- 476 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİLMİYORUM
Çok şey söylemek isteyip de hiçbir şey söyleyemeyen insanların bakışı vardı gözlerinde. Yüzüne yerleştirmeye çalıştığı gülümseme, ruh halini gizlemeye yetmiyordu. Aksine daha gizemli bir hale bürünmesine neden oluyordu. Her karşılaşmaları aynı duyguların ortaya çıkmasına neden oluyordu. Aslında sorulacak birçok soru olduğu halde sorulmuyordu. Sormak belki de büyüyü bozacaktı. Sorular zihinde sorulup cevap da aynı zihinde üretiliyordu. Sorulacak soruların tamamı bir adım sonrasıyla alakalıydı.
Her ikisi de söylenemeyen sözlerin, sorulamayan soruların, alınamayan cevapların vermiş olduğu iç sıkıntısını yaşıyordu. Sinir bozucu yıpratıcı bir durumdu. Gerçek soruların yerini imalı sözlerin alması imalardan yola çıkarak gerçeğin anlatılması…
Yıllarca birbirinden habersiz insanların karşılaşması ve her şeyin değişmesi sadece tesadüfle açıklanacak bir durum mudur? İnsan çoğu zaman hiçbir şey istemediğini sanarak aslında çok şey istediğinin farkında bile değildir. Aslında bu farkındalık o, tesadüf olarak değerlendirilen anlarda ortaya çıkabilir. Doğal olarak insan bildiğini, hissettiğini, resmini çizebildiğini, tanımlayabildiğini ister.
İlk karşılaşma hislerin, duyguların, çizilecek resmin ilk çizgilerini oluşturur. Boşlukta uçarsın nedensiz bir sarhoşluk hali yaşarsın. Anlamlandırma, tanımlama yolunu seçersen baştan yanılırsın. Tanımsız veya tanımlanamayacak duyguların hâkimiyetindesindir artık. Anlamsızlığın güzelliklerini yaşamak varken illaki anlamlandırma cenderesinde kıvranmanın da mantığı yoktur sanırım. Bu çok karmaşık gibi görünen denklem daha basit bir hale getirilemez mi?
Her karşılaşma heyecanlandırıyorsa, karşılaşma isteği hat safhada ise, karşılaşıldığı zaman el ayak dolaşıp dengeler altüst oluyorsa insan büyülü bir değişim yaşıyor demektir. Büyülü değişimleri yaşayabilen tek varlık insan değil midir? “Sensizliğin uzağında kalmak istiyorum” cümlesini duyarak hissederek riyasız bir şekilde gözlerinin içine bakarak söyleyerek bu duygunun verdiği hazzın yüzde kızarma biçiminde yansıması, anlık kimya değişimini de yaşayabilen insan değil midir? Öyleyse sevginin, yanmanın ilk ayağındayız diyemez miyiz? Diyebilsek; gururumuzla muhkem kıldığımız kalelerimizden sızıntılar mı olur. Getirisi-götürüsü hesaplarına harcadığımız sınırlı enerjimizi sevginin filizlenmesine harcayabilseydik. Hayıflanmamak…
Öyle zamanlar olur ki karşılaşmalara ihtiyaç duyulmaz. Onu yaşarsın, duyarsın, okursun. Zaman mekân dışılık söz konusudur, dokunmanın hissetmenin üstünde bir şey. Düşünceler arınmış, sadeleşmiş- doğmak ve ölmek gibi-, netleşmiştir. Karmakarışıklık ortadan kalkmıştır. Yokluğun uzağında varlığın yakınlarında gezinmek gibi.
Böyle zamanlarda zihni bulanıklıktan kurtulmak lazımdır. Nelerle doldurmuyoruz ki zihnimizi. Çerçöp, yalan dolan, sahte acılar, sahte sevgiler, uşaklıklar, kölelikler… Neler yok ki. Boşaltarak özgürleştirmeliyiz zihnimizi. Netlik ve berraklığa kavuşturmalıyız. Zihnimiz doğal mecrasında hareket etmelidir zaman gibi. Yanlışların içinde doğru bulmaya çalışmak yorucudur insan için; hem de çok…
Çokbilmişlik zırhımı bir kenara atarak bildiğim- bilmediğim, söylediğim-söylemediğim, söyleyemeyeceğim her ne varsa ona inat şehrin sokaklarına attım kendimi dün gece. Serseri ruhum depreşti birden. Beni sana götürecek umuduyla arşınladım tüm sokakları. Birlikte söylediğimiz şarkı dilimde, ellerimde senin kokun ve gözlerimde senin bakışların… Sokakların hepsi tanıdık, insanların da. “Yine yoksun” sokağından kaç kere geçtim; bulurum umuduyla bilemezsin canan.
El ayak çekildi sokaklar boşaldı. Sokakların gece sakinleri bir bir çıkmaya başladı sahneye bencileyin. Artık sokaklar kedilerin, köpeklerin, bir sonraki günün hazırlığına başlamış yıllanmış yorgunluktan bitap düşmüş acılarını kabuklarında saklamış ağaçların, kuşların, evsizlerin birde benimdi. Sokak lambaları bir başka bakar oldu gecenin o saatinde.
Sayısız kereler geçtiğim şu sokakta bulunan lambalar acıma gözlüklerini takmış gülüyorlar mı ağlıyorlar mı bilemedim halime? Hele “yine yoksun” sokağındaki lambaların “yeter artık çek git buralardan” demelerinden ne kadar korktum bilemezsin.
Hava çok soğuk yakıcı mı yıkıcı mı belli değil. Hava da üşüdü tüm varlıklar gibi. Bir ben üşüyemedim; yangınlarındayım canan.
“Hiçbir şey bilmiyorum, bilmek istemiyorum” sokağına çekiyor ayaklarım. Sokağın son evinin önündeki son yorgun güngörmüş ağacın altında canan kollarını açmış gel diyor, bulutların üstünde mi yoksa altında mı?
Seçemiyorum.