YAŞLILIK, AKSİ, HUYSUZ VE DE SİNİRLİ i İNSAN DEMEKMİDİR?
’’YAŞLILIK MASKARALIKTIR’’DERDİ ANAM
Günaydın. Evet uyumuşum. Ne yapabilirdim ki başka? Evdeyim ve artık bir işim de yok.Eskiden hem yorgunluktan şikayet ederdim hem de yalnızlıktan şikayet ederdim; şimdi yalnız değilim ama hala daha çok yorgunum.. Dün dünde kaldı, bugünü de yarıladık, ya yarın? Kimse bilmiyor ve bizler hala daha zaman diyoruz ve hangi zamandan bahsettiğimizin farkında bile değiliz. Zaman dediğimiz şey nedir ki. Önceleri tamam, ama artık şimdiler de zaman diye bir şey yok ne varsa, o an vardır bana göre ama yapabilene tabi ki de. Ah zaman ah ne çabukta geldin geçtin bizden, içim daraldı gibi, güzel şeylerden mi bahsetsek acaba ha ne dersiniz.
Güzel şeylerden konuşalım da önce o güzel olan şeyleri bi bulup çıkarmak lazım ortaya, öyle değil mi. Eski sayfalar, eski resimler eski anılar ve en önemlisi çocukluk, asla eskimeyen tek şey, eskimesin de zaten
Evet, akşam geç geliyordum eve ve iş yerinde çok yoruluyordum. Öyle aman aman çalışmasam da sanırım yine de iş stresi beni çok yoruyordu
Eve gelip kendimi şöyle bir koltuğa atıp uzanınca ancak o zaman kendimi rahat hissediyordum.
Dün gece birdenbire aklıma geldi, ben menekşeleri neden çok seviyorum, nereden geldiyse aklıma artık. Sürekli geçmişte yaşadığım için olsa gerek, ileriye dönük bir şeyler yapamadığım ve sürekli kafamda pişmanlıklarımla dolaştığım için haliyle geçmişim de benimle birlikte yaşıyor, birlikte yatıyor, birlikte kalkıyor, birlikteyiz günün her saati. Bütün bunlar yetmiyor muş gibi, gece, rüyalarım bile geçmişimden, ne enteresan değil mi… Sahi, ben mor menekşeleri neden seviyorum? Uzun uzun düşündüm ve birdenbire ortaya çıkıverdi ve o an anladım ki her şey bilinç altıyla alakalı, bizler her şeyimizi bilinçaltına iteliyoruz ve sonra durduk yerde bazı istenmeyen şeyler yapıyoruz, ya da konuşuyoruz, sonra da adına dil sürçmesi diyoruz ya da başka şeyler uyduruyoruz. O an, hem kendimize hem de karşımızdakine yalan söylediğimizin farkında bile değiliz., ama asla bilinç altı yalan söylemez ve hiç olmadık yerde, en olumsuz anlarda bir sivilce gibi çıkıveriyorlar ortaya yıllarca oraya tıkış tıkış tıkıştırdıklarımız. Demek ki ne yapmalıyız, her şeyi merdiven boşluğuna saklar gibi bilinç altına yollamamalıyız, çünkü bu hayat bizim, bize verilmiş bir hediyedir ve o halde neden hep, o ne der, bu ne der korkusuyla yaşıyoruz? ve yaşamak istediklerimizi yaşayamayıp bastıra bastıra içimize gömüyoruz, neden. Sonra da bu yaşlılar neden bu kadar suratsız, neden bu kadar sinirliler; yahu onlar yaşayamamışlar ki hayatlarını, yaş aldıkça pişmanlıkları da artıyor ve bu şekilde intikam alıyorlar hem geçmişlerinden hem de hiçbir zaman yaşayamayacakları geleceklerinden…, yanılıyor muyum?
İşte bu yüzden böyle aksi, huysuz sinirli bir yaşlılar topluluğu çıkıyor ortaya, anamdan biliyorum çünkü. . Ne diyebilirdim ki, anama sadece bakardım çünkü o benim anamdı. Onların sinirleri gençlere değil kendilerinedir, yaşayamadıklarına ve de hayatadır, bizden de kendilerini anlamamızı bekliyorlar, ama nasıl? ancak onların yaşına gelince onları anlayacağız ama o zaman da iş işten geçmiş olacak ve o yaşlılar büyük bir olasılıkla hayatta olmayacaklardır, son pişmanlık fayda etmiyor görüldüğü gibi. Nerden nereye, insanın içi dolu olunca böyle oluyor demek ki, farkına varmadan dağılıveriyoruz işte. Dükkânın içini boşaltırken fark ettim, arta kalanları toplayan çocuklar taşı taşı zor bitirdiler ve daha öncesi de vardı ve hala daha dükkânda kalanlar var ve eve getirdiklerimi saymıyorum bile.’’ee, kolay değil, tam 16 yılın emeği’ ’dedi emlakçı. İşte yaşlılıkta böyle bir şey ve farkında olmadan neler yığmışız içimize neler, işte bu yüzden yaşlılar çok konuşuyorlar o da hatırladıklarını, ya hatırlamadıkları?
