- 786 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
734 – AYNA ve DANS
Onur BİLGE
Halit, resim yaparak para kazanıyor, ailesinden yardım almak istemiyordu. Neşe bir gün ona: “Benim de resmimi yapar mısın?” diye sormuştu. O da: “Her gün bir resmin yaparım, müsaade edersen.” diye cevaplamıştı. Zaten model arıyordu. Elinin durmaması için sürekli çizmeli, iyice ustalaşmalıydı.
Gerçekten de hemen hemen her rastlaştıklarında Virane’de Neşe ona modellik etti. Bu arada, annesinin ölümünün vermiş olduğu keder ve sıkıntıyı bir an önce üzerinden atmasını, en kısa zamanda tekrar eski neşe dolu haline dönmesini istediği için Halit ona hep gülümsemesini söylüyordu. Ona Gülen Kız diye hitap ediyordu. Neşe, içten veya değil, çizilen her resimde gülüyor, en azından tebessüm ediyordu.
Çizilenlere her geçen gün yenileri ekleniyordu. Neşe’nin bir dosya dolusu resmi olmuştu. Halit de giderek ustalaşıyordu.
Doğum gününde ona en değerli hediyeyi Halit vermişti. Bu gümüş çerçeveli bir el aynasıydı. Neşe paketi açar açmaz içinden çıkan hediyeyi şöyle bir evirdi çevirdi ve yüzüne doğru tuttu. Ona gülerek bakınca, ne kadar güzelleştiğini görmüş olacak ki bir süre yüzünü seyretti. Halit:
“Sana senden daha güzel bir hediye bulamadım!” dedi.
Ayna, bana aynalı geceyi anımsattı. Ayna o karanlıkta, İlhan’ın avucunda, sevgilinin yüzüne ışık düşüren, görmek istediği simayı seyrettiren, kendince çok değerli ve önemli bir nesneydi. Pencere pervazlarında sabahlara kadar yazdığım şiirleri okuyamıyordu belki ama yüzümdeki ifadeyi o şekilde rahatça okuyabildiğinden emindim.
Ayna, basit bir eşyadır. Bir cam parçasıdır. Sırrı arkasındayken, sırrı ifşa etmekte güçlük çekmez. İlhan, gözlerinden okumamı istemediği hisleri onunla ifade etmişti. Hiç konuşmadan anlatıvermişti söylenmek istediği her şeyi. Hem de bir çırpıda ve sessizce…
Ayna Kızılderililerin dumanı gibi seri bir iletişim aracıydı onun elinde. Köylerde delikanlıların arka ceplerinde, tarakla birlikte yer alan bu eşya, oralarda da aynı şekilde kullanılıyordu. Çok eski Türk filmlerinde böyle aynalı anlatımlara rastlıyordum.
Ayna, her şeyden önce insana kendisini gösteren, onu kendisiyle bütünleştiren bir eşyadır. Kendilerini geliştirmek için bir bilgeye veya bir erene gelenler, seçtikleri örnek şahsiyete baka baka şekillenirler.
İnsanlar birbirlerini aynalarlar. Ayrıca arkadaş arkadaşın aynasıdır. Arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim!
Tasavvufta da önemli bir nesnedir. “Büyük bir ayna kırılmış, kırılıp yere saçılmış. Kâinat içine düşmüş. Düşmüş amma paramparça…”
Ayna dürüsttür. Gerçeği bire bir, tıpa tıp gösterir. Ne fazla ne de eksik… Doğrucudur. Onun için gerçek dosttur. Övmez de yermez de… Bunu yaparken masum masum bakar. Çocuk saflığında ve temizliğinde… Ne yaptığından habersizmiş gibi…
Neşe çok sevindi. İçtenlikle teşekkür ederek onu çantasına indirdi. Hep yanında taşıyacak, her eline aldığında onu anacaktı. Artık onda, Halit’ten bir parça vardı.
“Bir bayana verilebilecek en güzel hediyedir ayna! Mücevher değerindedir. Her şeyden önce huzurdur.” dedi Define.
Dede de onların yakınlaşmalarından hoşnuttu. Birbirlerine çok yakışıyorlardı. İkisi de iyi insanlardı. Büyük bir ihtimalle iyiliklere, güzelliklere ve mutluluklara doğru birlikte ilerlemekteydiler. Belki henüz adı konmamıştı, belki itiraf edilmemişti ama aralarında, gözlerinden, jestlerinden ve mimiklerinden anlaşılan hoş bir duygu vardı.
