BİR BİYOGRAFİ DENEMESİ!
1953’ün 7 Mayıs günü Şanlıurfa’nın Halfeti İlçesi’nin Fıstıközü köyünde dünyaya merhaba der Müslüm Akbaş. Evet, Evet Yanlış duymadınız. Müslüm Gürses, Müslüm Akbaş olarak dünyaya gelir ve daha sonra Gürses soy ismini alır. Babası Mehmet Akbaş, annesi Emine Akbaş, kardeşleri Ahmet ve Zeyno ile zor koşullarda hayat mücadelesi vermektedirler o zamanlar. Gün gelir, o zorluklardan bir nebze kurtulmak için Akbaş ailesi de gurbet yollarına düşer.
Bir umut, daha rahat yaşama uğruna geldikleri Adana’ya yerleşirler. Burada Annesi Emine Akbaş hasta düşer. Gerçekten de ciddi bir rahatsızlıktır bu. Günler birbiri ardına geçerken Müslüm Gürses, önce annesi Emine Hanımı ve daha sonra da kardeşi Ahmet’i kara toprağa koyar. Artık yaşam Müslüm Gürses için daha da zordur. Asıl mesleği terzilik olan Müslüm Gürses (yaşamının bu bölümünü özellikle paylaşmak istememiştir) zaten içine kapanık bir kişiyken yaşadığı bu acılarla daha da içine kapanık bir kişiliğe bürünmüştür.
“Talih Kuşu Bir Gün de Şaşırır Bize Konar”
Hayatının her döneminde olduğu gibi yine tek dostu tek sırdaşı müzik olmuştur. 1968 yılında, yaşadığı Adana’da çay bahçesinde bir ses yarışması düzenlenir. Bu yarışmaya katılmayı çok isteyen Müslüm Gürses, babasının engeli ile karışlaşır. Ama bu yarışmaya katılmaya kararlıdır. Bitpazarına koşar kendine bir kıyafet alır ve yarışma gününü beklemeye başlar. Yarışmanın yapılacağı günün bir gece evveli, baba Mehmet Akbaş, yarışmaya gitmemesi için uyurken oğlunun saçlarını kesmiş ama bu bile engel olamamıştır Müslüm Gürses’e. Yarışmaya katılmıştır. Ve o ses yarışmasından birinci olmuştur. Gürses olan soy ismini de o zamanlar almıştır.
Bir müddet o çay bahçesinde çalışan Müslüm Gürses, daha sonra yine asıl mesleği olan terziliğe geri dönmüştür. Küçük terzihanede ekmek parasını kazanırken, o meşhur şarkısında söylediği gibi "Talih Kuşu Bir Gün de Şaşırır Bize Konar" sözü gerçek olmuştur. Talih kuşu şaşırmış Müslüm Gürses’i o terzihaneden alıp bizlere getirmiştir.
Mehmet ismindeki arkadaşı alır bir gün Müslüm Gürses’i bir gazinoya götürür. Çünkü o gün o gazinonun assolisti Sadık Altınmeşe hastalanmış ve sahneye çıkamayacaktır. Mikrofon Müslüm Gürses’i beklemektedir. Müslüm Gürses o mikrofonu eline alır bir daha da asla bırakamaz.
Morg’dan plakçılar çarsısına...
Müslüm Gürses, 69 yılı sonu ve 1970’in başlarında “Unkapanı piyasası"nda kabul görmeye başlar ve şöhretin kıyısına adım atmayı başarır.... İlk plağını henüz doldurmuş, acılı hayatlarla yeni, yeni tanışmıştı; elbette acılı hayatlar da onunla...
O günlerde, ne yüz binlik Gülhane konserlerinin yıldızıydı ne de “jiletli fanatiklerin” kahramanı... “Arabesk yıldız avcısı” Yeşilçam yapımcılarının da dikkatini çekmemişti henüz. Unkapanı’ndaki arabesk müzik piyasasının "şöhrete giden yolu arayan" genç yeteneklerinden biriydi sadece. Sık, sık Anadolu turnelerine çıkıyor, kalabalık kadrolu konserlerde, kendine özel yorumu ve sahne sıcaklığıyla sivrilmeye çalışıyordu kendince.
Tarsus - Adana yolunda bir araba kaza yapar. Şoför ölür, yanındaki taşralı delikanlı ise öldü zannedilip morga kaldırılır. O taşralı Müslüm Gürses ten başkası değildir. Kaza yoğun turne programlarının birinden geri dönerken gerçekleşir ve otomobil paramparça olur. Direksiyon başında uyuya kalan şoför, kaza anında ölmüş, kendisi ise gözlerini morgda açmıştır! Evet, evet... Çünkü başı ve vücudu o kadar darbe almıştı ki bu yüzden ölmüştür denilerek morga kaldırılır.