Aksi olan sadece yaşlılar değil, çocuklarda çok aksi olabiliyorlar ve çocuklara aksilik yakışıyor bence. Bakın anlatayım da siz karar verin benim ne kadar yaramaz ne kadar aksi bir çocuk olduğuma ve de menekşeleri neden sevdiğimi...
O zaman ki yaşımı hatırlamıyorum, sadece anlar var aklımda ve o anlar da kesik kesik geliyorlar.
Okula henüz başlamadığım kesin çünkü okul zamanı mıh gibi aklımda çakılıdır, o derece heyecanlı ve de sevinçle başlamıştım okula; onca olumsuzluklara karşı okula gitmekten her zaman keyif almışımdır. Okul yıllarım kısa sürse de yine de çok güzeldi okul yıllarım, neyse.
Halamın kızıyla aynı yaştayız. Halamın kızı çok küçük, çok sıska bir çocukmuş yaşına göre. Benim ise en azından boyum varmış, büyükler öyle söylüyorlardı.
Köyümüz bayır, haliyle de tarlalarımız da bayır olduğu için ekip biçmeye pek elverişli değildi topraklarımız. Yine de var olan tarlaları kazar, gübreler yöreye uygun ürünler ekilirdi. Örneğin; patates, mısır, ğozğoli, kabak, karalahana, pancar, pancar pek yetişmezdi ama anam yine de ekerdi, yetiştirebilenleri de ortadan ikiye böler haşlardı ve önümüze koyardı yememiz için, ne alakaysa artık, yerdik ama. Pancarlar kırmızı mı, yoksa mor muydu? şu an tam olarak hatırlamıyorum ama çok lezzetli ve de şekerli oldukları için hoşuma giderdi pişmiş pancar yemek, zaten birkaç pişimlik pancarımız olurdu o kadar. Yanılmıyorsam anam bir süre Ayçiçeği de ekmişti ama hiç ayçiçeği çekirdeği yemedim, anam sonra ayçiçeği ekmekten vaz geçmişti, nedenini bilmiyorum. Belki de bir işe yaramadığını düşünmüştü, zaten az biraz ekilir tarlamız vardı ve ayçiçeğine yer kalmıyordu galiba, mantıklı., . Ha bi de kendir ekerdik. Kendiri ip yapmak için ekerdi köylü, çok sağlam, çok güzel ip oluyordu kendirden ama sonraları kendir ekmek yasaklanınca mecburen ekmekten vaz geçip naylon ip almaya başladık köylüler olarak ve bu sefer para verip ip alıyorduk. Köylüler, her ne kadarda bu duruma kızmış olsalar da, yine de ipi alıyorduk çünkü işimiz hep iple ilgiliydi ve biz kadınlar eşek gibi yük taşıyorduk sırtımızda. O konuya girmeyelim olur mu sinirleniyorum çünkü.… Bol bol fasulye de ekiliyordu, birazı kurutup kış için hazırlanırdı, birazından daha fazlası da turşu kurulurdu ve hiçbir şey olmayan fasulyeleri de akşam sabah yemek yapar yerdik, ne günlerdi o günler ah-ah…
Bir fasulye çeşidimiz daha vardı yer fasulyesi. Çar çabuk yetişirdi ve sırıkta istemezdi, yağmur çamur dinlemez her ortama uyardı ve yaz ortasında kuru fasulye yerdik. Her daim imdada yetişen sarı ince uzun bir fasulye çeşidi olan bu fasulye hiç bir zaman yeterince değerli olamadı ve hep hor görüldü. Çok çabuk pişiyordu, lezzeti de fena değildi aslında ama buna rağmen zavallı fasulye, hep ötelendi ve hiç kıymeti yoktu bizlerin gözünde, şimdi düşünüyorum da neden acaba? Diye… Topağın kayıp gitmesini önlemek için tarla sahipleri tarlasının dibini boydan boya duvar örmüşlerdi ve böylelikle akan toprak o duvarın önünde küçük düzlükler oluşturmuştu; o küçük düzlükler tarlanın en ekilir toprak halini almıştı. O zamanlar, emeğe değer verilirdi, bir kıymet vardı her şeyin çünkü insanlar her koşulda kendi emeğiyle kendi karınlarını doyuruyorlardı çok iyi beslenemeseler de kendi ektiğini biçiyor kendi kendilerine yetebiliyorlardı…
Akrabamız şehre taşınmadan önce tarlasını çayıra çevirmişti ama yine de tarlanın etrafı çitlerle çevrili olurdu hep. Nereden bakarsan iki metreye yakın duvar ve üzerinde kocaman bir düzlük ve de biz çocuklar için oyun oynamak için ideal yer ama nerde, değil oyun oynamak çitlere yaslanmamız bile yasaktı; çok hırçın bir kadındı akrabamız olan o kadın. Kadının sadece önde değil, kafasının arkasında da değil, kafasının üzerinde de sanki gözleri vardı, orada oyun oynadığımızın haberini nereden haber alırdı bir türlü anlayamazdık, biz çocuklar çok çektik o kadından çok. Yahu mahallede başka kadınlar da vardı, onların da tarlaları vardı ama sadece bu kadın bağırır hakaretler ederdi bize.
