- 285 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KURBAN OLMAYI SİZ İSTERSİNİZ
Beğeni yargıları, estetik beğeni ve fizyolojik hazlara dayanan yargılardır. Dolayısıyla haz alındığı için bir duygu ve fizyolojik istek her zaman doğru ve iyi kabul edilir. Oysa fizyolojik hazlar ve beğeniler ne iyi-kötü, ne de doğru ve yanlış kavramlarıyla izah edilen yargılarla anlatılır. İnsanlık içerisinde bu kavramların ve uygulamadaki karşılığı olan terimlerin anlamlarının ne kadar bilindiği ve anlaşıldığı da bir o kadar sorgulama konusudur.
Fetişlerin önünde hamuta kalkan ve o yaşamların kıskacında gözyaşı dökerek kendilerinden geçenler, duygusallıklarının kurbanı olarak her gün hayatlarından bir hücreyi kurban ederek dirhem dirhem idrak mekanizmalarını kaybederek bir nesneye dönüşürler. Nesneleşme sürecinin öncesinde aslında ciddi bir duygusal bağın olduğu ve bu bağlarla kazanılmış olan patolojik travmaların insan unsurunu tüketerek, sadece görünen bir kabuk kadavrayı bırakmasından kaynaklanır. Bu süreç önce insanın bilinç sürecinde ele alınıp sorgulanmalı, bu olmadığı zaman toplumsal yaşam kodlarını biçimlendirmeye başlar ki, ondan sonra bu sürecin etkisinden ve etkileme gücünden bağımsız bir hayat oluşturmak mümkün olmayacaktır. Peki bu sürecin, bir ahtapot gibi insani yaşamın insani olan kısmının tüm enerjisini çaldığı ya da sömürerek düşünsel kabiliyetleri tükettiği zaman, geriye kalan insan posasından yaratılan fetişlerin kıskacında can vermeyeceğini iddia etmek sizce ne kadar anlamlı ve gerçekçi olur.
Seçim imkânı ve idrak melekeleri dinamitlenmiş, tamamıyla yaratılan kutsallar üzerinden bir toplumsal değer algısı oluşturulmuş ortamlarda, her birey bir köle adayı olduğu gibi toplumlar da toplu olarak köle olarak yaşamalarına rağmen bunu anlayacak düşünsel mekanizmayı çalıştıramadıklarından kendilerine tanınan ömrü sömürülerek noktalarlar. Yaratılan kutsalların, yaşamın temel gıdası olarak algılandığı her toplum kendilerini imha planlarını kendi elleriyle imzalayarak sömürgecilerini ödüllendirerek yerde sürünmeyi adamlık diye tanımlayarak, bataklık bufaloları gibi temiz iklim ve oksijene hasret yaşarlar.
O zaman yeni bir ifadeyle, bu anlattıklarımızın üzerinde neden durma gereği duyduğumuzu hep beraber ele alalım. Duygusal anlatımların ardındaki dinamitleyici gücün bir sınır tanımazlığı göze çarpar. Çünkü düşünmeye sınır tanımak esastır. Serbest düşünme olarak ele aldığımız çağrışım, hayal ve rüya gibi düşünsel atılımlarda bile belirli bir sınır göze çarpar. Oysa Yaratıcı düşünme ve eleştirel kritiğe dayanan belli bir amaç doğrultusundaki düşüncelerde doğrudan bir hedef gözetilmektedir. Onun için de bu tarz düşünme kendi içinde kendi sınırlarını belirler, elde ettiği birikimin doğruluğunu değerini sınırlarını ve elde ediliş yöntemlerini sorgulayarak bu sürecin her aşamasındaki yargıları doğrulayarak ya da yanlışlayarak bir yargıya ulaşır. Bu yargı da doğrudan aklın ilkeleri gözetilir.Ör.1.Yargı: Bir insan konuşmalarında yalan söylüyor, uygulamalarında sadece kendisini düşünüyor ve kendi dışında kalanların onun hayatında bir değerinin olmadığını görüyorsanız; bu insan ahlaken bencil ve haz üzere yaşamı olan başkalarına faydasının olmayacağı yaşamındaki bu olumsuzluklardan yola çıkıldığında anlaşılmaktadır. O halde bu insana bu özellikleri devam ettiği sürece ahlaken güvenmek, ahlak dışı bir yaşamın sarmalanmış kobayları olunacağının göstergesidir. O zaman seçici ve ayıklayıcı olmak insan olmanın gereğidir. Çünkü insan aynı anda hem dürüst hem de dürüst olmayan bir kişilik