- 588 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
723 - KALP HASTALIĞI
Onur BİLGE
“Kalbine iyi bak sevgili Sûfî…” dermiş Kaptan, Define’nin ne durumda olduğunu bilseymiş. Mevlânâ, herkesin uzak dediği yerin bir karışlık mesafede olduğunu söylemiş.
Aşk, güzelliğin hoşluğu ve sarhoşluğuyla gelir yerleşir kalbin başköşesine. İlahi aşk da kalp temizlenip cilalandıktan sonra…
“Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ…” dermiş Kaptan. Define, ondan aldığı incileri dağıtıyor bizlere.
“Allah’ın yardımı olmasa, kimse O’na âşık olamaz! O aşka ulaşmak da gayretinle, çoğaltmak da… Her aşk azalır, biter gider. Yalnız Allah ve Allah yolundakilerin aşkları artarak sonsuza kadar devam eder. Sevenle sevilenin arasında öyle güzel bir irtibat vardır ki! O yol o kadar kısa ve açıktır ki! Engelsiz, aracısız, en kestirme yoldur. İletişim kalpten kalbedir. Dilden dile… Beyinden beyne…
Arttır arttırabildiğin kadar ilgiyi! Çoğalt çoğaltabildiğin kadar sevgiyi! Hayret ender hayret içinde yok et cismani varlığını! Sonrası sonsuzluk… Dahası sıla…
Gönülle gidilir Allah yolunda. Kalbinin üstünde yürüyeceksin! Bir bilsen neler var yolun sonunda! Kalırsan, toprakta çürüyeceksin! Sev sevebildiğin kadar! Kalbinin zarı çatlayıncaya kadar sev!..
Uzaklarda aramakta olduğunu, kalbinin içinde bulacaksın! Seven sensen, sevilen de sen olacaksın! Sevgiyle gideceksin, sevgiyle döneceksin her bir nefeste. En az sevdiğin kadar sevildiğinden emin olacaksın!” diyor.
Kaptan’dan ayrıldıktan Bursa’daki cami arkadaşlarından ödünç kitaplar almış. Okuyarak eksiklerini tamamlamaya çalışmış. Kaptan’ın yerine kitapları koymuş. Bir daha onun gibi bir dost bulamamış ama Dost’u bulmuş!
“Kişiye Allah yeter!” diyor sık sık. Belki de arkadaşını anımsadığında… “O’nu bulan başka kimi arar ki! Bütün dünyaya malik olunsa, O’ndan mahrum olunca neye yarar ki!” Arada beyitler okuyor birilerinden. Elinden geldiği kadar hissetmeye ve hissettirmeye çalışıyor Allah’ı. Hastalandığından beri durup durup Kaptan’dan öğrendiği dizeleri okuyor:
“Elbette bu hâlimden o yârin haberi var
Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ”
“Kalıcı olmalı Sevgili. Seveni gerektiği gibi sevmeye hazır bir Yâr olmalı. Kalp bir kalp değil, geçerli bir kalp… Kalpler, önce mecâzi aşklarla açılır. Önce kul aşkı ile aşkla sevmeyi öğrenir. Sonra Allah’ı hakkıyla, yani tam kapasite sevebilme yeteneğine sahip hale gelir. İnsan, insanı gerektiği gibi sevmeyi başaramamışsa, Allah’ı sevdiğini söylese de inanılmaz! Sadece insanı değil, yaratılmışların tamamını samimi bir şekilde sevememişse, değil Allah âşığı, ondan mümin bile olamaz!
Ben aşktan geldim, aşkı yaşadım, aşkı bildim, aşkı yazdım, halen yazmaktayım. Allah, kuldan ayrı mı! Allah, yarattıklarından gayrı mı! Kâinatta ne varsa bir, tek, bütün… Nerde Tevhit inancı?
Artık ikiliği bırakma zamanı... Öğrenme ve öğretme zamanı… A’sından başlayarak, yeni baştan... Dönüp dönüp aynı şeyleri söyleyerek milleti usandırarak değil. Yapılagelenlerden başka bir şeyler yapma zamanı... Aşkı öğrenme ve öğretme zamanı... İçine şehvet bulaşmamış, arı duru, saf temiz aşkı... Ondan güzel bir duygu var mı!” diyor.
”En çok sevgiye muhtacız!
İşte, onun için açız!
Sevdikçe yol alacağız...
