- 612 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
749 – MÜRTED
Onur BİLGE
“Dün söylediğin sözler kafama takıldı dede. Epey bir düşündüm. Senden çok şey aldım. Anlattıklarından etkilendim. Bu sabah dedim ki kendime: “Işıl! Kafayı yiyeceksin! Düşünme daha fazla! Düşündükçe senin için dünyanın, sadece kendin olduğun sürece var olduğunu idrak ediyorsun. O zaman da hiçbir önemi kalmıyor.” Neler idrak edebilmişim bak! Gelişme sürüyor.”
“Aferin Işıl! Kafanda çöp kırmak lazım! Bu Aferin’imi al, iyi sakla, bayramda harcarsın!”
“Sonra acıklı bir şarkı dilnledim. Kendimi tutamadım ağlamaya başladım. Belki ağlamalarım da fayda ediyordur. Beni geçmişe götürdü. Çok küçükken annemle beraber Türk musikisinin en ağır şarkılarını dinlerdik. Önünde arkasında dolanır dururdum. O günleri hatırladım ve ağladım.”
“İnsan, ağlayabildiği kadar insan, Allah’ı bilebildiği kadar kuldur.”
“Sana anlattığım her şey içten ve doğrudur, bilmeni isterim. Aşağı yukarı bütün hayatımı öğrendin ama ben senin hakkında pek fazla bir şey bilmiyorum ve bu hale hangi aşamalardan geçerek geldiğini merak ediyorum. Bunun için bana kızma sakın!”
“Ne kadar meraklı olduğunu ve yakınımdaki herkese hakkımda sorular sorduğunu biliyorum. Benim kim olduğumu araştırıncaya kadar Allah’ı araştırsaydın, şimdiye kadar evliya olacaktın!”
“Ben evliya olmayı istemiyorum ki! Ben düzgün bir şekilde yaşamak istiyorum. İnsanca... Çok şey istemiyorum ki! “Evliya...” dedin de... Sana bir şey daha anlatayım.”
“Yine mi? Denizde kum biter, sende anlatılacak şeyler bitmez! Yediverensin Maşallah!”
“Öyle deme dede! Sana demeyeceğim de kime diyeceğim! Bu olalı epey oldu. Dinle bak! Çok enteresan! Rüyamda dünyanın sonu gelmişti. Su ve ateş iç içeydi. Önce su geliyor, hemen ardından da ateş geliyordu. İkisi arka arkaya, her geçtikleri yeri dümdüz ediyorlardı! Sanki dünya küçülüyordu. Her neyse... Ben de birkaç insanla birlikte kaçıyordum. Nereye kaçtığımı bilmiyordum. Sadece kaçıyordum.
Sonra durdum. “Ne yapıyorum ben? Nereye kadar kaçabilirim ki!” diye.. Birkaç insan ve ben... Arkada kalanları yönlendirmeye başladım. “Herkes şu büyük buzun üzerine gitsin!” diyor, bir yandan da arkadan gelen insanları bekliyordum. Ben en arkada kalmıştım. O buzun üzerine geldiğimizde, gemiye benzeyen bir araç, gelecek zamandan gelmiş makine gibi bir şey, buzun üzerinden biraz yüksekteydi. İnsanları o gemiye yükledim. Bizi kurtaracak olan geminin kaptanı ve mürettebatı insana benzeyen ama insan olmayan birileriydi.
En son gemiye binecek dört kişi kaldık. Ben, bir kadın, bir adam, bir de benim yaşlarımda oğulları... Her neyse... Dedim ki: “Haydi binin!”
O sırada kaptan bana: “Işıl, gel buraya!” dedi. “Peki ama önce onları bindireyim!” dedim. Onlar kendi aralarında seçim yapacaklardı. “Bir kişiyi bırakacağız!” dedi. “İyi ama yer var. Ben görüyorum.” dedim. “Hayır yok!” dedi.. “Senin yerin var. Bir de o üç kişinin içinden ikisinin yeri var.” “Sıkışarak otururuz. Olmaz mı?” dedim. “Olmaz!” dedi.
