- 503 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
SİMİTÇİ
Cep telefonunda Frank Sinatra’dan "My Way " parçası çalmaya başladı. Her sabah bu müzik alarmı ile saat tam altıda uyanırdı. Gençliginde çok etkilendiği için bu melodi ona güne keyifle başlaması için ilham veriyordu. Hafifçe doğruldu, ve her sabah ki rutin şeyleri yapmaya başladı. Bu sabah uzun zamandır ihmal ettiği doktor kontrolü vardı. Kendisini iyi hissediyordu ama içten içe öksürüklerinden rahatsız olmaya başlamıştı. Soguk algınlığı olarak geçiştirmiş, iş yoğunluğundan doktora gitmeyi ertelemişti. Daha geçen ay uzun görüşmeler neticesinde Japonya’dan şirketin en az beş yılını garantileyen ihracat anlaşması yapmıştı. Şimdi de Katar’lılar ile daha yüklü bir anlaşma yapmak üzereydi. Ama önce şu erteledigi sağlık işini halletmeliydi.
İtalyan takım elbiselerini giydi, pahalı İsviçre saatini ve altın kaplama kol düğmelerini taktı ve kapıda bekleyen ortadan motorlu Bugatti Chiron otomobiline doğru yürüdü. Şoförü onu görünce hızlı bir şekilde yerinden kalkıp, arka kapıyı açtı ve asker edası ile patronun yerine oturmasını bekledi. Gidecegi yeri şoförüne söyledi ve otomobilin koltuğundan otomatik olarak çıkan laptopından günlük gazeteleri okumaya başladı.
Hastanenin önüne geldiğinde köşe başında duran simitçi dikkatini çekti. Üstü başı buruşuk ama nispeten temiz görünümlü idi. Ayakkabılarından bir tanesinin topuğu kırılmış ve arkalarına basıyordu. Buruşmuş yüzüne rağmen düzgün yüz hatları vardı ve takriben kendisi ile aynı yaşlarda görünüyordu. Simit tepsisinde yaklaşık 20 civarı simit vardı. İlk defa simitçiye acımış ve şoförünü durdurarak tüm simitleri satın almasını söylemişti. Şoförü dediğini yaptığında simitçinin yüzündeki sevinç ifadesi onu bir nebzede olsa rahatlatmıştı.
Randevularına çok sadıktı, ve tam zamanında doktorun odasına girdi. Doktoru önce sırtını dinledi ve tomografi çekilmesini istedi.
Yaklaşık bir saat sonra tekrar doktorun odasına girdi, doktorun yüz ifadesi açıkçası yolunda olmayan bir şeylerin habercisi gibiydi. Zor da olsa acı gerçeği öğrendiğinde başından aşağı kaynar suların döküldüğünü hissetti. Hiçte önemsemedigi, basit bir hastalık olarak geçiştirdiği rahatsızlığı o kötü hastalığın son evresi idi.
Serveti sonsuzdu, yapılacak her şeyi mutlaka dünyanın en iyi hastanelerinde, en iyi profesörler eşliğinde yapacaktı ama çok geç olduğunun da farkında idi.
Hastaneden çıktı, şoförü otomobilinin içinde onu bekliyordu. Ona görünmeden biraz yürümek istedi.
Yürüdü, yürüdü, yürüdü.
Bir ayakkabıcı önünden geçerken içeride sabahleyin simitlerini satın aldığı simitçinin ayakkabı seçtiğini gördü, yüzü gülüyordu.
Onu uzun uzun seyretti ve ağzından şu kelimeler çıktı.
- Şu anda senin yerinde olmayı o kadar çok isterdim ki...