- 676 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
732 - İNKÂR
Onur BİLGE
3 Ocak 1934 tarihinde İzmir’de Türk Avukatlar Birliği toplantısı yapılmış. Bütün baroların bir araya getirilmesi düşüncesi ortaya atılmış. Daha sonraki toplantılardan birinde de 5 Nisan Avukatlar Günü olarak kabul edilmiş. Onlar için özel bir gün olan bu günlerden birinde, daha önce beraber dama oynadığımız, âmâ olduğu halde beni yenmeyi başaran avukat arkadaşıma telefon açmıştım. Amacım sadece kutlamaydı ama konuşma başıboş akarken farklı yerlere vardı.
Bizim avukat belki gerçekten inançsızdı belki de sırf beni çileden çıkarmak için karşımda yer almayı yeğliyordu. Her ne içinse yine bana kök söktürdü!
“Merhaba avukat! Var mı vukuat?”
““Merhaba Semiray! Asayiş berkemal!”
“Avukatlar Günün kutlu olsun!”
“Teşekkür ederim ama nasıl kutlu olacak ki! Büroda bir başına oturarak zor…”
“Zamanla dolar taşar, milletten başını alamazsın! Bu zamanların keyfini çıkarmaya bak!"
“Bu zaman öyle uzun sürdü ki, artık o söylediğin günlerin gelmesini dilerim!”
“İnşallah! Allah herkese her istediğini verme gücüne sahip… Bazıları burada bazıları orada olacak ama mutlaka olacak!”
“İnanmayı isterdim. Fakat sanki zafiyet geçiriyor. Yapamayacağı sözler vermiş, onlara da kılıf arıyor gibi…”
“Saçmalama! Bana bir soru sormuştun. “Beyin nakli olursa alan insan nasıl düşünür?” diye...”
“Neden sen saçmalıyorsun da ben görüşümü söyleyemiyorum?”
“Hani: “Beyni yokken nasıl düşünsün insan?” demiştin bir de… Yani bir insan ölünce beyni de çürüyecek ve düşünemez hale gelecek falan... Bu mantıkla gitmiştin.”
“Beyin naklinde kişi beyinsiz kalmaz. Fakat başkası olur. Soruyu bu biçimde sorduğumu sanmıyorum.”
“Kendince haklıydın ama cinler bir madde bedene sahip olmayan bilinçli yaratıklar ve bunlar sorumlular.”
“İyiymiş.”
“Demek ki neymiş? Bilincin beyinle değil, ruhla alakası varmış.”
“Biliyorsun, ben tanrıya inanmıyorum. Tartışmak yersiz. Hele hele böyle sipariş üzerine inmiş, kişilere çıkar sağlamış, krallıklar kurdurmuş, insanların acı çekmesine neden olmuş tanrılara hiç inanmıyorum.”
“Sen kendiliğinden mi oldun? Burası cennet değil. Her şey yolunda olsaydı ve bazı dertlere tahammül gerekmeseydi, burası doğrudan cennet olurdu. Oysa imtihan salonu... Bir maç yapılırcasına bazılarına karşı, dazıra dazır yaşanıyor hayat! Kötü zamanlar olmasaydı, mutluluk diye bir şey de olamayacaktı. Gece olmasaydı, gündüz diye bir şey olmayacaktı. Burada her an ölümler, doğumlar, hastalıklar, sağlıklar, sorunlar çözümler var... Her gün baklava yense insana gına gelir! Ayrılıklar sonrasında kavuşmalarının tadı çok daha güzeldir. Ayrılıklar ve engeller olmasaydı kavuşmaların tadı da alınamayacaktı mesela…”
“Herkes yapamayacağı sözler verince, neden yapamadığı için gerekçelerde ortaya koyar. Belki insanlar, öldükten sonra ne olduğunu bilmiyorlar ama geridekiler, ölenin başına neler geldiğini biliyorlar."
“Sadece bedenen yok olduklarını biliyorlar. Onlar atlarından inmiş, yollarına yaya olarak devam eden insanlar gibi cesetlerini mezarlıklara park ettirip araçlarından iniyorlar ve yollarına devam ediyorlar. Geride kalanlar, ölümlerinden sonra onların başlarına nelerin geldiğini bilmiyorlar. Akıbetleri bizce meçhul… Kendi akıbetimiz de öyle…”
“Boş ver, bunlar beni avutmaya yetmez!”
“Bilinç, ruha bağlı… Ben öyle mutluyum. Senin için endişem var. Allah seni kişiler, olaylar, rüyalarla muhtelif zamanlarda uyarır, doğru yola davet eder de sen ısrarla adım atmak istemez, ayak dirersen “Gelmezsen gelme! Artık gelsen de değeri kalmadı!” diyerek kalbini mühürlerse, artık iman edemez, helak olanlardan olursun!”
“Ruh diye de ceza veya mükâfat diye de bir şey yok. Bilmiyorsan, Pavlov’u oku.”
“Pavlov, köpekleriyle uğraşsın! Sen pavlayanı havlayanı okuyacağına Allah’ın indirdiğini oku da bildirdiğini öğren!”
“Allah’la veya Allah’sız milleti aldatmaya yeltenenlere de fırsat vermemek için elimden geleni yaparım!”
“Dünya, kâfire cennet, Mümin’e cehennemdir! Burada mutlu olursun. Burada mutlu olmak isteyeni burada mutluluğa doyurur ama onun orada nasibi yoktur. Seni kim yarattı? Tesadüfen mi oldun?”
