- 452 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
724 – TABİP
Onur BİLGE
Define, kalp doktoruna:”El çek tabip el çek sinem üstünden! Sen benim derdimi bilebilmezsin!” demiş. “Yarem yürektendir yoktur ilacı! Sen benim yâremi sarabilmezsin!” O da gülmüş: “Kalp yetmezliği ve ritim bozukluğu…” demiş.
Dâhiliyede durum beslenme yetersizliğine bağlıymış. Kan değerleri çok düşük çıkmış. Demir eksikliğinin yanı sıra protein dibe vurmuş. Albümin oranı çok düşmüş. Et, süt, yumurta ağırlıklı beslenmesi gerekiyormuş. Kolestrolü yüksekmiş. Vaktiyle o kadar içki içtiği halde karaciğeri sağlammış. Eski toprak!
Hastaneden dönerlerken: “Kendimi ıskaladım. Yediğime içtiğime dikkat etmedim. Ne bulduysam yedim geçtim. Besin değerini mi hesaplayacaktım! Bulduğuma şükrettim. Üç gün üç gece ağzıma koyacak bir şey bulamadığım da oldu. Kimseye halimi demedim. Diyemezdim! Elim kolum tutuyordu. Çeşitli nedenlerle işim bozulmuştu. Her neyse! Geldi geçti! Kısacası, kendimi çok ihmal ettim. Ondan böyle oldu.” demiş, Orçun’a.
Bulduğunu paylaşan biri… Yemez yedirir. Hep hakkından feragat eder. Etrafında annelerinden babalarından uzak kalan fakir öğrenciler varken, kendisi de kıt kanaat geçinirken bulduğunu yutacak değildi ya!
Bunu duyan arkadaşlar, hepimiz evlerimizden Virane’ye yemek taşımaya başladık. Başında duruyor, zorla yediriyorduk. Piposuyla bütünleşmiş. Bir türlü bırakmak istemiyor. Ne yapacağımızı, nasıl ikna edeceğimizi bilemiyoruz.
Sigara kullananlar, bir daha Virane’de içmemeye karar verdiler. Tütün kokusunu duymaması lazım. Bilmem nasıl meşgul edeceğiz, elinin tütün paketine gitmemesi için. Son zamanlarda çikolata kokulu tütün içmeye başlamıştı. Hemşirenin birisi hediye getirmiş ona birkaç paket.
“İstanbul’daki varlıklı günlerimde içerdim böyle tütünleri. O günlere döndürdü beni.” diyordu. Gözlerinin içi gülüyordu tüttürürken.
“Ne dedin kalp doktoruna Dede?” diye sordu Mahir.
“El vurup yâremi incitme tabib! Bilmem sıhhat bulmaz hicraneler var!” dedim. “Şair yüreği bu! Sıradan yürekler gibi atmaz ve onun atışlarına herkes anlam veremez!”
Doktor onun konuşkan, hoşsohbet biri olduğunu anlayınca arka arkaya birkaç soru sormuş. Aklı sıra Define’yi köşeye sıkıştıracakmış. Evrim teorisinden falan bahsetmiş ayaküstü. “Ne diyorsun buna?” diye sormuş. Define hiç detaya girmeden: “Saçın ak mı kara mı, önüne düştüğünde görürsün!” demiş ve eklemiş: “Herkes kendi geleceğinin mimarıdır.” Başka da bir şey dememiş ama keyfi kaçmış. Hastalığından çok buna üzülmüş.
“Ya Hu! Hekim olmuş, hâlâ bana evrimden devrimden bahsediyor adam! Allah’ın varlığından, Kur’an’ın güvenilir kaynak olup olmadığından, hadislere ne denli inanılabileceğinden… Aman! Vakti olsa sabaha kadar konuşacak! İyi ki vakti yok yani!
“Allah var mı, yok mu? Kur’an inanılır bir kaynak mı, değil mi? Peygamber şöyle dedi mi, demedi mi?” Bu zamana kadar yolunu bulamayana akıllı denir mi! Hiç bitmeyecek bir hayat için eli kolu bağlı bekleyene akıllı denir mi! Öyle derken böyle derken geç veya erken ömrünün sonuna geliverecek! Yazık ki ne yazık!..