Sonra o üç kişiye baktım. İnan ki duydum ve gördüm! Kadın da adam da belki yetmiş yaşlarındaydılar. Zorla ayakta duruyorlardı. Neye karar verdiler biliyor musun? “Biz yaşlıyız. Hayatı biraz daha yaşayalım! Sen burada kal oğlum!” dediler. Oğlan da boynunu büküp kaldı. Ben de ne yaptım biliyor musun? “Işıl, haydi çabuk gel, yaklaşıyor!” dediklerinde, buzun kenarına geldim ve kendimi suya attım! İçimden de “Zaten ölmeyecek miyim! Ha bugün ha yarın...” dedim. O gence kıyamadım. Annesi de babası da kıymışlardı ona. Ben onu hiç tanımıyordum. Yakınım da değildi ama ben canıma kıydım da ona kıyamadım!”
“Nuh’un gemisini mi gördün? Ona binenler iman edenler, kurtulanlardı. Nuh’un oğlunun biri babasına inanmadı, akıl yürüttü, aldananlardan ve helak olanlardan oldu! Yoksa sen de mi öyle mi oldun? Hani mürted olmuştun ya... Önce su geldi, alıp götürdü onları, sonra da ateş gelip yakacak. Bence rüyan o olaya benziyor. Dünyada su, ahirette ateş... Gafletten uyarıya...”
“Rüyamın yorumu öyle mi? Hiç anlamıyorum! Ben kimseye zarar veren biri değilim. Bırak insanı, hayvana bile... Yani kimse için kötü düşünmem. Elimden geldiğince doğru olmaya çalışırım. Neden helak olayım ki? Peki neden bana gösteriliyor böyle şeyler? Madem kötüyüm, helak olayım o zaman! Neden ben? Başkalarında da oluyor mudur böyle şeyler? Yani böyle rüyalarla uyarılıyorlar mıdır?”
“Neden sen? Sen akıllı bir kızsın! İyi düşün! Neden sen?”
“Arkadaşlarım Şaman olmamı istedikleri için mi? Hani bir arayış içine girmiştim. Pek çok şeyi sorgulamamı istemişlerdi. Kafamı karıştırmışlardı. Ben de “İnanacaksam, araştırayım, bulayım da inanayım, körü körüne değil!” diye dinleri araştırmaya başlamış, Türklüğüme uygun diye tavsiyeleri üzerine Şamanizm’i beğenmiş, benimsemiştim...”
“Bak, karışık dediğin kafan nasıl da çalıyor! Zehir gibi hem de! Kişinin kendisini bilmesi gibi büyüklük olamaz!”
“Ben Nuh Tufanını falan hayal etmemiştim hiç. O insanları da hayatımda hiç görmemiştim. Acaba ruhum, geçmişteki yaşantımı mı gösteriyor? Nuh’un Gemi’sinde ne işim var? Ya da ne bileyim... Bir ölünün beni iyileştirmek için uğraşmasına ne gerek var? Ben de diğer normal insanlardan değil miyim? Kendimi anlayamıyorum.”
“Bu defa da reenkarnasyona saplandın! Ne zaman toparlanacaksın Işıl? Merakla ve sabırla bekliyorum.”
“Ben orada niye kendimi suya attım? Üzüldüm! Oradaki anne babanın evlatlarını ölüme terk etmelerine dayanamadım! Yaşayacakları zamanı bildiklerini zannetmelerine şaştım kaldım! Ayrıca mürettebatın o bir kişinin orada kalmasına razı olmasına... Ben kendimi suya atarsam bir kişilik yer kalmış olacaktı. O genç insanın yaşaması için yaptım. Ben o kadınla ve adamla aynı yerde, gemide olsaydım, vicdan azabı çekerdim! Bile bile katil olmuş olurdum! Yanlış mı yaptım?”
“Rüyanın yorumunu sana bırakıyorum. Benden bu kadar!”
“Kısa bir öykü anlatacağım, dede. Bir kız varmış, günümüzde yaşayan. İçinde hiç kötülük yokmuş. Hatta o kızın saf olduğunu, herkesin sözüne hemen kandığını düşünürlermiş. Kız da kimse kırılmasın diye herkesi dinler, inanır gibi görünürmüş. Herkesin düşüncesine saygı duyarmış. İnsanlarda ırk ve cinsiyet ayrımı yapmazmış. Bir gün okulundaki iki kız el ele verip, bu kızı Türklüğü konusunda uyarmışlar ve ona Şamanlık hakkında araştırma yapmasını, beğenirse o dine girmesini önermişler.”
