- 568 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
726 - ELLER
Onur BİLGE
Hani çetin cevizler vardır. Hani ne kadar ne etseniz direnirler. Kırılmazlar bile. Kırıldıklarında dahi
içlerini vermek istemezler. Öyle taş kalpli kızlar da vardır. Albenili görünürler ama kimseye yüz vermezler. Sevmeyi tam anlamıyla beceremedikleri gibi bir adım bile gelemezler aşka... İşte öyle görünen bir kız vardı aramızda. Buz baltası gibi… Her şeyden kuşkulanan, kimsenin sevgisine güvenemeyen... Aşka inancını yitirmiş gibi birisi...
Arzu… Hani Virane’nin hazırlık safhasında bize yardım eden, dolaplardan başlayarak her yeri silen kız… Bir de Hasan vardı. Bahçe temizliğini yapan… İkisi de bizim okuldan… Onlar o gün orada tanışmışlardı ve sonrasında Hasan gönlünü Arzuya kaptırmış, peşinden çok koşmuştu ama o ona hiç yüz vermemişti. Sebebini kimse bilmiyordu. Belki bir sevdiği vardı belki de hayal kırıklığına uğramış, aşka inancını kaybetmişti.
Virane’ye geldiğinde bakar, Hasan oradaysa yavaşça uzaklaşır gider. Okulda falan her gördüğünde başını çevirir. Bir ona karşı öyle değil, her erkek arkadaşa karşı öyledir. Konuşmaktan, yakınlaşmaktan kaçar. Tuhaf bir koruma telaşı içindedir, kendisini ve kalbini. Âşık olmaktan korkar gibidir. Kaçırır gözlerini. Bakışları ateş, kor! Kız zor! Zor mu zor!
Fakat masum bir yanı vardır. Gözlerini kapatırken, başını önüne eğer, yüzünü yana çevirir. Fakat yalnız gözleri yok ki açıkta olan. Gözlerini kaçırır, bakışlarını çevirir ama açıkta, apaçık, çırılçıplak elleri vardır ve gözleri gibi örtemez onları, kapatamaz. Konuşmamak için ağzını kapatabildiği halde onlar hep ortada ve konuşmakta...
Elleri... Saçlarında, yüzünde, yanlarında dolanan, birbirine dokunan, kıvrılan, bükülen elleri ki onlar çocuk masumiyetinde… Her şeyi söyleyiveriyorlar. Kaçamıyorlar bakışlar gibi, susamıyorlar dudaklar gibi... Her halini beyan ediveriyorlar, kaşla göz arasında usulca ve bir çırpıda.
Bir telaş alıyor ellerini, rastladığım her karşılaşmalarında. Onları ne yapacağını, nereye koyacağını bilemiyor. Dolandırıp duruyor boyuna, heyecanlı bir sıkıntıyla. Kucağındaki kitaplarda, giysisinin üstünde, al al olan yanaklarında, saçlarında…
Susar ağız. Susar gözler. Susar tüm beden. Eller... Eller susmak bilmez. Eller temiz, masum, berrak, saf... Bir çocuk kadar hem de... Tüm gizlenen duyguları açığa vuruverir.
Nasıl da fark etmemişim, bu zamana kadar ellerinin hislerini ifade ediş biçimini! En güzel duygulardan bahsediyorlarmış da haberim yokmuş meğer. Ne temiz duygular varmış o herkese kapattığı yüreğinde Arzu’nun! Elleri, çocuk gözleri gibi söyleyiveriyormuş her şeyi.
Hani o artık kalmayan, binde bir yakalanabilen cinsten ilgileri ve sevgileri, elleri açık açık anlatıyormuş da kimse farkında değilmiş benim gibi. Hasan’ın tam ümidini kestiği anda o herkesin arayıp da bulamadığı karşılıklı ilgi ve aşk gizli kalmaktan çıktı, o zarif parmaklar ve duygu yüklü konuşkan eller sayesinde.