ortaya koyamaz, koyarsa bu ahlaken çöküş ve çelişkiler ortamını doğurur. O halde bu eylemleri ayıklayacak ahlak değerleri ihtiva eden bir etik değer yargısına sahip olmak gerekir. Bu yargıdan yoksun ortamlarda her şey, duygusal beğeni ve fizyolojik haz debisinin şiddetine göre değerlendirilir ve bu ortamlarda her türlü toplumsal psikolojik ve ahlaki hastalıklar toplumsal omurgayı kemirir ve tüketir. Tükendikçe tükenişlerine sarılarak o tükenmişliği bir abideye dönüştürmek isteyen toplumlar da ancak kendilerinin bitmişliklerini yeni bir fetişe dönüştürerek onun önünde secdeye kapanarak kurtuluşlarının yakın olduğunu sanır dururlar. Sanırlar, çünkü sanının bir gerçekliği yoktur. Hiçbir uyaran ve gerçeklik yokken böyle bir tapınak oluşturmak ancak ve ancak kendileriyle alakalı idrakten çıkacak bir hakikatten yoksun olanların, karşılaşacağı halüsinasyondur. Toplumsal halüsinasyon yaşayan toplumların uyandırılması akleder duruma gelmesi ve kendisini sarmalayan bu sanrıların etkileme alanından çıkması ancak ve ancak, fizyolojik haz debisinde meydana gelebilecek düşüşle mümkün olur. Bu debinin gün geçtikçe daha bir düşerek kendi yatağında kaybolur hale gelmesi demek, debinin düşüşüne neden olan suyun başındaki bent kuranların oyunlarının tutmamasının olasılıklarının arttığının göstergesidir. Bu tutmayış belli bir düşünme ve kritik sonrası oluşan bulgular neticesinde kurulan denkleme göre ortaya çıkan sonuç olmadığı için, fizyolojik haz debi sahiplerinin ikna edilmesi imkansızlaşmış demektir. Çünkü bu ortamlar düşünerek karar veren ortamlar olmadığından bunlara göre bir şeyin doğru yanlış ya da iyi kötü olmasının ölçüsü, tamamıyla duygusal ve fizyolojik olduğundan bunları ikna yolu yeniden kazanayım demek gibi uğraşlar, boş bir çırpınışın ötesine geçmez.
Duygusallıkları ve fizyolojik hazları hedef alarak toplum mühendisliğine soyunanlar şunu bilsin ki, bu şekilde kazanılmış olanların kaybı da yine bu şekilde olur. Bu toplumlara akla mantığa ve eylemlere dönük verilecek mesajlar aynı şiddette geri döner.
Bu açıklamalardan sonra şunu ifade etmek isterim ki, ahlaki ve bilgisel yargılardan yoksun toplum yöneticileri şunu bilsinler ki, dijital çağın en önemli özelliği duygusallığın ve fizyolojik hazın doğrudan hedef olarak tanımlanmadığı çağ olacaktır. Bu çağın gözle görülür en belirgin yanı, önce akıl ve iletim sonrasında eylem ve zamanı kısaltarak hazzın zirvesine hızlı bir yolculuk yapmaktır. Birinci ve ikinci aşamayı dikkate almadan doğrudan haza yönelik uyaranlar karşılık bulmaz, çünkü bireysellik ve farkındalık çok hızlı, kendi dünyasında yaşamayı sizin tüm sahipliklerinize tercih edilecek bir yaşam düşlenmektedir. Böylesi bir çağın reaksiyona geçecek denklemi, sorunların çözüldüğü, mutluluğun yükselen grafik eğrisi çizdiği, toplumsal kaynaşmaya ihtiyacın olmadığı herkesin kendisine yetecek kadar bir dünya oluşturduğu, bu dünyanın içinde gözle görülür pozitif alandakilerin değerini kaybettiği ama dijital yaşamın gerçek yaşam olarak görülüp tüm hayallerin orada gerçek gibi yaşandığı bir yer olacaktır. Bu denkleme hitap etmeyen tüm mesajlar iflas edecek ve bu çağda reaksiyona girecek yolları kendi yüzüne kapatacak ve kendi ruhuna Fatiha okumak zorunda kalacaktır. Feodalitenin yıkıldığı çağın başında, feodal algı ve anlayışlardan uzaklaşmak kaydıyla yeni geleceğe yeni mesajlar ve yeni dillerle yeni yürekler gerekli, bunları taşıyan ve taşıyacak olanlara, dijital çağı temsilen merhaba diyorum…
Erol KEKEÇ/17.03.2021/00.20
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.