HEPİMİZ DİKİZCİYİZ
HEPİMİZ DİKİZCİYİZ
Başkalarının acılarına bakmak kitabı,
Gazeteci, fotoğrafçı Virginia Woolf’ un 1938 de savaşın kökleri üzerine kendi cesur ve pek de hoş karşılanmayan görüşlerini dile getirdiği Three Guinens adlı kitabından sonra "Sizce Savaşı Nasıl Önleriz? sorusunu yönelten seçkin bir avukattan mektup gelmesi üzerine oldukça gecikmiş bir cevap olarak niteleniyor bir kitaptır. Yazar avukatın nüfuzu olan sınıfın verdiği yanıtı anlamayacağı kanaatindedir. Yüzyıllardır sanatta, dinde baş tacı edilmiş savaş ve katliam fotoğraflarına bakarlar yazar ile. Ama bu bakış bizim öyle cam ekrandan anlık izlediğimiz duyarsız bir bakış değildir. "İnsanın insana eziyet etmek için savaş kadar alçalabileceği bir başka platform yoktur" ki bazıları bundan zevk almaktadır.
"Savaşta katlanılan acıları sergileyen görüntüler artık o kadar yaygın hale geldi ki"
Bu cümle böylesi acılara duyarsızlığımızın gün geçtikçe daha çok artacağı sinyalini veriyor adeta.
Medya patronlarına göre savaşın en karşı konulmaz, en iştah kabartan haber olduğunu vurgulayarak( aynı zamanda kötü haberdir ya) her zaman prim yapar deniyor.
"Tamamen erkeklerin katıldığı vakarlı serüven" olarak nitelenmiş ilk savaş fotoğrafçısı RogerFenton. O da hazin savaş gerçeğini göstermede yasaklı imiş. Tüm çektiği fotoğraflar generallerin gövde gösterili yapay pozlarından ibaret olduğunu öğrendim . Bu demektir ki savaşlar güçlünün haklı olduğu değil, hakim olanın, hükmedenin güç gösterisidir bir bakıma. İlk savaş fotoğrafları cephe hattının gerisindeki askerlik hayatı hatıratı. Sadece o kadar. "Olmayan bir şeyin ölüsüz ölümün portresi"syf 50.İçimi yakan cümle...
Ve nihayetinde bir savaş fotoğrafları sergisinde birileri çıkar der ki ; fotoğrafın görevi kaydetmektir." Kamera tarihin gözüdür. "52.syf. Bu bir bakıma siyasilerin ve güçlülerin maskesini düşüren adımla.
" gerçeklik adına, hoş olmayan şeylerin, katı gerçeklerin gösterilmesine izin verilmişti "52... Tabi bu da bir çok gazetecinin yine kendi iktidarlarınca katledilmesine, sakat bırakılmasına, süikasta uğramasına mal olmuş.
Fotoğrafçılar yine de en doğal pozu yakalarken kameranın bile farkında olmayacağı en doğal hali yakalamayı yeğlermiş. Bunu" aşk ve ölüm evinde casusluk" 55) olarak nitelendiriyor yazar.
"Vietnam Savaşından itibaren artık ünlü fotoğrafların hiçbiri düzmece değildir "57)
Ölümün resmini gerçekleştiği anda çekilen resimler en fazla çoğaltılır 59....çünkü." Ve izleyici, kameranın arkasındaki uşakla aynı pozisyondadır "61. Ne var ki hepimizin dikizciliği ayan beyan ortada.
" Kahvaltıda sabah gazetesini açtığımızda ölü listelerini görürüz, ama keyif kahvemizi yudumladıkça bu ölümlerin hatırlattığı her şey, aklımızdan usul usul çıkıp gider."
Bu fotoğrafların; sergilenmek için gün geçtikçe sayısı artan galeriler özellikle gelip, görüp, gezip geçenleri daha da duyasızlaştırdığından bahseden yazar" Sergilerdeki fotoğraflara ancak büyüteçle baktığında katliamların boyutları kişinin gözlerinin önüne serilir. O fotoğraflarda tanıdığı birinin katliamını gördüğünde ancak içinden öğürme gelir, o galeride bulunmaya katlanmak hakikaten zordur diyor. Nasıl olmasın? Nasıl dayanılır böyle bir acıya?
