- 423 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AT DA VUR İSMEYİL EMMİ
ATTA VUR İSMEYİL EMMİ İki köy arasında geçen mizahi yönde arazi savaşları
Dalgara Dağları Kervansaray Dağları’nın Dalakçı köyü ile Karacaören köyü arasında bulunan hayvan yaylımına oldukça elverişli, otlak mı otlak, üzeri çeşitli ağaçlarla bürünmüş adeta bir orman görünümünde olan bir koludur.
İki köyün arazi taksiminde dağın “İnek Deresi” diye tabir edilen kısmı Dalakçı köyüne, “Değirmen yolu” diye adlandırılan yeri ise Karacaören köyüne taksim edilmişti.
O yıllarda geçimini hayvancılıkla temin eden köylüler, hayvan otlatma yerlerinin az olmasından dolayı birbirlerinin arazisine tecavüz etmek durumunda kalıyorlardı. Yine bunun yanında iki köyün de pekmez ve bulgur kaynatmak için yakacak gereksinimi Dalgara’daki ağaçları, çalıları kesmek suretiyle tedarik etmeleri, bunun için de aynı otlatmada olduğu gibi kaçak yollara başvurup birbirlerinin arazilerine girmeleri ufak tefek dövüşlere neden oluyorsa da araya giren büyüklerin telkinleriyle olaylar büyümeden kapatılıyordu..
Zamanında “At Kuyusu” denilen mevkide ‘Abile’nin kuyusu’ yakınında Karacaören’e ait bir tarlanın Dalakçı’lı Tilki’nin oğluna satılmasıyla Dalakçı köyüne geçmesi, Karacaörene ait hayvanların köyün arazisinde otlarken ister istemez bu tarlaya girmesi, Tilki’nin oğlunun da buna kızarak çobanları dövmesi bardağı taşıran ilk damla oldu.
Köye gelen çobanlar gerek hayvan sahipleri, gerekse köyden onlara katılanlarla bir olup tarlaya tekrar gelmesiyle onları gören Tilki’nin oğlunun sağa sola usulen ateş ederek atına binip katil olurum korkusuyla Dalakçı’ya kaçması, Karacaören’lilerin de tarlada kalan yamçıyı, kamçıyı, kağnıyı alarak köylerine götürmeleri bardağı taşıran ikinci damla oldu. Bunu duyan Dalakçılılar da başka bir gün Dalgara’da tandırda yakacak için ağaç kesen bir Karacaören’liyi döverek kağnısını yakarlar. Bu ve buna benzer olaylar uzun süre devam edip gider. Yine araya giren iki köyün aklıselim kişileri işi yatıştırmayı başarsalar da olayların önü arkası kesilmez.
Günün birinde akşama yakın bir vakitte Yerköy’den buğday satıp dönen yedi- sekiz Dalakçılı Hacı Mustafa’ların ‘misafir alan’ odasında misafir kalıp ağırlanırlar. Çok yorgundurlar. Oda da laf koyu geldiğinden vakit bayağı gecikmiş, haliyle dört beş kilometre yolu yürümeyi göze alamadıklarından orada yatıp yorgunluk gidermeye karar verirler. Gecenin ilerleyen saatlerinde oda sahibi “Arkadaşlar sabah erkenden işçiler Dalgara’ya odun kesmeye gidecekler, erken yatıp erken kalkalım” diyerek altlarına yataklarını serdirir. Sabah kahvaltıdan sonra işçiler erkenden Dalgara dağına odun kesmeye giderler. Bir saat kadar sonra da misafirler kahvaltılarını yapıp köylerine dönerler.
Onlar köylerine gittikten sonra Hacı Mustafa’nın kafasına kuşku girer.
“Dalakçılılar odun kestireceğimizi duydular, sakın bizim işçilere bir oyun etmesinler” diyerek silahını kuşanıp atına atladığı gibi Dalgara’nın yolunu tutar. Oraya vardığında korktuğuna uğrar. Bir de ne görsün, şüpheleri onu doğru çıkarmış, kağnıları devrilmiş, işçileri dövülmüştü. Silahını belinden çıkarıp onlara doğrulturken “Ula dürzüler, şimdi size ‘Güccük burnunu’ dar ederim. Aşam yidiğiniz yemeğan, yattığınız yatağan hiç mi hatırı yok, yaptığınız ayıp dağil mi dürzüler” diye Dalakçılılara bağırıp çığırır.