Ruhun tüm varlığıyla arzuladığı güzellik sergilendi o şekilde. Böyle duygular, kolayca rastlanılabilecek türden ve sıradan değildir. Üretmeye zorlanarak elde edilemez. Yüreğin kökünden, ruhun derinliklerinden çıkar gelir. Kalbin içinde, istiridye içinde yıllanarak oluşan nadide bir inci gibidir. Ulaşabilmek için okyanusların derinliklerine dalmak gerekir. Onun için de vurgun yeme riskini göze almak şartı vardır.
Çoğu duygunun sığ olduğu zamanda derinlere dalmak ve derya diplerinde inci gibi bir güzelliği yakalayabilmek, büyük bir cesaret ve marifet işi olsa gerek ama aşk için her şeye değer! Çünkü her şeyin enflasyonunun olduğu, sevgi ve yakınlığın ancak karaborsada bulunabildiği bir devirdeyiz.
Giderek makineleşen dünyada robotlaşarak yaşar gibi yapan insanların monotonlaşan hayatlarını değil, gençliğimizi doya doya yaşamak, en değerli, en güzel çağımızı bomboş geçirmemek için bir aradayız ve arkadaşlıktan öte dostluklar kurma çabası içindeyiz.
Yaşlı dünya ana korkunç bir cinnet çağına gebe… Biz onun daha önce doğurduğu çocuklarız. Çok daha şanslıyız. Henüz tüm güzelliklerin tamamen bitmediği, nadiren de olsa bulunabildiği çağdayız.
Her insan biraz çocuk... Belki de daha çok çocuk... Nasıl hasretiz o el değdirilmemiş hislere! İlklerimize... Temize, en temize...
Gelecek için masal diyarı projeleri çiziyoruz hep birlikte. Hiç ayrılmadan yürümek, yürüyebilmek istiyoruz böylece… Hiç düşünmek istemiyoruz okulumuzun biteceğini ve hepimizin yurdun dört bir yanındaki evlerimize döneceğimizi. Nasıl bir araya geldiysek o şekilde dağılıp gideceğimizi.
Oysa gün gelecek, bitecek koşuşturma. Terimiz kuruyacak. Atmosfer değişecek. Yine böyle bir son ilkbahar ve ardından da son bir yaz gelecek. O yaz, tatilsiz geçecek.
Havalar çok ısınacak yaza doğru. Bir daha yağmur kar yağmayacak bir aradayken üstlerimize. Fakat aşklar vurmaya başlayacak kalplerimizin yamaçlarına. Eritecek korkuyu, Uludağ’ın buz tutan doruklarına güneş vurmuşçasına. Yok edip akıtacak endişeyi ve sevda indirecek gönüllerimize, zirvelerden Bursa ovasına seller indirircesine! Sağanak yalnızlık ve garipseme yaşlarını silmeye ve kökten kurutmaya niyetli birileri gelip girecek dünyalarımıza, istesek de istemesek de.
Gün gelecek, Akademi ve Virane atmosferinden çıkacağız hepimiz. Ailelerimize dönmüş olsak da misafireten, kendi yuvalarımızı kurarak devam edeceğiz yepyeni hayatlarımıza. Ancak nasıl ve kimlerle? Hemen hemen hiçbirimiz bilmiyoruz.
Arzu’ya onda gördüğümü söylemek istedim. Bir gün dersten çıkarken bizim amfinin önünde yakaladım. “Merhaba selamsız! Nereye böyle?” diye sordum. Yurda gidecekmiş. “Haydi, parka gidelim! Hava çok güzel! Biraz gezeriz. Sonra gidersin!” diye koluna girdim. Maksadım, anladığım gerçekse, iki yarımın çürümeye terk edilmesini önlemek, bir araya gelebilmeleri için ilk adımı atmalarını sağlamaktı.
