- 264 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hikâyesi Olmak 2 /15
Köleci mantıkla dünyaya bakarsak El, Dünyayı; doğal yaşamı; hiç bir şart, hiç bir ön koşul öne sürmeden ve hiç bir vaatte bulunmaksızın, verili temel düzlem olukla Dünyayı önümüze sermiş; doğayı ve evreni hayatın önüne koymuştu. Sadece yasalar işliyordu.
Ne olmuştu da El köleci sistem içindeki verili ve üretilmiş dünya nimetlerini (!) ahiret nimetlerini vaat etmeye başlamıştı? Bunun afaki olmayan gerçekçi ve nesnel bir tarihsel cevabını vermedikçe, süreci anlayamazsınız.
İnsan kolektif kapasite ile kolektif alanı ve doğayı (biraz da haksızca) bir kullanım özelliğidir. İnsan kolektif yapı içinde çıkıp köleci yapı içine girmekle kendi insanlığına olumsuzlaşan insana yeni insan dersek bu yeni insan köleci insandı. İnsan kendisindeki insanlık bilincine, kendisindeki kolektif güce ve kendisindeki kolektif bilince yabancı kılınmakla; insan bir efendiye kul olmuştu. Köle olmuştu.
İnsan olduktan sonraki sapma içinde iki tane yeni insan tanıyacaktık. İlki monarşiyle birlikte köleci insandı. İkincisi Yeniçağ ile birlikte köleliği içinde Rönesans uyanışını gösteren (yeniden doğuşu gösteren) insandı.
Köle insan da ister istemez üreten kolektif alanın (ruhun) etkisi altındaydı. Kolektif etki köleci insan üzerinde kalkmamıştı. Köleleşmesiyle insan, kendisine toplumuna yabancılaşmıştı. Bu yabancılaşma içindeki köle kolektif etkiyi hayalet gibi duyuyordu. Ama kişi duyulan bu kolektif etkiye El mantığı ile baktığında, bu etkiyi bir türlü kolektif olarak göremiyor, anlamlandıramıyordu.
Tarihsel bilincine ve kendisine yabancılaşan insanın iliklerine kadar hissedip göremediği kolektif etkiyi; El bir güzel kendisine göre tanımlayıp, kendisini bu etki yerine koymakla süreci anlatıyordu.
Kolektif zenginliğe El mülkü, diyordu. Üretilen mamule rızk diyordu. Onu size El verdi diyordu. İnsanın üretim yapmadığı zamanda ve zamanlar içinde insana ne böyle mamul veren vardı. Ne de rızk veren vardı. Kolektif paydaşlık etkisini ve kolektif paydaşlıkla hak edişinizi size "rızkları veren El ’dir" diyordu. Rızktan size verilir oluşta, rızktan size az verilip kıtlık çekmeniz de sizin "kaderinizdir" diyordu.
"El kiminize rızktan pay verdi. Kiminize rızktan pay vermedi. Sürecin böyle olmasında size bilmediğiniz sayısız faydalar var" diyordu. "Kadere isyan etmeyin. Kaderinize itiraz etmeyin. İtirazlının gideceği yer cehennemdir. Cehennem ne kötü yer" diyordu. Yeni ve köleci olan ortak hikâyemiz buydu.
Ortaçağ köleci ruhla, köleci ruhta yabancılaşmanın kendi korkularını, kendi umutlarını, teslimiyetçi anlayış içinde tevekkül etmekte bulan inakça kutsal hikâyeye sarılmanın çağıydı.
El kolektif gücün etkisini “rızkları veren biziz” diye belirtmekle kolektif gücün kendi üstünde hayal edilmesini istiyordu. İnsana gerçek yerine gerçeğin hayalini gördürüyordu. Gerçeğe hayali söylemler eşletiliyordu. Böylece insanı kendi kolektif gücüne taptıran anlatımların tümü, bu hikâyeci tutumdu.
Bu hikâyeci tutum genel hattıyla tümden kişilerin kendisini unutma; kişilerin insanlık geçmişini ve kendi tarihi hikâyesini unutmanın; yerine de kendisinin olmayan bir hikâyeyi, kendisinin sandırılmakla bir hayale sarılmanın çağıydı.
Köleci tutumla başlayan tüm El ’e ait monarşin ve mutlak hikâyelerin oligarşin tevhit içinde meşruiyeti bir sentezi yapıldı. Bir türden olmayan, kendi hafızalı tevhidi anlayışlar, kendi devinmeleri içinde kendi orta çağına girdiler.