Diğer taraftan "ölüleri teşhir etmek, her şeyden önce düşmanın yaptığı veya yapacağı bir şeydir" Her millet tarihinin böyle sahnelerini şerefle yad etmez mi zaten. Hele de mazlum ve mahsun ama galip ise o tarih şerefli tarih değil midir? Yok yok bazen şerefsizlik de bazı milletlerin adeta şerefi haline gelmiştir kanaatimce.
Körfez savaşında Amerikalı bir subayın uranyumlu bomba ve misket bombalarından kaçan halkı katledişlerini "Hindi Avı"syf67. diye nitelendirmesi şerefsizliğinin övüncü değil de nedir o halde? Haykırmak geliyor içimden bu satırları okurken.
Tabi bunların yanında bir de dikizci İştah çoğunluğu vardır onlar için de şu tespiti yapar yazar 73.sayfada.
"Topal bir dilenciyi sevindirmek için bir kuruş vermezler de, ölü bir Yerli görmek için on kuruşu hiç düşünmeden gözden çıkarırlar." Tarihte hep barışın istisna, şavaşın da kural olduğunun her geçen gün şahidiyiz ne yazık ki.
Görüntü insanın doğasını tepeden tırnağa sarssa da vazgeçemiyoruz ne yazık ki bu dikizcilikten. Derleyip, toplayıp, değiştirip, kurgulayıp ya sinema yapıyoruz sanat adına, ya kitap yazıyoruz edebiyat adına. Ne kadar heyecan ne kadar acı varsa katıyoruz bolca. Öyle ya alıcısı bol kanın, kinin, silahın, savaşın... Er Ryan’ ı Kurtarmak filmini örnek veriyor yazar.. Bu filmin kurgulanmasında cesaretle savaş fotoları çekenlerden yararlanıldığını söylüyor." Ünlü Savaş ve Barış kitabı için 8 ay boyunca özel askeri izin alıp atla savaş meydanını gezen Rus yazar Tolstoy bu kitabıyla ünlenmemiş miydi? Ancak böylesi çekilen her fotoğrafın dünya ölçeğinde çok vahim boyutlara ulaşması merhamet duygusunu zayıflatıp. soyutlaştırdığını, sıradanlaştırdığının tespiti syf 78.hiç de zor gelmiyor.
Fotoğraf sanatının tüketici manipülasyonlara parlak hizmetler sunduğu bir dünyada, hüzünlü bir sahneyi yansıtan fotoğrafın etkisi kaçınılmaz ve gerekçe her zaman bu tip (acıma, şefkat vb) duygu sömürüsü kışkırtmaya da yol açacağı için bu sorunlarla daha fazla ilgilenmenin de önünü açmayı hedefliyor kuşkusuz. Fotoğraf objektif olduğu sürece saydamdır kitlelere yansıyan. "Bir tür simya rölü oynar "
İnsanlar ağlamak isterler onu anlarım da dehşete kapılmak, acımasız olmak neden bu kadar cazip gelir? Onu anlamam bir türlü.
"Bazı fotoğrafları iyi bilmek, bizim şimdiki zaman ile yakın geçmişe dair duygularımızın şekillenmesinde önemli bir rol oynar." 85syf Evet bazı fotoğraflar hiç silinmez akıldan. Mesela küçük bir kız çocuğunun "Sizi Allah’a şikayet edeceğim" diye haykırdığı ve başka bir fotoğrafda, çocuğuna gövdesini siper eden bir babanın oğlunun üstünde defalarca kurşunlandığı, (bu ve benzer sahneleri defalarca izlemedik mi Afganistan ve Filistin sokaklarında) Bosna Savaşındaki sadece katliamlar değil tarihi Mostar Köprüsünün bombalanmış perişan halini vicdanı sızlayan kim unutabilir? Keşke vicdan sızlamasından daha geçerli bir şey yapabilsek...
"Modernizmle beraber sanatın kaderi (fotoğraf sanatçılığı da dahil buna) bir mabede dönüşmekten kurtulamayan sanat galerilerinin müdavimlerine sunulan bir meta olmaktan öteye geçmiyor ne yazık ki."
"Fotoğraflarla hatırlama, diğer anlama ve hatırlama biçimlerini gölgede bırakır iddiasında yazar. 89.syf.
Asıl derdimiz anlamak ise fotoğraflara fazla bel bağlamamak gerektiğini de unutmamalıyız, kurgu dünyasının müdavimlerinin başını çeker aynı zamanda fotoğrafçılar.