Morgda doktor ölüm raporunu bile tutar. Parmaklarını ve daha sonra elini oynatarak ölmediğini belli eder. Ameliyata alınır. Günlerce yoğun bakımlarda kalır. Kulaklarında ağır duyum kaybı ve koku alamama gibi kalıcı hasar bırakır bu kaza Müslüm Gürses’in vücudunda. Ama yaşama tutunup hayatta kalmayı başarır.
Kokuları hissetmiyor!
Kulağı az işitecek, yavaş konuşacak, koku alamayacak hatta en güzel kokuyu bile “ispirtodan” ayırt edemeyecektir artık. Bu arada günlük yaşamında çok dikkatli hareket etmek zorunda kalacaktı. Yani, kafasına alacağı en ufak darbede kör kalma hatta ölüm korkusuyla yaşayacak; üstüne üstlük, hiç dinmeyen baş ağrıları hayatı boyunca onu hiç terk etmeyecekti... İşte belki de o kaza günlerinden kalmadır ki hep kader diyecek, hep ölüm diyecek, hep acılardanbahsedecek, sahnede de hep böyle ağır takılacaktı!
Hep düşünceli bir hali varmış gibi görünecek, iri cüssesine rağmen ayakları yerden kesilmiş de havada sallanır gibi duruyor izlenimi verecek, “Kafası 1500" diyenlerle içten içe dalga geçer gibi, “Beni bilmeyenler desinler ayyaş, bir kadeh daha ver, ver yalvarıyorum” şarkısını mırıldanacak, lakin yaşadığı kaza ve vücudunda kalan ağır hasarı hiç belli etmeyecekti.
Ve belki de tüm bu "acılı ve kaderli" şarkılar sonucunda varoşlardaki kaybedenlerin sesi olacaktı."Bu Han Garp Yatağı" , "Hasta Düştüm Allahım","Ulu Tanrım Bu Ne Çile" diyecek, "Bu Kadar İşkence Günah" diye haykıracak "Yeter Tanrım Yeter" diye yakaracaktı. Tüm bu şarkılar, ağır hasarlı bir trafik kazası kurbanının ifade biçimiydi aslında. Hep damardan dile getirdiği ifade biçimi...
Yorumladığı şarkılarda acıları kayda geçirecekti zaten;
“Öyle ya yıllar sonra
Aklımdan çıkmıyor veda edişin,
Bütün duygularım ağır yaralı,
Beni kalbimden vurdu veda edişin,
Bütün duygularım ağır yaralı"
Müslüm Akbaş olarak hayata başlayan,Müslüm Gürses diye devam edip giden ve sevenlerinin her daim “Müslüm Baba!”dediği Müslüm Gürses’in seveni de sevmeyeni de farkında ki, o kaybedenlerin şarkılarını söylüyordu, kaybedenlerin ve daima kaybedecekmiş gibi hissettirilenlerin şarkılarını.
Onun sihrini ne sosyologlar, ne sosyal psikologlar, ne de müzik araştırmacıları tam olarak çözemedi. Hoş, o da bilmiyordu ya, kaşla göz arasında parıldayarak uçan jiletin damarla buluşmasındaki sırrı. Ölüm ve kederi harmanladığı şarkılar da söylüyor; neşeyi ve umudu aktaran şarkılar da!
Kusursuz ses...
Sesinin tınısı ve ses kalitesi ne tesadüftür memleketim Niğde Üniversitesinden bir bilim insanınca araştırma konusu edilip, Japonya da en gelişmiş ses laboratuarlarında incelenerek"kusursuz" bulunacaktır. Bu kusursuz sesiyle ezilenlerin kulağına fısıltı modunda girerek onları kendinden geçirtebiliyordu. Yıllar yılı “Baba” lakabını etiketine eksiksiz işleyerek, sevenlerinin gönlünde taht kuruyordu. Alkışlarını haklı olarak beklerken, seyircisinin yapacağı “sevgi taşkınlıklarından" da korkmadan edemiyordu. Şarkılarını sesinin orijinal tınısıyla buluşturup damardan okuyor, kimi zaman yaşam biçimi müziğini dinleyenlerle örtüşüyor, ama bazen de fire verip dinleyicisini kaybettiği oluyordu.
Müslüm Baba’nın değiştiği hatta medyatikleştiği öne sürülse de yeni kentli ve kaybetmişlerin müziğini yapmaya devam ederek bulunduğu konumda kalmayı yıllar yılı başarıyordu.
Müslüm Gürses gerçekliğini yaratan sosyolojik alt yapı...