Hava epey ısınmış, doğa içinde sakladığı tüm güzellikleri sergilemeye başlamıştı. Çimenler olanca yeşillikleri ve körpelikleriyle ayaklarımızın altına serilmiş, çiçek dalları ümit ve güvenle baş vermişti. Gül fidanlarının dallarının uçlarından kırmızıya yakın taptaze bordo yapraklar çıkıyordu. Dutlar uyanmıştı. Filizi yeşil yaprak uçları geliyordu odunlaşmış gövde ve dalların dört bir yanlarından. Dünya yenileniyordu tekrardan. Mimozalar tepeden tırnağa çiçeklenmişti. Sarı birer abiye giymişler de podyuma çıkarak yürüyecek gibiydiler.
Bahar geliyordu Bursa ovasına. Ovaya aşk geliyordu. Doğa yeni baştan sevdalanıyor, sevda yayıyordu şehre. Tam aşk vaktiydi her yerin ve tüm gençlerin. Zaman aşk zamanıydı. Fırsat bu fırsattı! Önce kendimden bahsetmeliydim. Platonik aşkımdan… Sonra da usulümce bir yoklama çekmeliydim.
“Birisi var, tam karşımızdaki evde. Adı İlhan… Gözleri kederli ve endişeli… Epeydir aşksı bir his var aramızda. Her şeye rağmen göz göze geldiğimizde olanca sıcaklığıyla gülümsüyor gözlerinin içi. O sıcaklığı kalbimin içinde hissediyorum. Sonra dalga dalga yayılarak kaplıyor tüm benliğimi. Neden kuşkuyla bakıyor bilmiyorum.” diye başladım.
“İnanıyor musun onun seni sevdiğine?”
“İnanıyorum. Aksi halde ona karşı hiçbir şey hissetmezdim. Senin için de öyle biri var mı? Yani benim hissettiklerimi hissettiren biri?”
“Olsun istemiyorum ama var galiba. Ancak kendimi kurtarmaya çalışıyorum.”
“Neden? Herkesin arayıp da bulamadığı güzelliklerin en değerlisidir aşk!”
“Bizim için aşk olmaz ki buralarda! Yakında okullarımız bitecek ve çil yavrusu gibi dağılacağız dört bir yana! Aşk, acı verecek o zaman. Hayata küstürecek bizi. Ulaşamayacağız. Yarım kalacak. Eşlerimizi de sevemeyeceğiz gerektiği gibi.”
“Korkunun ecele faydası var mı! Aşk, isteyerek, bilerek, yani tasarlayarak olan bir şey değil ki! Olmuşsa olmuştur zaten. İzin istemez ki! Olunca da frenlenemez, geriletilemez, yok edilemez! Kaçmanın faydası var mı o gelip hükümranlığını sürmeye başladıysa!”
“İstemediğim hisler içindeyim. Belki de Hasan peşimde çok dolandığındandır. Bir ilgisiz kaldım, iki ilgisiz kaldım, sonunda yakalandım ama ona sezdirmiyorum. Sakın belli etme tamam mı! Bak küserim sonra! Bir daha da hiç konuşmam!”
“Sen gizliyorsun belki ama ellerin ifade ediyor. Onlara hükmedemiyorsun. O yaramazlar hiç söz dinlemiyor.”
“Ne diyor ellerim?”
“Ne demiyor ki! İlanı aşk ediyor. Ben anlıyorum onların dilinden. Sen farkında değil misin? Hasan’la karşılaştığınız yerlerde ellerini bir telaş alıyor! Nereye koyacağını bilemiyorsun. Hem onu görür görmez kaçıyorsun. Nereye kadar kaçabileceksin? Kalbin bir anda onun kalbiyle bütünleşiverirken bedenini uzaklaştırsan neye yarar ki!”
“Semiray! Üstüme üstüme gelme! O Çanakkaleli, ben Mersinliyim. Nerde görülmüş onca mesafeden insanların ailelerini terk ederek bir sevdanın peşine düştükleri?”
