- 624 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
727 - GELECEK
Onur BİLGE
Her evde televizyon yok. Kimde varsa yakın komşular oraya gidiyor yayın akşamüstü beş gibi başlıyor. Tatlı Cadı, Doktor Kimble, Petroçelli, Kunta Kinte seyrediliyor. Reklamlar bile göz kırpmadan izleniyor.
Televizyonlar beş bin lira… Taksitle de satılıyor. Birazcık peşinat tedarik edebilen, televizyonu alıp götürüyor evine. Televizyon sözcüğünün harfleri gazoz kapaklarında çıkıyor, tamamlayana hediye edileceği zannı uyandırıyor.
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu’nun düzenlediği Eurovision Türk Hafif Müziği Şarkı Yarışması finali sonuçlandı. Semiha Yankı’nın "Seninle Bir Dakika" adlı parçasıyla Cici Kızlar’ın "Delisin" adlı parçaları birinciliği paylaşınca kura çekilerek Türkiye’yi temsil etme hakkı Semiha Yankı’ya verildi.
“Seninle Bir Dakika” herkesin dilinde… Mini etekler minimini oldu. Pantolonlar daracık… Bluz yerine bedene yapışık tişörtler giyiliyor. Pantolonların üst kısımları dar, dizden aşağıya doğru bollaşarak İspanyol paça halini alıyor. Erkekler de kızlar da aynı model pantolonlar giyiyorlar. Üniseks moda… Sevgililer ve çiftler aynı kumaşlardan, aynı ya da benzer modelde dikilmiş giysileri tercih ediyorler.
Bir gün Sosyal Sigortalar Kurumu’nun yanındaki Beşikçiler’den caddeye inilen merdivenlerden Neşe ile iniyorduk, aşağıdan dindar insanlar oldukları belli olan başları takkeli iki yaşlı adam geliyordu. Yaklaşınca birisi:
“Günah kızım günah! Kısa etek giymeyin!” dedi.
Ben pantolon giymiştim, Neşe’de mini etek vardı. Adamcağız uyarısında haklıydı. Onun için Neşe kıpkırmızı olduğu halde hiçbir şey demedi. Deseydi ne derdi?
“Amca! Sen benim böyle giyindiğime bakma, ben annem öldüğünden beri beş vakit namaz kılıyor, her gün onun ruhu için Yasin okuyorum!” derdi. O da ne derdi?
“Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” derdi.
Televizyonu Hasan Mutlucan, Kültür Park’ı da Serap Akın işgal etmişti. Hasan Mutlucan efe kıyafeti giymiş, yanağında beniyle boy gösteriyor, tok sesiyle kahramanlık türküleri okuyordu. Kıbrıs çıkartmasından beri o ikisi sanat hayatlarının zirvesindeydiler.
Virane Kafe’de her şey konuşulur ama kimsenin kıyafeti, saçı sakalı bıyığı hakkında yorum yapılmıyor. Yalnız her konuda kim ne biliyorsa anlatıyor. Define, hangi konuda olursa olsun, kendisine danışılmadıktan sonra fikir beyan etmiyor. Anlatmak istediklerini hayatından ya da bildiklerinden duyduklarından verdiği örneklerle dile getiriyor. Yani ortaya bir sofra hazırlıyor. Kim neye ihtiyacı varsa ona uzanıyor, alıyor, yiyor, doyuyor.
Petrol krizi devam ediyor. Herkesin altında bir araba… Tek kişi için ulaşımda bir araba kullanılıyor. Toplu taşımanın arttırılması ve tercih edilmesi gerekiyor.
Bu arada enflasyon, olanca hızıyla devam ediyor. Banka faizleri vadesiz hesaplar için yüzde üç, vadelilerde yüzde dokuz… Bir kilo et elli lira…
Öğrenciler yeterli beslenemiyorlar. Nasıl ayakta kalabiliyorlar, bilmiyorum. Çorba parası bulabilenler çok şanslı! Sabah akşam çaya ekmek batırarak karınlarını doyuranlar var. Ekmeklerine margarin sürebilenlere ne mutlu!
