- 523 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hayat Üzerine
Hayat birtakım tuhaf olaylar örgüsüdür benim gözümde. Hayatın benim için tuhaf bir yanı da teknik olarak incelediğimiz zaman ortaya çıkar benim için.
Mikroskobik ölçüde odacıklara, kalınlığı milimetreden daha küçük birimlerle ifade edilen borular vasıtasıyla taşınan, içinde oksijen ve besin bulunduran ve yaşamın özü kabul edilen bir sıvı sayesinde yaşıyor olmamızla başlıyor bence esrar.
İnsanın doğumu ile ölümü arasında geçen o belirsiz süre de her zaman için esrarını korumuştur zihnimde. Doğuyor ve ölüyoruz hiçbir dahlimiz olmadan fakat aradaki bu sürece hakimiz, en azından birtakım seçim haklarımız var. Mesela dinimizi seçebiliyoruz ya da yaşayacağımız coğrafyayı veya evleneceğimiz kişiyi, çocuklarımıza koyacağımız isimleri buna benzer hayatın içinde olan şeyler kendi seçimimizde.
Öyleyse savaşmak ya da barışmak, bunlar da bizim tercihimize bırakılmış olmalı. Fakat şunu da düşünmeden edemiyorum, madem savaşmak ya da barışmak kendi tercihimizde, insanlık tarihinin ilk başından, Âdem ve Havva’dan bu yana süregelen bir savaş var. Neden bu süreçte tüm insanların tercihi savaştan yana olmuş? Yoksa savaş bir tercih değil bir gereklilik mi? Ya da savaşların olması bir ya da birkaç kişinin tercihine mi bağlı? Bu sorular gerçekten birer kurt gibi kemiriyor içimi ve sonra o kemirilen yerlerden yeni sorular peyda oluyor. Hayat için mi savaşıyoruz yoksa? Hayatımızı devam ettirmek için mi bu kavgaların tümü? Belki de Avni bu yüzden böyle söylemişti, “Çün ecel sulh ettirir, ahir niza’ı kaldırır/ Pes nedir dünya için bu kuru kavgadan murad.” Yani diyor ki “Hayret ecel gelip kavgayı kaldıracak nasıl olsa, bu dünya (hayat) için savaşmaktaki amaç nedir ki?” Hayatın savaşmaya değecek değerde olmadığını düşünüyordu belki de. Kendisinin, çağının belki en entelektüel kişiliği olması beni de bu düşünceye çekmiyor değil doğrusu.
Ne kadar hayatta kalacağımız belli değilken birilerini kırmak dökmek ne kadar gerekli ki? Enerjimizi yaşamak yerine savaşmak için harcamak aslında hayatımıza ve kendimize verdiğimiz değerin eksikliğinden ileri geliyor sanıyorum. Hayatın tadını çıkarmak varken yerli yersiz kavgalar içine sürüklüyoruz kendimizi ve dolaylı yoldan çevremizdekileri. ’’Hayat bir tirenin kavgası’’ der bir büyüğüm. Mezar taşlarına dikkat etmişseniz iki tarih yazar ve arasında da bir tire vardır. İşte hayat o ince çizgiden ibaret. Önemli olan şey, o ince çizginin altının ne kadar dolu olduğu bence. Kavgalarla mı dolu, sevdalarla mı?
Aslında hayat biraz da yatırım yapmak için bize verilmiş bir müddet gibi. Bilgisayar oyunu oynayan arkadaşlarım bilirler, oyunlardan önce bir hazırlık süresi verilir. İşte hayat, o hazırlık süresi bence ya da daha basit bir örneğe indirgeyecek olursak hayat, trafik lambasında kırmız ve yeşil ışık arasında kısacık bir süre yanan sarı ışık. Peki neye hazırlık? Hayattan sonrası mı var bir de? Aslında bu sorunu cevabı tamamen kişini kendi inancına dayanan bir cevap. Ama inancı ne olursa olsun herkes şunu bilir ve kabul eder: Bir kişinin hayatının bitmesi dünyanın sonu değildir ve diğer insanlar kendi tirelerinin altını doldurmaya devam ederler. Bununla birlikte biz ölümümüzden sonra bile bazı insanların hayatlarını etkilemeye devam ederiz. Basit bir örnekle oğluna miras bırakan bir baba gibi. Tabii aynı zamanda bardağın boş tarafı da var, her zaman olabileceği gibi. Oğluna borç bırakan bir baba. İşte yaşamımızda bunun hazırlığını yapıyoruz, miras mı bırakacağız yoksa borç mu? Burada aslına bakılacak olursa miras ve borç kavramları birer basit metafor. Fikrimce, hayatımızda bizden sonranın hazırlığını yapıyoruz. Ne demişti Baki, “Minnet Hudâya devlet-i dünyâ fenâ bulur/Bâkî kalur sahîfe-i ‘âlemde adumuz.” Günümüz Türkçesiyle özetleyecek olursak “Dünya (hayat) gelir geçer ama Allah’a şükür adımız baki kalır.” manasına geliyor. Az evvel söylediğim gibi önemli olan ismimizin bu alemde nasıl kaldığıdır.
Bugün baktığımız zaman kimi insanlar vardır ki ismi anıldığı zaman insanların gönlüne esenlik verirken kimi insanlardan da insanlık nefret etmiş durumda. Umarım bir gün tiremiz çizildiği zaman insanların gönüllerinde bize karşı bir hoşluk, bir özlem duygusu oluşur. Büyük tasavvuf düşünürü Hadimi’nin de söylediği gibi “Kâmil odur ki koya dünyada bir eser/Eseri olmayanın yerinde yeller eser.” Kemale ermek, kâmil olmak çabasıyla…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.