“Aşk mesafeye aldırır mı Arzu? Dünyanın bir ucunda da olsa sevilen, bir yolunu bulup bir araya getirir insanları. Belki biz bilmiyoruz ama kim bilir kaç milyon insan vardır öyle!”
“Ben öyle bir yürek görmedim ömrüm boyunca! Göreceğimi de sanmıyorum. Nasıl da kararlı! Kesin kararlı hem de ama benim korkularım var. O sevgi ve ilgi o kadar büyük ki dünyama sığdırabileceğim kadar değil! Onun kadar güvenemiyorum kendime de aileme de. Belki o ailesini de tüm dünyayı da karşısına alabilir ama ailem: “Biz gurbete kız vermeyiz!” derlerse ki derler, eminim bundan, ben karşı çıkamam onlara.
”İlle de ille ben Hasan’la evleneceğim!” diye diretemem. Onun için kaçıyorum ondan. Ondan da kendimden de gelecekteki çekeceğim acılardan da kaçmaya çalışıyorum.”
“Fakat çabaladıkça daha da batıyorsun, farkında mısın?”
“Semiray! Deşifre etme yüreğimin gizemini! Ben dahi bilmek istemiyorum. Yüreğim bana neler söylüyor. Duymak istemiyorum! Olmaz, biliyorum!”
“Belki de öyle bir sevgiyi ömrün boyunca bir daha hiç bulamayacaksın! Belki de hissettiklerini bir daha hiç kimseye karşı hissedemeyeceksin! Neden yok etmeye çalışıyorsun ki o paha biçilmez hisleri?”
“Onun çocuksu duygularla yaklaştığını hissediyordum. Zaman geçtikçe, değişmedikçe biraz daha büyüdü sanki gözümde. Bir de çalışmaya başlayınca, ona güvenim arttı. Belki de içimde uyanan hislerin nedeni bana verdiği o güvendendir.”
“Postanede çalışmaya başlamış. Evine bakabilir. Eğer sen de onu, onun seni sevdiği kadar seviyorsan harcama bu sevgiyi bence! Değerlendirmeye çalış. Dene en azından. Belki çok iyi olur. Denemeden vazgeçme! Bir fidan gibi boy verdi aranızda. Başını koparırsan büyümez ki! Sen ana kökünü kesmeye çalışıyorsun. İyi etmiyorsun!”
“Gizli bir ümit var benim de içimde. Onun bir elinde bugün, diğer elinde yarın… Dünü nasıldır, bilmiyorum. Onun için de aynı şeyler söz konusu… Erken ihtiyarlayacak gibi geliyor bana. Sanki o kadar üzgün! Gülüp geçmek istiyorum ben de ama olmuyor. Kalbime hükmedemiyorum.”
”Bence duygularını dinle, anlamaya çalış. Onlarla başa çıkamayacaksan kaldır ellerini ve teslim ol! Demek ki aşkın, iradenden güçlü, yapacak başka bir şey kalmıyor.”
“Aynı durumda olsaydın sen ne yapardın?”
“Sevmediğim biriyle evleneceğime, mesafelere aldırmaz, sevdiğimle bir arada olmayı tercih ederdim. Hiç sordun mu, belki Hasan Mersin’de yaşamaya bile razıdır. Konuşmadan öğrenemezsin ki! Bak, bir fikrim var! En iyisi sen Define’ye anlat hissettiklerini ve söyle düşündüklerini. O sana bir yol gösterir. Hasan’la da konuşur. Kaçmak ne kadar? Nereye kadar?”
“Doğru söylüyorsun Semiray!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 726
YORUMLAR
Hani, bazen bir garipsenme duyar içinden insan, bir özlem duyar gibi; görmek ister bir yerleri ya da bir dostu, sevdiği bir yemeği ya da aklınıza ne gelirse... İşte öyle bir özlem oldu bizim de, dört gözle bekler olduk her satırı ayrı bir ahenkte okumak için ustamızın yazılarını. Her gün okusak da bir türlü geçmedi susuzluğumuz, okudukça okuduk...
Saygılarımla Efendim.