Particiler birbirleriyle didişmekten halkın halini görmeye vakit bulamıyorlar. Kargaşanın çıkma nedenlerinin başında işsizlik ve fukaralık geliyor. Sendikacılar altın çağlarını yaşıyorlar. Onlardan birinin ayrıldığı hanımı ve biricik kızı Akademinin karşısında, iki katlı harap bir ahşap evde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Geçinebilmek için üst katı pansiyon haline getirip, erkek öğrencilere kiraya vermişler. Kadına:
“Kızının dersleri nasıl?” diyorum.
“Eh işte! İdare eder!” diyor.
“Okutmayacak mısın?”
“Ne lüzumu var! Okumasın! Babasının serveti ona yeter!” diyor.
Sık sık grevler yapılıyor. Yer yerinden oynuyor! Arada kısık da olsa Lokavt sesi de duyuluyor. Çoğunluk patronlara diş biliyor. İşverenlerle işçilerin aralarının açılması için herkes elinden geleni ardına koymuyor! Bizim bize ettiğimizi bize kimse edemiyor!
İş bulan kazan kaldırıyor, bulamayan el etek öpüyor bir yere girebilmek için. İşyerlerinde zıt iki görüş çatışıp duruyor. Özel kuruluşlarda kimse güvende değil. Devlet dairelerinde de kadro sürekli değişip duruyor.
Düğün yapabilmek için tarlalar satılıyor. Fiyat artışları engellenemiyor. Aile içi anlaşmazlıkların çoğu parasal nedenlerle oluyor.
Göçmenlerin durumu yerlilerin durumlarından çok daha iyi. Onlara yerler verilmiş, bir süreliğine vergiden muaflar ve bir hanede kaç yetişkin varsa hepsi çalışıyor. Hem çalışıyor hem iktisat yapıyorlar. Hem de her konuda!
Evlerinin bodrumlarında yiyecek stokluyorlar. Yaz sebzelerinden konserveler, meyvelerden reçeller, çeşit çeşit yiyecekler istifliyorlar. Sabahleyin kalktıklarında hemen bir kavanoz açıyorlar, kahvaltılarını onunla yapıp işe koşuyorlar. Vakitten de nakitten de tasarruf etmiş oluyorlar. Çalışmaya, kazanmaya, biriktirmeye ve yatırım yapmaya ayarlanmışlar. Bizimkilerse harcamaya programlanmışlar. Kısa sürede köşeyi dönüyorlar. Böyle olabilmek için ille de ille komünizmi görmüş ve yaşamış olmak mı gerekiyor!
Mala talep had safhada… Halk kovalamakta, mal kaçmakta… Moda denen olay, kolay kolay takip edilebilecek gibi değil! Her zaman açık ara önde koşmakta… Bizimkiler de arkasından… Çoğu nal mıh toplayarak…
Bizim de beklentilerimiz var. Bazılarımız devlet dairelerini tercih etmeyi düşünüyor, bazılarımız özel sektörü… Özelde çok daha fazla para var ama güvence yok. Özellikle erkek arkadaşlar: “Devlet dairesine kapak atmak…” diye başlayarak yararlarını sıralıyorlar. Kızların tuzu kuru… Alan beslesin! Olursa da olur, olmasa da…
Evlenince nasılsa bebek isteyecekler kızlardan. Arkasından bir tane daha… Onun için kızların işe girmeleri daha zor. Doğum izni kullanmaları işleri aksatacağı için erkekler tercih ediliyor. Bir de bayanlar sık sık çocukları nedeniyle izin istiyorlar. Çok da verimli çalışmadıklarından bahsediliyor.
Parti çok, hükümet yok! Kurulan da uzun ömürlü olamıyor. Ülkenin gidişatı iyi görünmüyor. Bu kadar meşakkatle okumaya ve okutulmaya çalışan bunca öğrenciyi nasıl bir gelecek bekliyor?
Define dinden bahsediyor. Sayesinde dinimizi öğreniyoruz. Virane, kurtarılmış bölge ama dışarıda da dazıra dazır yaşanan bir hayat var. Hayat mücadelesine ne kadar hazırız? Bunu hiç konuşmuyoruz. Sadece okuyoruz.
Benim de ekonomik sıkıntım yok. Aile desteği tam… Ara ara yedek öğretmenlik de yapıyorum. Fakat nasıl bir yuva kuracağım? Nasıl bir düzen olacak?
Gelecek ne getirecek hiç bilmiyorum.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 727