6
Yorum
11
Beğeni
0,0
Puan
1079
Okunma
Bugün gökyüzüne üç kez baktım. Aslı gözetilirse birinden emin değilim çünkü o sıra Selim’le selamlaştığım ana denk geldiğini sanıyorum. Diğer ikisini anımsamamın nedeni her zaman olduğu gibi uğursuz şekilli bulutları oncasının arasından seçmemdir. Selim’le selamlaşmayla kalsaydı diyeceğim karşılaşmam sonrası peki iyi hissettiğimi söyleyemeceğim. Nasılsın faslından sonra eşi alışveriş yaparken bir iki saat orada burada oyalanacağını söyleyince eşlik etmeye mecbur hissettim. Hoş, benim de yapacak bir işim yoktu. Sokağın başında, küçük bir çayevinde oturduk. İyi arkadaştı Selim. Yatılı okul günlerimizi, geçen zamana boylu boyunca uzanan bir dervişin sabrıyla, işlediği kaneviçe örtüsünü serdiği masada sallanarak oturan ninenim okula giderken ettiği dualarını ekleyip yürüme engeli bir duvarın narin sesinde yumuşatıyordum.
Selim, o gün bana öyle bir şey söyledi ki kendime biraz olsun gelebilmem için üç gece boyunca gördüğüm kabuslar sonrası yarı ölü biri gibi günlerimi geçirmem gerekti. Konuşmamızın oradan buradan, okul günlerinden, hayat telaşından devinen akışı bir anda ağzından çıkan bir sözle değişimin emrivakili düdüğünü çaldı ve ben o trene binip gittim. Selim, ikinci sigarasını yaktı, elleri bardağı bir çocuğun ellerine benzer çekingen biçimde tuttu. Çayından bir yudum daha aldı;
“Biliyor musun insanın hatırladığı ilk anı, yaşamla ilgili fikrini belirliyormuş,” deyiverdi.
O an aklıma bir şey gelmedi. konu değişti, ekonomik gelişmeler, malum tasarının meclisten geçme konusu karıştı. Bir iki saat geçti geçmedi, vedalaştım Selim’le. Sonra, sonrası için kişisel çile dersem belki yokluğa varlık yediren bir kuşun guguklu saatinde yol alırdım.
Büyük bir yatak, duvarlar, tavan tahtadan, yer gök tahta sanki, nasıl bir evmiş bu, kızılı kahvesi gözüme kıymık gibi kaçan? Sonra bir döşek salonun orta yerine konulur mu? Pencereler bizim evin pencereleri gibi değil. Üstten alta doğru çekiliyor, tuhaf. Döşek, evet döşekte bir adam yatıyor, bembeyaz teni, ona mı çekmişim acaba? Sonra döndürüyorlar gövdesini de ne büyük adammış. Sırtı farklıymış ama, pembe renkli kabarcıklar, hastalanmış demek ki. Bu adam benim dedem, doğru ya. Acaba sevmiş midir beni? Yattığı yerden bile olsa gülümsemiş midir bana? Onu hatırlasam. Yok, yok babama ilişiyor gözüm. Sahi köy yerinde kravat takılır mı? Neden eğilip suyla oynuyor? Abdest dedikleri bu demek, ceketi de var, ceketi de ağlıyor mu? Babalar ağlar mı? Babacığım, ağlama ne olur ağlama. Gidemedim de yanına çok mu küçüğüm mesafemiz kaç çocuk ayağı? Gözün kendisi olmuşum sanki hareket edemedim. Ondan demek çok yalnız kaldım, dedem yalnız kaldı, babam yalnız, koca ev yalnız, yıllar sonra gördüm fırtınada çökmüş çatısını. Sonra bu yalnızlık geçmedi gitti. Sordum soruşturdum meğer iki yaşındaymışım dedem öldüğünde. Biri bana ölüme yakın duruyorsun demişti. İlk anımdandır diyecektim. Fazla kalmadı.