Sevgi, Senden Sana, Rabbim...” diyorum ben de. Mahir de nereden öğrendiyse:
“İftirâk-ı sohbet-i cânâna doymaz gönlümüz
İhtirâk-ı âteş-i hicrâna doymaz gönlümüz” diyor.
Çok seviyoruz Define’nin sohbetlerini. Onun için her fırsatta kendimizi Virane’ye atıyoruz. Zaten okulun kantini, erken uyananın horoz olup öttüğü bir yer haline geldi. Sabah önce hangi taraf gelirse, orada onun borusu ötüyor. Bir bakıyoruz koro halinde Eski Ordu Marşı yani Ceddin Deden ya da Çırpınırdı Karadeniz sesleri yükseliyor, bir bakıyoruz Aldırma Gönül ve benzerleri…
Virane, kurtarılmış bölge. Orada anarşi yok. Huzur ve mutluluk var. Geceleri sokağa çıkılmıyor. Belli bir saatten sonra sokaklar bomboş… Karanlıklarda silahlar patlıyor. Çevredeki bazı evlerin bir takım karanlık işler için kullanıldığından bahsediliyor. Polis, şüpheli yerlere baskınlar yapıyor. Öğrencilerden bazıları silah taşıyor. Herkesle arkadaşlık edilemiyor. Herkes birbirine şüpheyle bakıyor. Kimin ne olduğu, ne niyette olduğu belli değil. Ortam tekin olmadığı için kantinde, bahçede ve sınıflarda sivil polisler aramızda…
Define de bizim nöbetçi çavuşumuz. Aynı zamanda danışmanımız. Yol gösterenimiz. Öğreticimiz. Çok şeyimiz. Şimdi o hasta… Büyük ihtimalle kalp hastası… Bakalım ne diyecek doktor ona? Henüz teşhis konmadı. Üstünkörü muayene olmuştur. Bu gidiş gelişler en kadar sürecek belli değil. Orçun onu razı etmişken önce dahiliyeye götürmüş. Sonra da kardiyolojiye gitmişler.
Dede kan vermiş. Kalp grafiği alınmış. Yürütmüşler, koşturmuşlar. Yürümesine yürümüş de koşamamış. Hemen tıkanmış. Nefesi daralmış. Tahlil sonuçlarının çıkmasını bekliyor. Şimdi saat başı tansiyonunu ölçtürüp, çıkan sonuçları kaydedip duruyor. Onda bir değil, birkaç hastalık çıkabilir. Bana öyle geliyor. Define’nin hastalık falan umurunda değil. Kalp sağlığının maddi tarafına değil, manevi tarafına bakıyor.
Hastaneye gitmek istememesinin bir sebebi bu gitmeler gelmeler, bir sebebi de oralardaki rezillik… Hastaneye sağlam giden hasta çıkar! Durum o kadar berbat! Koridorlar tıklım tıklım! Herkes ayakta… Balık istifi… En önemli sebebi de kalıcı bir hastalık çıkması ve sürekli ilaç kullanmaya başlama olasılığı…
Bir de hastalıklarını söylemek istemeyenler, sır gibi saklayanlar var. Geçenlerde Define’nin cami arkadaşlarından birisi ölmüş. “Adam sapasağlamdı! Ansızın gidiverdi!..” diyordu Define. Meğer adamın tek böbreği varmış, o da yarım çalışıyormuş. Akciğerlerinden biri zedelendiği için yıllardır sönükmüş. Hem şeker hem de tansiyon hastasıymış. Kolestrolü de yüksekmiş. Bilmem kaç çeşit ilaç kullanıyormuş. Her gün bir avuç ilaç içiyormuş. Diyet yapıyormuş. Kalp yetmezliği ve ritim bozukluğu da varmış. Daha ne olsun! Onda romatizma ya da kireçleme, damar sertliği, bel kayması, boyun fıtığı falan da vardır da onları hastalıktan saymıyorlar. İyi ki bir söz öğrenmişler! Özellikle yaşlılar onu söyleyip duruyorlar.
“Hastalık hastası olmayın!” Babam da: “Kendi kendinin doktoru olacaksın! Bünyeni bilecek, ona göre yiyip içeceksin! Vücut, eksiğini bildirir. Allah öyle bir ayarlamış ki beden kurulu saat gibi işler. Canın ne yemek istiyorsa, ondaki maddelere ihtiyacın var demektir.” diye bir başlar… O da doktora gitmekten hoşlanmaz.
Hiç de iç açıcı yerler değil hastaneler. Doktorlar, ilaçlar falan ama Allah eksikliklerini göstermesin!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 723