- 504 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
739 – DELİ SAÇMASI
Onur BİLGE
Virane’de Define ile bir masada oturuyordum. O, kalp hastalığına rağmen bir türlü bırakmaya yanaşmadığı piposunu tüttürüyordu. Ben de arkadaşımın defterindeki notları alıyordum. Başımı kaldırınca Işıl’ın geldiğini gördüm. Sevinç içinde dedeye doğru yürüdü.
“Canım dedeciğim! Bugün nasılsın? Biraz daha iyi oldun mu?
Beni sana çeken kuvvetin sebebini bilmiyorum ama seni düşünmeden ve yanına gelmeden yapamıyorum. Çok seviyorum seni. Hem de çok...” dedi.
Define piposunu tüttürmeye devam ederken yarım ağızla: “Hoş geldin Işıl! İyiyim. Teşekkür ederim. Ben de seni seviyorum.” dedi ve sustu. Işıl bir şeyler söyledi. O pek ilgilenmedi. Piposundan çıkan dumanların seyrine daldı. Işıl son zamanlarda zırvalamaya başlamış, Define’yi epey yormuştu. Onun sesindeki soğukluğu, kalıplaşmış sözlerindeki donuk ifadeyi, bakışlarıyla ve davranışlarıyla koymuş olduğu mesafeyi hissetmiş ve bundan rahatsızlık duymuş olacak ki:
“Bana karşı neden eskisi gibi değilsin dede? Yoksa benimle konuşmama kararı mı aldın? Merak ettiğim için soruyorum. Deli olduğum için mi konuşmuyorsun? Sana bir daha “Canım dedeciğim!” diye başlayarak bunaltıcı sorular sormam. Delilikten de vazgeçerim. Oldu mu?” dedi ve o çıfıt çarşısına dönen koca çantasını açarak içinden birkaç dosya kâğıdı çıkardı ve:
“Bu yazımda babam dediğim, büyük güç, yani ağabeyimin patronu, başımızdakiler falan oluyor. Ağabeyim, düşünmeyen ve kaygı duymayan insanları sembolize ediyor. Annem, acı çeken, doğruyu düşünen insanları si mgeliyor. Ben mi? Ben bir hayalim. Canavar peşinde koştuğum için... Kardeşim ise, boş gemiyle yol alanlar... Çiçekler, şehitlerimiz...
Yazıyı bilerek düzensiz yazdım. Düzeniyle değil de düşüncesiyle öne çıksın istedim. Bu yazıyı sadece senin gibi insanlar anlasın. Lütfen okur musun?” diyerek dedeye uzattı.
“Ver bakalım Işıl! Ancak şimdi okuyamam. Canım hiç istemiyor. Bugün hiç keyfim yok. Daha sonra okurum. Olur mu?”
“Olur dede. Neden olmasın! Cuma akşamından beri evde yalnızım. Perşembeye kadar... Annemler tatile gitti de... Viraneye sık sık gelebilmemin sebebi de bu! Onlar yanımdayken beni gezdiriyor, eğlendiriyorlar. Tedavimin bir parçası da ondan...”
“Aman kendine dikkat et! Onlar senin için birer nimet! Gözlerini arkada bırakma! Annenler dönünceye kadar keşke yanına bir kız arkadaşını alsaydın.”
“Ağabeyim geldi dede. O gelmeseydi bizimkiler beni evde yalnız bırakıp gitmezlerdi. Aniden bir şeyler oluyor! Neye uğradığımı bilmiyorum! Bir de bakıyorum ki hastanedeyim! Kaç kere gözümü Bakırköy’de açtım!”
“Olur böyle şeyler kızım. Hayat bu! Ayak almadık taş olmaz, başa gelmedik iş olmaz. Ne yapalım! Katlanacağız. Allah ölüm vermesin! Bir onun çaresi yok.”
“Canım dedeciğim! Sana bir bilmece... Lütfen bunu cevapla! Dün gece rüyamda gördüm. Bir yere gidiyormuşum. Yoldaydım. Bir anda bir kadın çıktı karşıma. Uzun boylu, zayıf, kumraldı. Güleryüzlüydü. Yüzünde beyazlık, kucağında bir horoz vardı.
Dedim: “Kucağınızda neden horoz var, kedi köpek falan olacakken?”
Dedi ki: “Gel benimle! Onlar da var evimin bahçesinde...” Tabii ki gittim... Önü bahçeli bir eve geldim. Evden öte, villa gibiydi. Beyaz badanalıydı. Her neyse... Bahçede kedi ve köpek vardı. Yalnız kedi bir minderdeydi ve önünde iki yumurta vardı. Beyazdı.
