- 684 Okunma
- 5 Yorum
- 11 Beğeni
UÇURTMA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sene 1980, aylardan Mayıs..
Erkenden kalktı, yürüyerek gideceği okulu için sağlam bir kahvaltı yapmalıydı. Yer sofrası kurulmuştu. Elini yüzünü güzelce yıkadı. Mükellef sofra onu bekliyordu. Zeytin, peynir, margarin, haşlanmış yumurta ve bayatlayan ekmeğin ziyan olmaması için genişçe bir kabın içinde buharlaşmaya bırakılmış ve üstü tülbentimsi bir bezle kapatılmış süzgecin üzerine dizilmiş dilim dilim ekmekler. Radyoda çok hafiften çalan ‘’yurttan seslerden türküler dinliyorsunuz’’ programı eşliğinde ‘’aman ormancı, canım ormancı’’ türküsü..
Hızlı bir şekilde kahvaltısını bitirdi. Ortaokul ikinci sınıf öğrencisi idi. Okul çantası her zamanki gibi akşamdan hazırdı. Sokağa çıktı, evlerinin hemen yanındaki arkadaşları da evlerinden çıkmış onu bekliyorlardı. Her sabah beraber okullarına gider ve beraber dönerlerdi. Aynı mahalleden dört arkadaşın, üçü aynı sınıfta birisi ise farklı sınıftaydı. Bunun sebebi orta okulda kura ile çekilen yabancı dil çekilişinde üç arkadaşında Fransızca dilini çekerken, diğer arkadaşlarının ise Almanca dilini çekmesi idi. Babasının arkadaşlarından ayrı kalmaması için onunda Fransızca sınıfına verilmesi isteği kabul edilmemişti. Ne tesadüf idi ki mahallede onlarca kişiden hiçbirisi kura sonucunda İngilizce yabancı dilini çekememişti. Tesadüflerin haricinde bazen başka şeylerinde olabileceğini öngörmeleri için yaşları oldukça küçüktü.
Okudukları okulda bu sene öğlene kadar ortaokul, öğleden sonra ise lise öğrencileri ders görüyorlardı. Önümüzdeki dönem ise tersi olacaktı, hep böyle olurdu.
Dört arkadaş sırt çantalarını sırtlamış, sabahın ilk ışıkları ile sokağa dökülmüşlerdi. Akşamdan yağan yağmur ile caddenin kenarından yokuş aşağı tatlı, berrak bir yağmur suyu, yol boyunca akıyordu. Arkadaşlarından birisi cebinden bir kibrit kutusu çıkardı. Dört adet kibrit çöpünü aralarında paylaştılar. En sevdikleri kibrit yarışı oyununu oynamaya başladılar. Kibrit çöplerini aynı anda yağmur suyu birikintisine bırakıp, yarıştırıyorlardı. Böylece hiç anlamadan okula kadar geldiler. Okulun önünde sıra olmuş sınıf arkadaşlarına yetişip yerlerini aldılar ve öğrenciler sıra sıra sınıflarına yerleştiler.
Son derslerini görüyorlardı, ders bitimi liseli öğrenciler sınıflara girecekti. Derken dışarıdan kalabalık bir grubun bağırış çağırışları ile ortalığı bir gürültü kaplamıştı. Okulun önünde toplanan ve muhtemelen çoğunluğu öğrenci olan gençler hep birlikte bağırıyorlardı.
- ‘’Niyazi ölecek, Niyazi ölecek…’’
Onun için artık bu olaylar çok sıradan idi. Çünkü hemen hemen her gün benzer olaylar oluyor, karşıt görüşlü gençler dünyayı kendi fikirlerinin değiştireceği, daha güzel barışçıl bir dünya yaratacakları düşüncesi ile birbirleri ile kavgalar ediyor ve hatta birbirlerini öldürüyorlardı. Zıt fikirler ve görüşler gencecik fidanların daha meyve veremeden yeniden toprağa düşmelerine sebep oluyordu. İşin kötü tarafı ise maalesef tarafsız olamamaktı. İki karşıt görüşten birini tercih etmek adeta bir mecburiyet idi. Ortaokul ikiye giden bu dört arkadaşın şansları ise henüz yaşlarının küçük olması idi. Üç yaş büyük olsalar benzer tercihi yapma zorunluluğu bu dört arkadaşında kaderi olabilirdi. Ama işin tuhaf tarafı dört arkadaştan birinin adının Niyazi olması idi. Neyse ki, bağırıp çağırılan ve ölmesi istenen Niyazi arkadaşları olan Niyazi değildi. Yine de ‘’ Ne şehittir ne gazi ..’’ söylemi kendi aralarında şaka konusu olmuştu.