Kavgalara arada sırada silah karışmakta, haliyle de kurşunla yaralananlar olmaktadır. Bunlardan babasının yumuşunu tutmayan Abile’nin Omar onun “İnşallah sırtından vurulun da gövden gara yere gelir” diye intizarını alarak sabah erken evden çıkar. Tesadüf bu ya öğleden sonra çıkan dövüşte bir Dalakçı’lının mavzerinden çıkan mermi sırtını sıyırıp geçer ve yaralanır. Bunu duyan babası “Oğlum ben ne halt ettim, intizarım tuttu da sen yaralandın” diye elleriyle dizlerini döverken o sırada yanlarına gelen bir köylüsü “gardaşlık senin intizarın tutuyor, bir de benim şu deli oğlana etsen de o da yaralansa” derken orada bulunanlar güldüklerini belli etmemek için öte dönüyorlardı.
Bu dövüşlerde yerine göre çok gülünç olaylar oluyordu. Bazen Dalakçı’lıların, Karacaören’lileri esir alıp kır bekçisi Kör Halil’in elindeki mavzere güvenerek onu ayakta diktikleri Karacaören’lilerin başına bekçi diktiklerini, kendilerinin de o uzun boylu adamların gölgesinde yatıp istirahat ettiklerini kasıla kasıla anlattıkları oluyordu. Bir başka zamanda bunun tersi yaşanıyordu. Dövüşlerin birinde Dalakçılılar kıstırdıkları kendilerinden az kalabalık Karacaören’lileri ‘Sandık Kayası’ndan İnek Deresi’ne’ doğru kovalıyorlardı ki Ezi ve yanındaki birkaç arkadaşının direnciyle karşılaştılar. Ezi denilen kişi kafadan biraz noksan, güçlü, kuvvetli, vurduğunu un eden birisiydi. İki rakip köylü adam birbirine vurmaktan yorulmuşlar, elleri ayakları tutmaz olmuştu. İçlerinden birisi “Gardaşlık yarine gıran mı girdi, şimdi yorulduk, dinlenip yarin galdığımız yerden devam ederiz”
Taarruza geçen Dalakçı’lılar, Ezi’nin darbeleriyle bir bir yere serilirken Dalakçı’lı Behri’nin Memmet, “Gürrük İsmeyil’in köpeği on Karacaören’liyle başa çıkıyor da bir Ezi’yi yirmi Dalakçılı durduramıyor, aman gözünüzü seveyim Ezi’yi durduralım” derken kendisi de ondan birkaç darbe alıp yaralanıyordu.
Kendisini biraz toparladıktan sonra eline geçirdiği bir kürekle Ezi’ye arkadan yanaşıp kafasına vurmak suretiyle onu saf dışı bırakması bir oldu.
Silahlı çatışmalar gündüzleri ara sıra devam ediyorsa da akraba olan iki köylü akşam el ayak çekilince birbirine geçmiş olsuna gidiyorlardı. Yine çıkan silahlı çatışmaların birinde Karacaören’li Bal Memmet de ayağından giren bir mavzer mermisiyle yaralanıyor, iki köyün arasındaki kavga gün geçtikçe ciddi kavgaların çıkmasına gebe oluyordu.
Güdük İreşid’in Hasan yanında bulunan altı yada yedi arkadaşıyla beraber Kayabağlar’ı mevkiinde bulunan bağlarını belliyorlardı. Tam o sırada Hacı Mustafa’ların bilmem kaç sürü davarı (koyun-kuzu) Dalakçı’ların Dalgara’daki arazisine girmiş, çobanı korkutmak için kır bekçileri havayabir iki el ateş açmışlar, çobanlar da gidip köyden yardım alıp gelmişler. Haliyle eskisinden daha büyük dövüş başlamıştı. Hasan arkadaşlarıyla bağ belleme işini bir yana bırakarak koşarak doğruca Kozluca’da bağ belleyen arkadaşı Yağcı Hacı’nın Omar’ın yanına varır. Onunla ortak oldukları tabancayı alarak koşmak suretiyle Fettah Deresi’ne ulaşarak sağa sola ateş etmek süretiyle dövüşe katılır. Henüz on yedi ya da on sekiz yaşlarında ve cesur bir genç olduğundan gözü korku nedir bilmez. Dalakçılı kır bekçisi Kör Halil onu birkaç kez gördüğü için tanımıştır.
Halil, asker arkadaşının oğlunu korkutmak için mavzeriyle yere birkaç mermi sıkar, bunlardan birisi taştan sekerek genç Hasan’ın diz altı kaba etinden girip öbür taraftan çıkar. Yetişen Omar tabancayı Hasan’ın elinden alıp onun amca oğlu Moru’nun Ali’ye teslim ederken Hasan’ı da birkaç kişinin yardımıyla at arabasına yükleyerek köye getirip babasına teslim eder. Yaralı Hasan, Kırşehir Devlet Hastanesi’ne oradan da Ankara’ya sevk edilir.