Peki bütün bu resimleri gözümüze gözümüze sokmanın, onlar için müzeler kurmanın, onları sergilemenin amacı nedir? 92. Sayfada sorulan çarpıcı soru. Cevabı okumadan durdum düşündüm ben böylesi acı tabloları niçin seyrederim veya izlerim? (En son seyrettiğim Ayla ve Cep Herkülü Naim’ i düşündüm bir an) Acı duymak için mi? Ağlamak için mi? Kendimi yasa boğmak için mi? Tarihi filmleri sevdiğim için mi? Şükredecek ne çok şeyim var deyip bir kaç dakikayı almayan güya tefekkür için mi? Ne için seyrederiz? Sadece cam ekran dikizcisi olmamak için mi? Biz neyin dikizcisiyiz? Bu kadar dikizci iştahımızı kabartan nedir?" Zaten bildiğimiz, bildiğimiz şeyleri de doğrulamak öte ne anlamı var? " Katliamları, vahşeti gördüğümüzde daha mı iyi hissederiz kendimizi.? Barbarca davranışları kınamaktan öteye geçmişliğimiz var mı? Bir kaç saniyede 72 bin sivilin yanıp kül olduğu Hiroşima’ ya atılan atom bombasının acısını cam ekrandan hissetmeye çalışmak bizi iyileştirir daha mı duyarlı yapar? Bu fotoğraf ve filmlerin işkenceyi meşru görme algısını beslediğini bertaraf ediyoruz. Kimi suçlayabiliriz ki? Arz talep meselesi değil mi şunun şurasında. Alıcısı çok olana yatırım yapmak emperyalizmin ağa babalarına yarıyor sonuçta. Ahh Amerika ahhh ne zalimsin dedirten bir kitap okudum. Akıcı ve can yakıcı uslubu ile iki günlük okuma serüvenim 4 gün oldu hâlâ bitmiş değil. Acının edebiyatı olmaz ama yapılmış işte. İçime sindirmesi zor bir hakikatin yerini aldı bu kitap bende.
Yazarın yazarlık serüveni ile biten, bu kitap, kitap okumanın önemi ve hangi milletten olursa olsun çevresine duyarlı bireyler yetiştirmenin bu çağda cam ekran müdavimleri olarak yetiştirdiğimiz çocuklarla işimizin güçleştiğinin bilincini hissettiriyor bize.
Tüm bu görüntülerin bir tefekkür nesnesi olduğu aşikar. "insanın zayıflığa karşı dayanıklı hale gelmesine de yarayabilir, insanın duyarlılığını köreltmesine de" ve hatta bazı şeylerin hiç bir zaman düzeltilemeyeceğini kanıksamasına da.
Zira sonuna kadar okurken bu sahnelerin cam ekranı müdavimlerini, henüz çocuk yaşta duyarsızlaşan bir neslin geldiğini iliklerime kadar hissettim...
Cam ekranın dikizcisi olduk hepimiz.
Neredeyse katliam sevinci bir millet haline geleceğiz. Eee İstanbul sözleşmesinin feshi de bunun bir parçası gibi geliyor bana. Hepimiz için sıradanlaşan, ekranlarda veya çevremizde
sorun olarak görmediğimiz bir olgunun, (bu katliam dahi olsa) çözmek için çabası da olmayacağı gibi.
Kültür yozlaşması, ulusal bilincin önünde engel olan tek mefhum gibi görüldüğü sürece paranın ve medyanın yapamayacağı bir şey yoktur.
Oysa şimdiye dek almadığımız ne kaldı Allah aşkına Avrupadan? İstanbul Sözleşmesine gelince korkar olduk.
Şimdiye kadar sokağa atılan onca kadınlardan çok daha mı fazla korkuyor acaba erkekler sokakta kalmaktan?
Peygamber ahlakını kişiliğine yansıtmayan güya reisler, elini kana bulayınca adam Sınıfına girenlere ne zaman ve nasıl dur denilecek. Başka bir çözüm varsa hadi bulun, bulun da hepimiz dikizci olmaktan kurtulalım.
Vahşet sevici ve seyircisi olmaktan ne zaman kurtulacağız çok merak ediyorum.
Varın geri kalanını siz okuyun kendi terazinize koyun... Yazımın tamamı anlayanını, değer verenini, gerçek okuyucusunu buluncaya kadar ben de kalsın. Ülkü Kara. 20 Mart 2021