Tarla artık çayırdı ve çayırın tümsek olan yerlerinde harika menekşeler açardı var ya böyle renga renk olurdu o tümsekler. Bazı çiçekler duvarlardan aşağıya sarkardı ve duvarlar boydan boya tam bir görsel şölene dönerdi. Çiçekler, sarı kırmızı, beyaz ve de turuncuydu ama ağırlıklı olarak menekşeler olurdu duvar ve de duvarın üst kısmında kalan tümsekler de…, hepsi de mordu menekşelerin.
Kadın aksiydi ama benimde ondan aşağı kalır yanım yoktu; çok inatçı ve de çok yaramaz bir çocuktum. Sonunda dayak yiyeceğimi bile bile, eninde sonunda kafama koyduğumu mutlaka yapardım.
Bir gün kuzenimle dayanışma yaptık ve o duvarın üzerine çıkmayı başarmıştık ve bizler bunu nasıl yaptık, hiç hatırlamıyorum, hatırladığım tek şey çiçekleri koparıp özellikle menekşeleri koparıyorduk ve dip kısımlarında biriken balı emiyorduk, olmadı çiçeği komple yiyorduk, Akrabamız olan kadın neredeydi, bizi nasıl görmedi, orası karanlık. Ben ve kuzen orada ne kadar kaldık ne kadar çiçek yedik haberim yok çünkü gözlerimi açtığımda en az yirmi göz bana bakıyordu ve hemen kusmuşum. Kadınlardan birisi, ‘’tamam- tamam bu kustu kurtuldu sıkıntı yok ama Ayşe ölüyor’’, dediğini hatırlıyorum. Bize ne oldu? kim? Nasıl? ne halde buldu bizi? Bilmiyorum, sadece bu kadarı aklımda, başka ne oldu? nasıl? oldu resmin orası silinmiş. Kuzen benden daha önce kendine gelmişti, bu yüzden kuzeni bırakıp mahallenin tüm kadınları benim başıma toplanmışlardı; ne doktoru, doktor nerde, hem kim götürecekti bizi doktora, siz de var ya dalgamı geçiyorsunuz benimle. Kuzenle benim hayatta kalmamız tamamen bir mucizeydi.
Elbette ki akrabamız olan kadın her ihtimale karşın yine de her ikimizin kulaklarını acıtana kadar çekti. Kadının en berbat huylarından birisi de kulak çekmekti, var ya kulaklarımız ha koptu kopaca, bir de parmak sallardı ki bize. ’Sizi bir daha değil çayırımda görmek duvara yaklaştığınızı görürsem bak o zaman size neler yapıyorum’ ’derdi. Kulak çekmenin yanında, yakaladığı çocuğu direk ahıra hayvanların yanına kapatırdı, nasıl bir psikoloji vardı kadında hala daha aklım almıyor benim. Bu olaydan sonra o mor menekşelere sadece uzaktan baktım. Ama harika tatları vardı o çiçeklerin.
Aksiydim ve bu yüzden de bendeki aksiyonlar hiç bitmezdi sürekli dayak yerdim, azar işitirdim çok da cezalar aldım ama hiçbir şey değişmedi ben de, evin dışına çıktığım an bıraktığım yerden başlardım yaramazlığa. Gündüz Yavuz…4,03,2021perşembe.…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.