Yol ararken yol bitiverecek! Yalnız yaşlılar ya da hastalar ölmez ki! Kazası var, belası var! Aniden bir kalp krizi, bir beyin kanaması… Gak guk demeden öteyi boylayıverecek! Maazallah imansız gidecek! Bana akıl satmaya kalkana da bak hele! Böylesine akıllı denir mi! Bu adam münevver bir insan. Cemiyette parmakla gösterilenlerden… Münevver ne demek? Nurlu demek! Nur neresinde bunun? Aydınlık neresinde? Ne diyeyim? Allah akıl fikir versin! Okumakla olsaydı!.. Bilmekle olsaydı!.. Şeytan da çok biliyordu!”
“Keşke Virane’ye davet etseydin Dede!” dedi Mahir. Define bir tarafa, o bile yeterdi ona. Dini konularda en kültürlü olanımızdır.
“Aklımdan geçmedi değil. “Bana ne? Benim dinim bana, onun dini ona...” diyemiyorum ama ne yeriydi ne de sırası… Kapıda bir yığın hasta… Kul hakkı diye bir şey var! Yalnız aklımda… Bir gün muayenehanesine gideceğim. İfadesini alacağım! Nasılsa tanıştık. Tanıtacağım dinini ona İnşallah! Şayet kalbi mühürlenenlerden değilse… Yani henüz iş işten geçmiş değilse… Allah dilerse! Hidayete erdirirse! İnşallah işe yaramaz damgasını yememiştir daha! Allah ıslah etsin! Ne diyeyim?”
“Bırak sarhoşu, yıkılana kadar gitsin!” dedi Neşe.
“Öyle diyemiyorum kızcağızım! Cennete gidecekler de bana yer mi ayıracaklar! Fakat gönlüm hüsrana uğramalarına razı değil. Keşke bir ben yansam da kimse yanmasa!..”
“İnşallah, uyuyanlar uyanır!” dedi Orçun. “Allah’tan ümit kesilmez! Bu arada seni kötü biliyorlar. Karşı taraftasın ya…” dedi İhsan.
”Varsın beni kötü bilsinler. Aptallık etmesinler! Kendilerini harcamasınlar! Çok yüce bir huzura çıkacaklar! Hesap verecekler!.. Bu vaka, sizin okuldaki sınavlara benzemez! Sonucu çok vahim olabilir! Tekrarı da yok hayatın! İkmali falan da yok! Affı ancak ve yalnız Allah’a ait!”
“Keşke burada cezalansaydık da oraya kalmasaydı yaptıklarımızın karşılıkları!” dedi Neşe. “Annem için ne kadar endişeliyim! Her gün Yasin okuyorum, ruhuna gönderiyorum. Ulaşıyor mutlaka ama ona ne kadar faydasının olacağını bilmiyorum. Keşke yaşarken okuyup, ona göre hareket etseydi de orada bari kazananlardan olsaydı! Zaten bu dünyadan bir şey anlamadı! Hep sıkıntı ve gözyaşıydı hayatı.”
Onu teselli etmek için herkes bir şey söyledi. Yangına körükle gidecek değildik ya… İyilerin cennette olacaklarından, hayırlı evlat bırakanların amel defterlerinin kapanmayacağından, bizim dinimizde ölene armağan göndermenin mümkün olduğundan bahsederek onu rahatlatmaya çalıştık. Aradan bunca zaman geçmişti ama annesinin ani ölümünün tesirinden kendisini kurtaramamıştı.
“Burada cezalansak! Burada yansak! Burada her şeyin çaresi var. Orada hiçbir şeyin çaresi yok!” diyordu, onca söze rağmen. “Orada hiç bir şey yapmamız mümkün değil. Tövbe bile...”
Ölümden değil, hesaptan korkuyordu. Kendisini toparlayamamasının sebebi de annesinin kaybından ziyade o korkuydu. Öyle rüyalar görüyordu ki! Anlattığında dinlemeye dayanamıyordum! O rüyaların şiddetiyle kan ter içinde uyandığında ne halde olduğunu düşünmek bile istemiyorum!
Neşe en yakın arkadaşım! Ona kıyamıyorum!..
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 724