- 437 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
GÜL AĞACI
Bu sabah çok farklı olacaktı gül ağacı için. Her yıl bu mevsimde heyecanlanır, ümitlenir içi içine sığmaz olur. Yeniden başlamanın mutluluğu… Bu mutluluğu tutkulu bir şekilde yaşamanın hazzını yaşamak vardı yeniden. Sahi ne zaman gelmişti bu bahçeye, hatırlamak bu kadar zor mu yoksa hatırlanmak istenmeyen durumların hatırlanmaması gibi bir durum mu söz konusu. Gül ağacının serüveni farklıydı. Yıllar önce bir gül üretim çiftliğinde, yaşlı bahçıvanın nasırlı elleri marifetiyle ilk olarak, daracık saksı toprakla buluşmuştu ve gerçekçi bir şekilde de mutlu olmuştu. Bu mutluluk tabiatıyla kısa sürdü. Ne de olsa saksı toprak geçici mekândı.
Evet, kalıcı mekân olmalıydı mutluluğun, özgürlüğün, üretkenliğin gerçekleşebilmesi için. Kısıtlı hayat birkaç yıl daha sürdü. Kalıcı mekâna göçebilme, yakıcı bir aşk haline geldiği günlerde bir çift samimi el onu işaret ediyordu. “Aradığım gülü buldum. Bunu almak istiyorum.” Diyen gülümsü bir kadın sesiyle irkildi. Yılların durgunluğundan boşanırcasına akmayı yaşadı akşamın telaşlı saatlerinde. Gül ağacı kendini hiç bilmediği bir evin balkonunun altında bulduğu günü ve o geceyi hiç unutamadı. O gece köşede bucakta unutulup kalma korkusunu yeniden yaşadı iliklerine kadar. Sabahın erken saatleriyle birlikte bu korkunun yersizliğini anladı. Onu ilk defa saksı toprakla buluşturan ihtiyar ve şefkatli elden sonra bir insan eli bu kadar şefkatli olabilir dedirtecek türden bir el, bahçenin en nadide yerlerinden olan güney köşesinde hazırlanmış yerine dikti gül ağacını unutmadan can suyunu da vermişti şefkatli eller. Sevmişti yeni yerini. Hareket alanı genişti. ‘Gülün görevi güzellik üretmektir.’diye düşündü ve gülümsedi. İlk goncaları çok önemliydi. Gül goncaları oluşmaya başladıktan sonra –ilgili veya ilgisiz- herkesin ilgi odağı olmaya başlamıştı. Gülün rengi merak konusu olup çıkmıştı. Gül goncalarını yeni üretmeye başlayan gül ağacı kendisinin sıkboğaz edildiği düşüncesine kapılmaya başlamıştı bile. Yıllarca yalancı, sahici sevdaların seyrine tanıklık etti. Kimi sevdalarda mutluluğun tercümanı oldu bıkmadan, usanmadan, yüksünmeden maşuk ile aşık arasında. Kiminde ise hüzünlerin, yok olmaların, “son defa” ların yalvarmaların, çığlıkların, çekip gitmelerin, dönüşü olmayan gitmelerin canlanmasını gördü içinden bir şeylerin koptuğunu hissederek. İhaneti gizlemek için kullanıldığı zamanlarda ne kadar rahatsız olurdu. Duyuramadığı sesiyle haykırırdı “sana ihanet ediyor inanma ne olursun” diyesi gelirdi ancak düşünceler ses tellerinde bir türlü şekillenmezdi. En keyifli anlar değimliydi; ciltler dolusu kelimelerin ifade etmekte zorluk çektiği aşkın duyguları nahif bir sunumla sessizce ifade ettiği durumlarda o tevazu ve güzellik örneği yapısına rağmen için için gurur duyduğu anlar nasıl unutulur.
“Keyifsiz durumlarla karşılaştığımız zamanlarda bunu bertaraf etmek için, olumsuz etkisini en aza indirgemek için geçmişteki başarılarımızdan, keyifli anlarımızdan yardım umarak sığınırız hatıralara gerekli özgüveni ve enerjiyi sağlamak için.”düşüncesiyle irkildiğini hissetti. Her şey yerli yerindeydi. Ama nedense sebebini bilmediği, geçicidir diye umduğu uyuşukluğu ve yorgunluğu bir türlü atamıyordu üzerinden. Her yıl bu mevsimde bülbüller, arılar ve diğerleri için cömert ev sahipliği rolünü oynardı haz duyarak, keyif alarak, kendine özgü esprili oyunlarını oynayarak. Ama bu yıl… Yabancısı olduğu duyguların tüm benliğini kuşattığını hissetmek, çaresizlikler içerisinde kıvranmak, çabanın karşılık bulmadığı, hesapta olmayanların hesaba girdiği karşı koyma gücünün cılızlaştığı, zor duyulan bir ses- gülümseyen gülün yerine yenisini dikelim- diyordu. Gerçekle yüzleşip gülümseyerek göçüp gitme zamanının geldiğini anlamak zor olmamıştı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.