İkisi de öğrenciydi ama hep öyle kalacak değillerdi ya… Elbette gün gelecek, okul da bitecekti. Halit çok başarılı ünlü bir ressam olamazdı ama bir memur ya da girişimci olabilirdi. Neşe de çalışırdı gerekirse.
Ay!.. Ne kadar hayalperestim ben! Hemen sırılsıklam âşık ediverdim onları! Evlendirdim bile! Aferin bana! Yaparım ben! Hayal bu ya…
Ancak benim Neşe’yi sıkıştırmam lazım! Madem ki en yakın arkadaşı benim, bana söylemeli! Hem de dürüstçe… Aynanın söylediği gibi…
Dede, hediyesini en sona saklamıştı. Gidip içeriden getirdi. Gösterişsiz bir şekilde beyaz bir kâğıda sarılıydı. Neşe merakla açtı! İçinden ahşap çerçeveli bir resimlik çıktı. İçinde de Neşe’nin renkli bir fotoğrafı vardı.
“Dede! Demek ki benden bu fotoğrafı onun için istemişsin!” diye teşekkür etti. O kadarla da yetinemedi. Kalkıp elini öptü. İki armağan da diğerlerinden kat be kat önemli ve güzeldi. İkisinde de Neşe kendisini seyredecekti.
Resim çerçevesi ne ağacındandı bilmiyorum ama oymaydı. Üzerinde yaprak ve çiçek desenleri vardı. Her tarafı emek emek süslenmiş, verniklenmişti. Fotoğraf, camın arkasındaydı. Neşe orada da gülüyordu.
Onun hayat boyu gülmesini istiyordum. O da benim için aynı şeyi isterdi. Biz et tırnak olmuştuk artık. Ayrılsak bile
birbirimizi asal unutamazdık.
Ayrılsak bile… Benim de okulum bitecekti. Okulu biten herkes gibi ben de doğup büyüdüğüm topraklara dönecektim. O burada kalacaktı. Benimle gelemezdi ya… Er geç ayrılık olacaktı.
Ayrılık er geç olacaktı. Acaba kimler kimlerle kalabilir, kimler kimlerle gidebilirdi? Geleceğe dair kim ne bilebiliyordu ki!
Herkesi çok seviyordum. Hiçbirinden ayrılmak istemiyordum ama en çok da İlhan’dan ayılmak zorunda kalmak üzecekti beni.
Onunla mesafeli ve çok uzun süren bir danstaydık. Adımlarımız birbirine uyuyor, büyük bir hazla dans ediyorduk. En romantik aşk şarkılarının ritmine uyarak, susarak, bakışarak ve aradaki mesafeyi koruyarak…
Gündüzler birimizi bir yere birimizi bir yere atsa da akşamlar bir araya getiriyordu. Aramızda geniş bir cadde ve bir onların apartmanlarına ait bir bahçe oluyordu ama geceler de bizim oluyordu.
İlle de ille camlarımızın ve perdelerimizin açık olması da gerekmiyordu. Biz biliyorduk ki karşılıklı pencerelerin gerisinde biz vardık. Mesafenin ne önemi vardı! Biz her halde ve her zaman dans edebiliyorduk. Çünkü biz, birbirimizi, engellere ve mesafelere rağmen, sımsıkı sarılmış gibi hissedebiliyorduk.
Biz her akşam buluşuyor, sabahlara kadar dans ediyorduk. Öyle padişahın sarayda verdiği partide bir araya gelmiyorduk. Oğlunun evleneceği kızı seçmesi için hazırlattığı balolarda da dans etmiyorduk. Gece yarıları gelmeden eve dönmüş olmam gerekmiyordu. Telaşımdan cam ayakkabılarımın biri merdivende kalmıyordu. O da elinde ayakkabı tekiyle kapı kapı beni aramak zorunda kalmıyordu.
Kapılar karşılıklı, camlar karşılıklı, kalpler karşılıklı ve dans karşılıklıydı. Biz çoğu zaman camların arkasındaydık. Sır gibi camların arkasında… Biz, birbirine bakan aynalardık.
Birbirine bakan ve birbirini çoğalttıkça çoğaltan…
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 734
YORUMLAR
Değerli kaleminiz sayfanızda yine güzel bir esere imza atmış akıcı ve duygusal çeşitli anlam ve yoruma açık eserinizi beğeniyle okudum sayfanızdan yürek sesiniz okuyucuların yüreğine güzel mesajlar vermesi dileğiyle yüreğinize emeğinize sağlık sayfanızda nice güzel eserlere imza atmanız temennisiyle selam olsun bu güzel eseri yazan yüreğe kal sağlıcakla