- 499 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
BALKAN ACISI
BALKAN ACISI
HALİM COŞKUNDERE
*
Çocukluğumda ilk kez bayram namazına gidişimdi. Camiyi tıka basa dolduran kalabalığa şaşkın şaşkın bakarken, babamın yanına diz çöküp oturdum.
*
Az sonra “Dokuz tekbir, iki rekât bayram namazına niyet edin, uyun imamaaa!” diye gür bir ses, tüm camiyi doldurdu, duvarlarda yankılandı. Hoparlörün, mikrofonun olmadığı altmışlı yılların başında böyle dolgun ve gür bir ses kimden çıkıyordu? Namaza gelenleri ilahi duygularının coşmasına neden olan bu kişiyi görmek için büyük bir merakla geri dönüp baktım.
*
Toparlacık, küçük yüzünü hemen hemen örtmüş gür bir sakalı vardı. Kalın kaşlarının altında çakmak çakmak gözleri ile cemaati tarayan bu tonton adamı ilk kez görüyordum. Namaz çıkışında büyüklerin ellerini öperken gözüm onun üstündeydi. O da bunun farkına varmış olmalı ki başımı okşadı, beni sevdi. Sırtında dizlerine kadar dökülen siyah bir palto giymişti. Başında Kuvvacı kalpağına benzer koyu kahve bir fes vardı.
*
Yolda babama, o sevimli yüzlü, bizim köylülere hiç benzemeyen gür sesli müezzinin kim olduğunu sordum. Babam, “Halim Deden köyümüzde örnek alınacak bir kişidir oğlum,” dedi.
*
Gel zaman git zaman babam köyümüzde kadrolu imam olunca babamla Halim Dede’nin dostluk ve arkadaşlığı koyulaştı. Namaz çıkışı Yukarı Mahalle’ye gitmeden babamla bize uğrar, soframızda bizimle yer içerdi. Bu sohbetlerde en ilgimi çeken onun kusursuz bir kitap diliyle konuşması olmuştu. Bizim köylüler gibi “r” harfini hiç atlamazdı. “Gelibba” yerine “geliyor”, “hiyya” yerine “evet”, “cımıcık” yerine “birazcık” sözcüklerini kullanırdı.
*
Sözcüklerin üstüne basa basa, tane tane konuşurdu. Cümleleri oldukça düzgündü. Onun gibi düzgün konuşmayı öğretmenlerimizden bile duymamıştık. “Ben sabah ezanını okurken öküzlerini damdan çıkaran köylü Çatalyol’da sesimi dinler,” derdi. “Benim kadar ezanı gür okuyan bir de Hatıp Süleyman vardır ama...” diye gülümser ve sözün arkasını getirmezdi.
*
Yolda gördüğü her insana son derece kibarca selam verir, hâl hatırını sorardı. Çocukların başını okşamadan geçmezdi. Bize uğradığı günlerde ablamlara dini öğütler verir, biz de ona karşı bir kusur işlememek için diz çöker öğütlerini dinledik.
*
En hoşuma giden davranışı yolda bir taş görse üşenmeden taşı alıp, bir kenara koymasıydı. “Çoluk çocuğun ayağını alır, düşerler,” derdi. Bir hayvan pisliği görse bir kürek bulup temizlerdi. “Her hastalık necasetten doğar,” diye mırıldanırdı.
*
Onun “Coşkundere” soyadını öğrenince merakım doruğa çıktı. Çocuk gönlümde böyle güzel bir soyada sahip olmayı hayal ederdim. Onun soyadı kadar güzel başka bir soyadı yoktu köyde.
*
Bizim köy yüzyıllar önce yörük kökenli dedelerimizin yerleşik düzene geçmesiyle kurulmuştu. Geniş ovası nedeniyle göçler almış, büyümüştü. Topraktan başka dertleri, tasaları olmayan, üstleri başları toz toprak kokan insanlardı bizim köylülerimiz.
*
Halim Dede’nin tekerlekleri çıktı çıkacak denecek gacur gucur ses çıkaran bir kağnısı, iki ineği vardı. Harmanı küçücük olur, bir iki günde işini bitirirdi. Öğleye doğru bizim mahalledeki kahvelere gelir, akşama doğru bastonu elinde, çevresine gülücükler dağıta dağıta evine dönerdi.
*
Hıdırellez’de ilk atamız Dederasül Dede’nin türbesine ziyarete giderdik. “Meneni” dediğimiz bu ziyarete yediden yetmişe, çoluk çocuk, kadın erkek herkes katılırdı. Orada yenilecek yemeklerin gerekli malzemelerini imece ile derlenip toplanmasında, yemeklerin hazırlanıp dağıtılmasında ve duaların yapılmasında Halim Dede önayak olanların başında gelirdi.
*
Büyüdükçe onun konuşmasının İstanbul Şivesi olduğunu, köyümüze çok uzaklardan gelip yerleştiğini öğrendim. Zaman zaman bize geldiğinde “Halim Dede, sen bu köye nasıl geldin? Nasıl oldu da şiveni ve alışkanlıklarını hiç değiştirmedin?” diye sorduğumda önce derin bir “of” çeker, “Balkan, Balkan...” oğlum dedi. Konuyu değiştirmek için “Haydi bakalım, bir ‘Sübhaneke’ oku da dinleyeyim,” derdi.
