- 460 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Bir fotagrafın düşündürdükleri....
Öncelikle şunu belirteyim; bu fotoğraf son zamanlarda gördüğüm en anlamlı fotoğraflardan biri... Altına siz düşüncelerinizi yazar mısın dediğinizde beynimde 3 saniyede oluşturduğum roman çok güzeldi... Muhtemelen bu fotoğraf eskiden saat dilimlerinin olmadığı devire ait olmalı bence... Şehirden şehire bile farklı saatler varmış eskiden… Hayatın zamansız sonlandığını düşündüm sadece… Zaman koskoca bir yalanmış işte…
Aklıma ilk gelen şey nedendir bilmem zamanın izafi anlamı geldi nedense… Küçükken güneş doğduğunda dışarı çıkar, güneş batana kadar dışarda kalırdık… Zaman kontrolümüz güneşti… Verdiği ısı önemli değildi. İlerledikçe saate bakar olduk…Sanırım her şey okula geç kalmamızla başladı… O gün öğrendik saati… Sonrasında hep bakar olduk, alarmlar kurduk… Buluşmalarımız…Bekleyişlerimiz….Ve Her yaşanan insanda bir iz bırakıyor…İzler kalıyor geride işte…
Herkesin paylaşabileceği ortak bir noktası vardır elbet Farklı düşünsen de farklı doğruları göstersen de bir bütün olabilirsin sonuçta... Önemli olan bütün olmak …: Tabii farklılıklar karışıklıklar çıkarabilir de…Bu farklılıklar bir bütün oluşturabilir de…
Düşünüyorum da, benim en güzel saatim, annemin kolumu ısırdığında çıkan diş izleriydi.. Ne kadar masummuşuz… Saat 3 – Saat 5 – Saat 15…Diye övünürdük diş izlerinde… Bazen yine saate bakıyorum… Elim telefona gidiyor, aramak istiyorum… Kimliksiz bir birey olarak sesini duymak, sapıkça nefesini dinlemek… Sonra vazgeçiyorum işte…
Gördüğümüz bir yıldızın kayması, binlerce yıl önce gerçekleşmiş olabilir.. Görüntüsü bize yeni ulaşmakta... Düşünüyorum da, dünyadan milyonlarca kilometre öteye gidip, süper gelişmiş bir teleskopla dünyaya bakıp, beni ve onu yeniden görüp, bir şeyleri değiştirebilir miydim acaba?.. Teorik olarak geçmişimizi görüyoruz… Önemli olan “şimdi” den ne kadar uzaklaşabildiğimiz değil midir? Uzaklaşmak istiyorum işte…
Kendimi arıyorum; sanırım aklımı kullanmaya basladığım ilk günden beri.. 40 yıldır tek bir yere bile geç kalmadım.. Geç kalacak bir yaşantım olmadı.. Depresif değilim, dürüstüm.. Kolumdaki saatlerin kadranlarını çoktan söküp attım ben.. Yaşama karşı plan yapmıyorum, plan yapmak mutsuz ediyor insanı… Önüme geleni yaşıyorum… Önüme gelmeyenler için arkalarından koşmaktan yoruldum.. Gülüyor musun, gülüyorum. Ağlıyor musun,ağlıyorum… Teselli etmeye çalışıyorum kendimi….Kızıyor musun, susuyorum içten içe…
Susmak… Tanıdığım en güzel olgu oldu sanırım.. Benim de söyleyeceklerim vardı elbet bu yaşama, ama aynı dili konuşmadıkça insanlarla, kelimelerin, sözlerin, ne önemi var ki..
Bitki için, hayvan için, insan dışındaki tüm varlıklar için, saatin ne önemi var… Öğle yemeğimi zamanında yiyemedim diyen bir Aslan gördün mü hiç… Canı istiyor, saat kaç olursa olsun yakalayıp yiyor… Canı sevişmek mi istedi, gidip sevişiyor. Çalıların arasında da değil, uluorta… Düşününce, aynı dili konuşamadığım o kadar çok şey var ki hayatta… Trajikomik geliyor yazdıkça, aklımdan düşünceler geçtikçe işte...
Senin şehrinde saat kaç acaba… Yıl kaç… Aynı havayı soluduğum bu evrende, aynı gökyüzüne bakmak bile yetiyor sevebilmek için… Gülmek değil, tebessüm etmek bile tarifsiz bir duygu o’nu düşlediğimizde…
Velhasıl… Bilincimizi özgür kılalım.. Güneşe bakalım, yıldızlara bakalım.. Saat 3, bana göre gece 3tür, sana göre gündüz 3.. Bana göre yıl 2012, sana göre 1995tir…
Farklı zihin, farklı şekil, farklı duygular, farklı deneyimler, yaşantılar... Her bir insanın varoluşunun mucizesi olan yeganelik… Bu biricik olan her bir insanın birbirinden farklı yaşantısı, deneyimi , gelişen, dönüşen, değişen duygu ve düşünceleri…
Birbirinden oldukça farklı fakat aynı tür varlığın bulunduğu dünya da birlikte yaşamak…Topluluk olmanın, toplum olmanın, vatandaş olmanın, aile, anne, baba, eş ve insan olmanın eşsizliği… Bu eşsiz dünyada, zamanda, boyutta bir kar tanesi gibi eşsiz, bir kartopu gibi…
Biz insanlar bu dünyada bir arada yaşamak zorundayız. Bir nevi birbirimize muhtacız. İnsan olmanın fıtratı ... Birbirimize can vermenin ötesinde bir varoluş bu. Hep beraber yoğuruluruz; birimiz buğday birimiz su birimiz tuz oluruz. Birbirimizden var olur, beraber var ederiz. Lakin zamanın yozluğunda yolundan çıkmış insanlık; varlığının özünü yitirir olmuş... Ortak bir dünyanın ötesinde herkes kendi yarışında, dünyasında, zamanında yaşar olmuş. Dünyanın yaşam alanı olduğunu unutup dünyanın kendisi olmaya çalışırken emmiş tüm yaşam enerjisini. Yan yana durur belki ama görmez gözü yanı başındakini, duymaz ona atılan çığlığı, atmaz kalbi bir başkası için... Sadece ister kendi duyulsun, kendi görülsün, bilinsin, sevilsin işte… Bir başkasının da bunlara ihtiyacı olduğunu görmezden gelir. Bencildir, anlayışsızdır artık kalbi… Sağırdır, kördür. Haliyle artık eşsiz birer kar tanesinden oluşan, can veren kadife gibi kartopu değildir insanlık. Paramparça eden, kaskatı birer dolu tanesi. Kalbi atan ama duyulmayan, sevmeyi sevilmeyi bilmeyen koskoca bir yalnızlar ordusudur…
Demir attığımız limanlar o kadar güzelken
Ne arıyoruz okyanusun ortasında!
Amaç hayatta kalmaksa, benden iyi nefes alıp veren yoktur hayatta
Amaç yaşamaksa, çok da güzel oyunlar oynarım, gezerim, bütün dünya benimdir..
Amaaa... Sen ben gibi insanların amacı nedir biliyor musun?
Yaşanmaktır..
Bizler yarım yaşanmış insanlarız…
Teknemiz su almasın bu zaman girdabında.. Boş ver… “Göğe bakalım…Saatin yelkovanları dönmekte…
İşte bu dizeler yumağı kaldı geriye…Bir fotoğrafta zaman gizli…Anılar,yaşamın izleri saklı…İnsana dair her şey işte…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.