Ülkenin kentleşme rotasının çizildiği 60’lı yılların sonunda büyük kentlere göç desteklenmiş, hatta bir tür seferberlik haline dönüşmüştür. Göç edenler; bu durumdan memnundur ilk başlarda. Öyle ya; kentli olmak; Yeşilçam filmlerinde gördükleri modern hayatın ışıltıları ve çocuklarına daha iyi bir gelecek demekti. Ama bu kahrolası kentin içinde kaybolup gitmek de vardı.
Çünkü kapitalist düzende ne iş bulma garantisi vardı, ne aş, ne de insanca yaşam olanakları... Bu yüzdendir ki durmaksızın kederlenen hayatlar çıkacaktı ortaya! İşte bu dışlanmışlık, bu bir türlü suyun üzerinde duramama hali, kendi tesellisini de yaratacaktı. Hem de bir müzik akımı ve yaşam biçimiyle...
İşte, büyük kentlere akan göçle monoton yaşamının değiştiği, dış mahallelerden içe doğru canlılığın başladığı bu tarihlerde, 1969 da Unkapanı Müzikçiler çarşısında bir ses yükselir... Ses, yaralı gönülleri çelmektedir;
"Sevda Yüklü Kervanlar, Senin Kapından Geçer". Herkes birbirine sorar, kim bu? O sesin sahibi Halfeti doğumlu Adanalı delikanlı Müslüm’dür. Plağın satışı, bir anda üç yüz bine ulaşır. Bu satış, müzikçiler çarşısı için beklenmedik, dudak uçuklatan bir rakamdır. Piyasa yeni kentli, çoğu vasıfsız genç nüfusun kulağına kiminle gireceğini birden keşfetmiştir.
“Hayatın Haracını Birlikte Yemenin” adı ve büyük aşkı Muhterem Nur...
Sanki onlardan biri olma haliyle nasihat eder hep yeni kentlilere. Mesela, "Aldanma Çocuksu Mahzun Yüzüne, Mutlaka Terk edip Gidecek Bir Gün" der. Müslüm Gürses şarkıları artık İstanbul’u aşmış, bütün Anadolu’yu sarmıştır... Ezikler, yalnızlar, kayıplar, kasabalılar, yeni kentliler, karşılıksız kenar mahalle sevdalıları, dertliler, kederliler, Müslüm Gürses’in sesi ve sözleriyle adeta kendilerinden geçer. Peki, Gürses’mi dinleyicisini yaratmıştır, yoksa dinleyicisi mi Gürses’i? Bu sorunun yanıtı belki şarkı sözlerinde gizlidir.
Kentin içinde yolunu bulamayanların kederini, istan ve öfkesini taşır bu sözler. Ama şarkılarda ve sahnedeki duruşunda bir kabullenme ve boyun eğme de vardır. O atışmalar, çelişkiler, aşk üzerinden dillendirilir... Kız zengindir oğlan fakir, bu yüzden kavuşamamıştır. Ya da tam tersidir. Kırık, dökük bir sevdadır anlatılan, ama ihanet hep öteki taraftan gelir, yani zenginden, yani kentin anahtarını elinde tutandan. Müslüm Gürses repertuarı, isyanı, kahrı, acıyı, aşkla tamamlamaya çalışan ama bunu yaparken biraz daha acıyı çoğaltan şarkılardan oluşur.
Kendisi ise, Muhterem Nur’da şarkılarının aksine karşılıklı aşkı bulur. Yaşamının son 32 yılını“yaşamın haracını birlikte yiyelim” sözüne sadık kalarak birlikte geçirdiler. İlişkileri diğer meslektaşlarının aksine hiç bir dönem magazin basınında yer almadı. Birbirlerini tanıdıktan sonra, adeta geçmişlerini silerek birbirlerine bağlı kaldılar. “Piyasa koşulları"nın el vermediği rafinelikte bir birliktelik yaşamaları, kanımca Müslüm Gürses’in ve Muhterm Nur’un insan gibi insan olma özelliklerinin tezahüründen başka bir şey değildir.
Dostlarının, hayranlarının ve tüm müzik severlerinin kulaklarında Müslüm şarkılarının tınısı baki kalacaktır.
Ruhu şåd olsun.
YORUMLAR
'Asıl mesleği terzilik olan Müslüm Gürses (yaşamının bu bölümünü özellikle paylaşmak istememiştir) zaten içine kapanık bir kişiyken yaşadığı bu acılarla daha da içine kapanık bir kişiliğe bürünmüştür"
Doğrusu terzilik çok zor bir zenaattir.
Bundan da doğrusu; kırdan kente göç edenlerin, gecekonduluların sesi sözü ve "babası" olmak terziliğe görece daha kolaydır Müslüm Akbaş için. Yalnız atladığınız bir iki husus var. Adana Halkevi ve kardeşleri ile olan yaşanmışlıkları.
Göksel Rıza
Yorumunuz için teşekkür ederim.