Polis kalabalığı dağıtmış ve dört arkadaş tekrar buluşup evlerinin yolunu tutmuştu.
Eve geldi, çantasını fırlattı. Kömürlükten marangozdan aldığı dört adet ince çıtayı, tutkalını ve gazete kağıdını çıkardı. Bu sefer moda haline gelen ve ‘’gelin’’ adı verilen çitalı uçurtmayı yapacaktı.
Bu konuda oldukça maharetli idi. Yaklaşık on beş dakika sonra uçurtma hazırdı, kuyrukları hazırlamak zaten on dakikayı buluyordu. Kuyruğu tek sıra yerine çitaların alt iki uç noktasına ‘’U’’ şeklini alacak şekilde bağladı. ‘’Gelin’’ uçmaya hazırdı. Bazen kalabalık ortamlarda kuyruğa jilet bağlardı. Bunun amacı diğer uçurtmaların birbirine dolanması halinde kuyruktaki jilet ile diğer uçurtmaların ipini kesip, kendi uçurtmasının telef olmasını önlemekti.
Açık alana indi uçurtma uçurmak için mükemmel bir hava vardı. Rüzgar tam istediği yönde esiyordu. Uçurtmayı yere bıraktı, gerildi ve hızlıca koşarak elindeki ipi serbest bıraktı. Evet uçurtma havalanmış ve göklerde özgür kuşlar gibi süzülüyordu. Balıkçı ağı yapımında kullanılan ve kopması imkansız olan ipin tamamını sonuna kadar açtı. Uçurtması nerede ise görülemeyecek kadar yüksekte süzülüyordu. Havada süzülen uçurtmayı seyretmek ve ona hakim olma hissi bir çocuk için mükemmel bir keyifti.
Uçurtma göklerde süzülürken birden silahlı kalabalık bir grubun aşağıdan koşarak kendisine doğru geldiklerini gördü, yaklaşık onbeş kişi civarında idiler. Grup yanlarından koşarak giderken içlerinden bir tanesi uçurtmanın ipini bir bıçakla kesiverdi. Öylece kalakalmıştı. Adeta dili tutulmuş ve hiçbir şey diyememişti. Grup gözden uzaklaştığında, o hala ‘’Gelin’’in uzaklara doğru süzülüşünü seyrediyordu.
Çömeldi, ve ağlamaya başladı. Gerçi yine aynı uçurtmanın daha iyisini yapardı ama yaşadıkları ona biraz fazla gelmişti. O sırada yan sokaktan nefes nefese kalmış birisinin kendisine doğru yaklaşmakta olduğunu gördü. Yabancı değildi, mahallenin gençlerinden ve kendisinden dört veya beş yaş büyük ağabeylerinden birisi geldi. Onu tanıyordu. Yaşıtlarına göre uzun boylu, sarışın, yakışıklı mahallenin sevilen gençlerinden Nihat idi. Nihat olanları görmüş ve kendisini teselli etmeye gelmişti. Konuşurken bir yandan da sağı solu kesiyor, tedirgin bir şekilde etrafını kolaçan ediyordu. Nihat gözlerinin içine bakarak;
- ‘’Bak evlat benden sana tavsiye sen sen ol sakın bu işlere bulaşma, bir bulaşırsan bir daha istesen de bırakamazsın’’
dedi ve yukarı doğru koşarak uzaklaştı. Gözlerinden Nihat Ağabeyin pişmanlığını anlayabiliyordu.
Aradan bir hafta geçmişti, mahallede bir dedikodudur gidiyordu. Nihat kaybolmuş ve kendisinden hiçbir haber alınamıyordu. Nihat ağabeyi son kez gördüğü gün ve söyledikleri bir kez daha gözünün önüne geldi. Gökyüzüne baktı, ‘’Gelin’’ adeta bir kez daha ipini koparmış ve sonsuzlukta kaybolurken, gözünden akan yaşlara engel olamadı.
YORUMLAR
Evrencikli
Beğendiğinize sevindim.