“O kızın adı da Işıl’mış.”
“Evet dede! Işıl’mış.
“Sen diyorsun ki: “Her şeyi araştıracağım, bulacağım. Hayatı yaşayarak öğreneceğim.” Bir pilot, uçak düşünce mi tecrübe kazanacak? Yani öldükten sonra... Şamanizm’de karar kıldın. Sonra ne oldu? Çok mu mutlu oldun? O zaman neden tekrar dinine döndün?”
“Huzur duyamadım. Duysaydım orada kalırdım!”
“Hak din bile olsa, İslam’dan başka bir dinin senden kabul edilmeyeceğini bilmiyor muydun?”
“Bilseydim ayrılır mıydım hiç! Onda da tek tanrı inancı var ya...”
“Gök tengürü var, bir de yer tengürü... Etti iki tanrı... Nerde Tevhit inancı? Güya biri tanrı diğeri şeytanmış. Madem şeytanmış, ona neden tanrı denmiş? Kudret tekdir! Allah’ın karşısında hiçbir güç yoktur! Şeytan da O’nun yaratığıdır ve acizdir. Allah affetsin! Belki bilmeyerek yapılanlar gibi affa girer. İnşallah öyle olur! Ne diyeyim?”
“Senin yanılgıların olmadı mı hiç dede?”
“Oldu tabii ki! İman, inkârdan geçer. Önce “La” denir, sonra “İlahe İllallah!” Allah cümlemizi affetsin! Merhameti çoktur! Ona sığınıyoruz.”
“Eski zamanlarında olsaydın benim gibi birini dinler miydin?
Yani Yaratan’ı bulmadan, O’nun farkına varmadığın zamanlarda...”
“Ben her zaman herkesi sükunetle sonuna kadar dinledim. Onun için etrafım özellikle gençlerle dolup taştı!”
“Öldükten sonra da bir deneyim yaşanıyor değil mi? Yani ölürken de ölümün nasıl olduğunu anlıyoruz. Mesela bir pilot, öteki âlemde en azından diyordur ki: “O uçağı bu şekilde kullanınca ölünüyormuş!” Ne dersin dede?”
“Ne diyeyim kızım? O zamandan sonra kazanılan tecrübenin ona ne faydası var!”
“Bu örnek kadere girmiyor mu? Yanlışsam “Yanlış!” de!”
“Sen tedbirini almayacaksın, dikkat etmeyeceksin, sonra da olayı kadere bağlayacaksın! Bu da güzel! Aferin sana! Çok güzel gidiyorsun! İyi akıl yürütüyorsun! Bu gidişle kısa süre sonra uçarsın!”
“Ne oldu dede? Hani kader vardı. Kaderde uçağın düşmesi, içindekilerin ölmesi vardı. Öyle değil miydi?”
“Tecrübe kazanmaktan bahsediyoruz, kaderden değil. At kendini uçurumdan aşağıya, sonra da “Kader!” diyelim! Bunca sabır göstermemin, bunca emek çekmemin sebebi, uçurumun dibini boylamaman için. Kendimce elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Senin helakini engellemeye çalışıyorum. Bu da benim almaya çalıştığım tedbirdir ama sende bir kuru inat var. Bildiğini yap! İster öldükten sonra öğren, ister din ara! Ne yaparsan yap! Ben bir şey bilmiyorum! Sen çok biliyorsun! Bir süre görüşmemize ara vereceğiz. Havanda su dövmek istemiyorum. Ben hasta ve yaşlı bir adamım ve artık sabrımın sonuna geldim! Ne halin varsa gör! Burnunun dikine git! Sen bildiğini oku!”
“Bana şahsi olarak hiç kızmıyor musun? Hiç “Bu kız kalın kafalı! Aklı almıyor!” demiyor musun? O kadar bilginle insana mektep bitirtirdin! Bense daha elimdeki dersi yapamıyorum, değil mi?"
“İnadında dur!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 749