“Ora diye bir şey yok. Öbürü, bizim gibi başı ağıdakileri aldatmak için yazılmış hikâye… Hiçbir şey kader değildir! Tanrı da yoktur! Bunu tartışmak istemiyorum.”
“Yeryüzünde tesadüf diye bir şey yok!”
“Bir tek evren var ve sürekli dönüşüm halinde…”
“Evren kendi kendine mi oluştu? Ona ilk hareketi veren kim?”
“Tanrıyı kim yarattı?”
“O, kendiliğinden var. “Gizli bir hazineydim, bilinmek istedim!” diyor. Senin gibi düşünenler, yani düşünemeyenler “Esatür-ül evvelin…” dediler. Yani eskilerin uydurdukları masallar… Ölünce uyanacaklar ve gerçeği görecekler ama iş işten çoktan geçmiş olacak!”
“Neden insanların tümü tanrıdan haberdar değil? Tanrı varsa, zalimlik kimden kaynaklandı? Boş ver ya… Biraz da okuduklarının dışına çık, gözlem yap. Başka fikirleri de okuyup değerlendir. Sen öyle mutlu olabilirsin. Din ve iman bana göre değil.”
“Bu evreni yaratan biliyor yaratma nedenini ve sırrını. Öğrenmek isteyenlere de bildiriyor. Sen de gerçekleri oku ve merak ettiklerini o sağlam kaynaktan öğren. Kast ettiğin zırvaları okumam ben! Göz nuruma yazık! Yanlış çok, doğru bir tanedir! O da Kur’an’dadır!”
“Kur’an’ı vaktiyle çok okudum. İmam Hatip çıkışlıyım ben. Orada sadece Yahudilik kınanmıyor, diğerlerine de çamur atılıyor. Herkesin malı mülkü sana ganimet görünebilir, sen işlerini Allah’a havale edebilirsin. Fakat ben böyle düşünmüyorum.”
“O kitapları yazanlar, İslamiyet’i yok etmeye çalışıyorlar. Yahudi oyunu, kâfir zırvası… Eğer Allah yoksa bu gece gördüğümüz rüya birkaç gün içinde nasıl çıkıyor? Rüya nerden geliyor? Olacakları önceden rüya kanalıyla haber veren kim? Ayan beyan rüyalar da var.
Tanıdıklarımızdan bir adam rüyasında baldırının dışında dış tarafında üç kara nokta olduğunu görüyor. O zamana kadar onların varlığından haberdar değil. Bacağını döndürüp bakıyor o kısma, bir de ne görsün! Gerçekten de aynı yerde üç siyah nokta... Hemen doktora gidiyor. Cilt kanseri teşhisi konuyor. Onu kim uyardı? Bunu ona ayan beyan gösteren kim? Kaderde o, cilt kanseriyle denenecekti. Zamanı geldi. Allah bir nedenle ona onu gösterdi.”
“Açıklayamadığın şeyleri tanrıya mal etmek doğru değildir. Bermuda şeytan üçgenini de açıklayamıyorlardı.”
“Allah iman, dua ve ibadetle zatına yaklaşmaya çalışan kulunu uyarmış. Kaderde kesinleşmiş felaketi hiç değilse bir süreliğine def etmek için ona bir fırsat tanımış. Senin dediğin, coğrafi meseleler... Şeytanla alakası yok. Fakat şeytanın bile Allah’la alakası varken senin alakasız olmana hayret ediyorum! Hem de nasıl! Hayatımda tanıdığım en zeki kişilerdensin. Belki de en zekisisin. Böyle iken nasıl oluyor da Allah’ı bulamıyorsun? Yoksa sen ona, gözünden ötürü mü kinlisin? “Bana neden bunu reva gördü?” diye mi isyanlardasın? O senin o yönünü azaltmışsa, zekâ yönünü, direnme gücünü arttırmış. Bunun farkında değil misin? Körlük, dünyadayken Allah’ı görememektir! Nesneleri görememek değil.
Pavlov köpeği gibiler göremedilerse, kendi körlüklerindendir. Orada da kör olacaklar. Böyleleri kendilerine yazık ederler. Onlar inanmadıkları zaman, Allah’ın İlahlığından bir şey eksilmez. Olan kendilerine olur! Cehennemi boylarlar! Onlar çok cesur insanlar olmalılar ki Allah’a kafa tutuyorlar! Allah, her yerden bakıyor ve her yarattığından “Ben varım!” diyor ama körler görmüyor, sağırlar duymuyorlar.
İlim, Allah’ı bulduramıyor, aksine reddettiriyorsa, hiçbir işe yaramıyor demektir. Bilim, Allah’ı inkâr ettirmez. Aksine tasdikler. Ancak o zırvaları yazanların yazdıkları, şeytanın sözlerinin aynısıdır ki insanlara inançlarını kaybettirir. Allah’ın kitabı dururken o zırvaları okumak için dökülen göz nuruna ve sarf edilen zamana yazık! En çok da zayi olan insanlara...
Sen ki en akıllısın, tanıdıklarımın içinde… Nasıl olur da aptal yazar müsveddelerinin sözlerine kanarsın! Aklım ermiyor!”
Telefon mu kapatıldı yoksa hatlarda bir arıza mı oldu, bilmiyorum. İletişim kesildi.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 732