*
Balkan Savaşları Türk tarihinin en kara günlerinden biri olmuştur. Osmanlı orduları koca Balkan topraklarını bir anda kaybetmişti. Oralarda yaşayan soydaşlarımız apar topar, neyi var, neyi yoksa bırakıp, sersefil yollara düşmüştü. Eşkıya baskını, düşman eline geçme korkusu, soğuk, kar, kış ve hastalıklarla boğuşa boğuşa yüzlerce kilometre yollarda döküle saçıla Anadolu’nun anaç bağrına sığınmışlardı.
*
Zaman içinde Halim Dede’den ailesinin de Şumnu taraflarından göçen ailelerden olduğunu öğrendim. O yıllarda bebek olan Halim Dede anasının kucağında, kağnılarla koca Balkan Dağları’nı aşmış. Babası yolda Bulgar komitacılarınca katledilmiş. Anası ile İstanbul’a gelmiş. Hastalanan anacığı da bu çileli yaşama uzun süre dayanamamış. Halim Dedeyi bir çocuk yuvasına yerleştirmişler. Biraz serpilin büyüyünce medreselere gitmiş ve Kuran okumayı, dini bilgileri, müezzinlik yapmayı öğrenmiş.
*
Askerliğini İzmir Tire’de yapmış, terhisinde oradan ayrılmamış, tanıştığı birkaç toprak zengini ağaların yanında yanaşma olarak çalışmış; camilerde, mescitlerde müezzinlik yapmış. Tütün dikimi, pamuk çapası ve pamuk toplama işlerinde çalışmış.
*
O yıllarda yaz gelince bizim köyden birçok aile Söke, Aydın, Tire ovalarına pamuk işine giderler, aylarca oralarda çalışırlardı. Halim Dede Tire’de bizim köylülerle tanışmış, onları çok sevmiş. Bizim köyden bir hanımla evlenmiş. Bizim köylüler kış başlayıp köye dönünce onlarla köye gelmiş. Bir katlı, iki odalı toprak damlı evlerine yerleşmiş ve bizim köyde kalmış. Allah onlara çoluk çocuk vermemişti...
*
Nazilli Öğretmen Okulu’nda okuduğum yıllarda bir gün nöbetçi öğrenci beni çağırdı. “Bahçede tonton bir dede var. Senin ziyaretçin,” dedi. Büyük bir heyecanla bahçeye koştum. Bastonu elinde Halim Dede bir sandalyeye ilişmişti. Koşup ellerine sarıldım. O da beni okşadı, sevdi. “Köylülerle Nazilli’ye tütün ocağı yolmaya geldik. Ben de senin burada okuduğunu bildiğim için seni görmek istedim kara gözlüm,” dedi. Derin bir şefkatle, ışıl gözleriyle bana bakıyordu. Bir çay içimi görüşme bitince tekrar ellerine sarıldım. O başımı, yanaklarımı okşarken, “Oku yavrum oku, bizim memleketin münevver insanlara ihtiyacı var,” diye öğütlerini sıraladı. Okul yıllarında bu ziyaret hiç unutamadığım anılarımdan biri olmuştu...
...
O yıl “Balkan Acısı” adlı bir roman okudum. Roman beni o kadar derinden etkiledi ki sanki Halim Dedemi anlatılıyordu. Yaz tatilinde Halim Dedeme bu romanı okumayı kafama koymuştum.
*
Köye geldiğimde Halim Dedeyi bastonuna dayanmış, kahveye gelir diye kahvede beklemeye başladım. Ancak Halim Dede kahveye gelmedi. Köylülerimize onu sordum. “Allah rahmet eylesin. Halim Deden sizlere ömür. Evliya gibi bir adamdı. İnandığı gibi yaşadı ve sessizce ebediyete göçtü...” dediler. Tonton Halim Dede yüreğimde bir acı, elimde kitapla beni bırakıp gitmişti.
*
Köyümüze renk katmış, iz bırakmış, güzel soyadlı olan Halim Dede’nin dolaştığı sokaklar zamanla ıssızlaştı. Bilge, ermiş tipli aksakallı yaşlılarımız görünmez oldu. Kasabadan mahalleye dönüşüne küsmüş gibi kerpiç duvarlı, kırmızı kiremitli, tahta sayvantlı evler gün geçtikçe çökmeye, bel vermeye başladı. Eskiye ait ne varsa kültürü, gelenek ve görenekleri de eski toprak insanlarıyla tarihe gömülüyordu...
*
Veli Aykar
.
YORUMLAR
Balkan Savaşları ve acıları sonrasında 1. Dünya Harbine giden yolu da açmış ve Osmanlı'nın sonunu getirmiştir. Daha sonra yaptığımı Kurtuluş Savaşı Gazi Mustafa Kemal önderliğinde, yeni Türkiye'nin de temellerini atmıştır... Plevne, İşkodra, Selanik, Prizren buralarda ve daha nice Balkan Şehirlerinde derin izlerimiz vardır... Kutlarım...