Dedim: “Kedi mi yumurtladı?” Güldü.
“Horoz yumurtladı. O yumurtalar kedinin değil...” Bahçede kedinin hemen yanında kedi yavruları vardı. Yalnız, kediler köpeğin yanındaydı. Onunla oynuyorlardı.
“Ya köpek kedilere bir şey yaparsa?”
“Ne alakası var?”
“Minderde yatan kedi neden yavrularına bakmıyor?”
“Yavrular onun değil... Sana bir bilmece... Yumurtalar horozdan çıkmadı. Yavrular da kedinin değil. Köpek de onlara bir şey yapmaz. Neden?”
Garip ama böyle bir rüya gördüm. Rüyadan öteydi. Lütfen çöz bana bunu dede. Bu rüyamı olsa olsa sen tabir edebilirsin!"
“Beynimi mi yakmak istiyorsun Işıl? Biraz daha düşünsem, pipomun dumanından daha kara ve yoğun bir duman çıkacak kafamın tasından!” diye güldü Define.
“Sen de ciddiye almıyorsun beni dede. Anladım ben anlayacağımı. Sağolasın! Zaten ben Yaratan’a dedim ki: “Ben bir garip kulum. Benim zekâm nedir ki çözebileyim bu bilmeceyi! Neden bana bu bilmeceyi sordun?” Tabii ki cevap vermedi. Ben kafamı mı yedim yoksa? Neden hep bana oluyor böyle şeyler? Neden hep ben? Yoksa başkalarına da oluyor mudur böyle şeyler?”
“Bunlar çok önem verilecek şeyler değildir. Rüyadır, adı üstünde... Rüyaya çok rağbet edilmez. Kimisi bilinçaltının oyunudur. Kimisi şeytani, kimisi Rabbani... Üstünde durma kızım!”
“İşin ilginç tarafı ne biliyor musun dede? Bugün gerçek hayatta yaşadıklarım... Bir arkadaşıma gitmiştim. Oradan dönerken
aniden yola bir köpek fırladı! Ne yapacağımı şaşırdım! Köpeği çağırdım duymadı bile... Neyse ki kendini kurtardı! Sonra bulunduğum kaldırımdaki köpek de yola çıktı. Onu da çağırdım... İlkin duymadı. Sonra göz göze geldik. Çağrıma kulak verip, yanıma geldi. Neyse... O sırada dolmuş geldi. Bindim. Eve gideceğim. İndim, ara sokakta yürüyorum. Bu sefer de bir yavru kedi çıktı karşıma. Arkasında annesi... Çok güzeldi... “Aman bir şey olmasın!” diye yüreğim titredi! İyi ki araba yoktu etrafta. Zaten kaldırımdan da çok uzakta değildi. Bir de ara sokaktaydı. Kısacası, rüyamı unutacaktım aslında ama böyle olaylar yaşayınca aklıma geldi. Bir şey var, ancak çözemiyorum. Ne oluyor söyle bana. Ne bilmecesi bu bana sorulan?”
“Hani derler ya: “Bir deli bir kuyuya bir taş atarmış da bin akıllı çıkaramazmış! Üstüne alma! Sakın alınma! Sözüm meclisten dışarı ama senin rüyan da o taş gibi düştü kafama! Haydi, madem ki rüyana bu kadar önem veriyorsun, yorumunu sana bırakıyorum kızım. Beni affet! Benim kıt aklım onu tabir etmeye yetmez.”
“Sana bu zamana kadar rahatsızlık verdim. Dikkat ettiğim, benden başka herkese sağlıklı cevaplar veriyorsun da bana gelince yan çiziyorsun dede. Neden herkesin rüyasını yoruyorsun da benim rüyama önem vermiyorsun? Ne hatamı gördün? Çok mu saf geldim sana? İyi niyetli olabilirim ama aptal değilim. Bitmiştir! Bundan sonra tek bir sözüm olmayacak. Çözemedim seni dede.” diye darıldı, kalktı gitti Işıl.
Bu aralar onun durumu hiç de iyi değil. Elimizden geldiği kadar arkadaşlık ediyoruz, eğlenmesini sağlıyoruz ama yapabileceğimiz pek bir şey kalmadı. Akıl en büyük nimet! Sağlıktan da önemli! Akıl gidince yaşamanın ne anlamı olur! Ölüye üç gün ağlarlar, deliye her gün gülerler.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 739