Aradan bir ay geçtikten sonra Hasan’ı hastaneden köye getiren Güdük İreşid Yağcı Hacı’nın evine gider. Sağdan soldan konuştuktan sonra “Bizim kapımızda bir ’melerimiz mi’ (koyun-kuzu) var da Hasan ile Omar Dalakçı dövüşüne katılıyorlar. Varsın gitsin Keloğlan’ın uşağı ile Hacı Mustafa’nın uşağı dövüşsün” diye öfkesini orada atarak üzüntüden oturup oğlu için ağlar.
Karacaören’lilerin saldırılarından birinde Sandıklı Kayası’nda mevziye yatan dokuz ya da on Dalakçılı, Ali Sayıd’ın mavzerine güvenmekte, o meretinde mekanizması pas tuttuğundan bir türlü ateş edememektedir. Korkudan herkesin eli ayağı titrerken kalabalık olan Karacaören’liler de oraya doğru yaklaşmaktadır. İçlerinden biri “Mavzere sidik işenirse belki pası açılır” diye teklifte bulunsa da heyecandan kimse bu görevi yerine getiremez. O sırada orada bulunan dokuz on yaşlarındaki Bakkal Osman’ın oğlu Süleyman’ın mekanizmaya sidik işemesiyle tüfek atışa başlar. Bunun üzerine Karacaören’liler Ağaçalı çeşmesine doğru ağaçların arasından kaçarlarken bazıları da acemi toy gibi dümdüz arazide kalırlarsa da aslında tüfeği kullanan Ali Sayıt onları korkutmak için hedefe değil de boşluğa ateş etmektedir.
İşin gırgırında olan Dalakçılılar da güya bazı Karacaören’lerin Ağaçali çeşmesinde çamaşır ve yün yıkayan kadınların arasına saklandıklarını (yıllar sonra) gülerek anlatırlar.
Karacaören’liler Ağaçalı çeşmesine doğru kaçarlarken Duman’ın İsmeyil de (Tilki’nin oğlu) önceden her ihtimale karşı (belki Karacaören’liler Dalakçıya saldırabilir) tedbir olarak yanına aldığı yirmi kadar köylüsüyle Dede Dağı’nın tepesinde elde mavzer sipere yatmıştı. Kendisi dağın en tepesinde mevziye yatarken arkadaşları da sırtları köy tarafında kalmış, önleri Karacaören yönünde yatarak siper almışlardı. Duman’ın İsmeyil ’in bir gözü Ağaçalı’ya doğru kaçan Karacaörenli’ler de, bir gözü de arkasında bulunan köylülerinde, elde tetik sessizce beklemektedir.
“Vuur İsmeyil emmi vuur, at da vuur” diye arkasındaki bir Dalakçılı’nın gürlemesiyle ortadaki sessizlik birden bozuldu. Biraz düşünen İsmayıl ağa estağfurullah tövbe geçirdikten sonra “Dürzünün yidiği şu boka bak, beni gaza getirip katil edecek her hal” deyip içinden bir küfür savurdu. Tekrar eski vaziyetini alarak el tetikte bir göz önde, bir göz arkada hafifçe geriye dönerek o gür sesiyle “Haydi attım da iki yapağalı Karacaören’li’yi vurdum, ammaaaa, aşam eve gidacaaam, dağa gidecek daalim” diye anlayana manalı bir söz edip tabakadan bir sigara sarıp yaktı.
Bu arkası gelmeyen dövüş ve kavgalarda Dalakçı’lıların Karacaören’e ait birçok at, öküzü, davarı, ineği, danayı rehin alması, kağnı ve at arabalarını yakması sonunda işi Jandarma’ya intikal etti. Kümbet ile Dalakçı köyü arasında çıkan kavgalarda cinayet işlenmesi ve bunun akabinde aynı şeyin ’Karacaören ile Dalakçı arasında da olur korkusu’ ağır bastı. İki köyün ileri gelenleri uzun süre bir araya gelerek bu işe bir son verdiler.
Habip Arıöz’ün gayretleriyle Karacaören hakkını savunmak için Müfit Hoca’yı avukat tuttu. Uzun süren mahkemelerin neticesinde iki köy arasında yeniden sınır çizildi. O günler mazide kalırken şimdi dost olan bu iki köy halkı yaşananları “Sen şöyle yaptın, ben böyle yaptım” diye şaka vesilesi yaparken o yerler şimdilerde orman idaresince ağaçlandırılarak orman ve piknik alanı oldu.
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR 25 06 2012 GERÇEK YAŞANMIŞ ÖYKÜLER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.