Orta çağ akılların iğdiş edilip, akılların dumura uğratıldığı çağdı. Köleciliği erdem yapan, erdemi "alçak gönüllülükle boyun eğme" diye tanımlamakla; köleci, ganimetçi, emperyalist yapıyla "yeryüzünü mülkü El toprağı yapmanın" cinneti olan bir çağdı.
Oysa yeryüzünü El mülkü yapmak için yeryüzünün düzenlenmesinde müdahil olan birçok başka tür El ‘lere karşı her bir El ‘in kendi müdahilliği kadar bir yere sahipliği olmalıydı. Yoksa tüm yeryüzüne düzen veren bir El ‘in, yeryüzü sahipliğinden bile söz edilemezdi.
Köleci sistemin kendisinden önceki kolektif zaman içinde saçılan kişi sahipli söyleme haiz tohumlar, türlü zamanlar içinde türlü yerlerde filizlenmişti. Bu filizler kolektif köklü gizliyorlardı. Köleci çağda ve aynı köleci kökteki mana anlayışı Yahudilik, Hristiyanlık gibi üç ana kolda entegre olup, meyvesini vermiştiler.
Artık yatağında sapan kolektif çekirdekli temel akış, paylaştıran söylem gücüyle sömürgeci, köleci, ganimetçi hikâyelerin kurgu alanı üzerinde bir gelişme; bir neden sonuç ivmesi ortaya koyacaktı.
Köleci çağ ile ortaçağ karanlığı ve ortaçağın köleci endüljansı; kabaca İskenderiye okuluyla, Yunan akademiyası ile Anadolu İyonya okuluyla; doğunun Fahreddin er-Râzî ve Sühreverdi Işıkçılığıyla orta çağ içinde yanan bir mum ve ışımaydılar.
İşte yığınların endüljansa dek mantık dışındaki mantıktan haberinin olmadığı, batıda ve Osmanlıda kişiler aforozla (kâfirlikle) suçlanır oldular. Yine de karanlığın içinde bu hikâyenin zıddıyla da var olan bir yanı da bu ışımalardandı. Bu ışımalar kaba ve mekanik bir söyleme dönüşseler de gerçeğin akışın görmüşlerdi.
Yeniçağın kişisi orta çağ uykusunda uyanan köleci imanın evet dediğine hayır diyen deneyci "yeni insandı”. Yeni insan bu ışıma içinde reform ve Rönesanslarla; kolektif özlü insanın, yeni koşullardaki yeni düzey ve düzlemine ilişkin kolektif bilinciyle, yeniden doğuş sancılarını ortaya koydu.
Yeniden doğuş; köleci mantığın ve El mantığının sorgulamayan uygulama olmayan mantığının zıddı bir mantıkla, kendi ön ittifaklı, kolektif özlü ilahi mantıklı insanlığının üzerine, yeniden doğuştu.
16
Yeniden doğuş; uykuya, uyuşmaya, yatıştırıcılığa, esrikliğe, afyonlamaya dayalı El ittifaklı "köleci yeni insanla"; Yeniçağda Giordano Bruno aydınlanması içinde; köleciliğe dayalı El mantığına karşı, “insan hakları evrensel bildirisi ittifakında”, bölük pörçük te olsa Giordano Bruno aydınlanmasıyla Yeniçağ içindeki yeniden doğuşa (Rönesans’a) trake solunumu yaptıracak bir nefes almayı başlatmıştı.
Heyhat içinde olunan koşullarda dahi, Mars’a gönderilen fiili uzay aracının düşen somununu kimseye çaktırmadan yerine takan mantıkla şeyhliği uçuran akıl hikâyeleri içindeydik. Bu hikâye içinde okumuş birini görmekle kendisini afakanlar basan vardı.
Okumuşları arttıkça oy tabanının azalan seçmen sayısını güden siyasetçi tavırlardı vardı. Ve tabanında Ay’a dört şeritli yol yapıldığına inanmayı amel eden niteliksiz seçmenliği kendisine tasarruf eden sözüm ona demokrasilerin, demokrasi olmadığı bir yapı içinde; yeni köleciliğin yeni şartlarda kendisini tekrarladığı açıktır.
Birçok tekil aptalın, kolektif akla eşit olmadığı gibi yeniden doğuşla bilinçli olmadıkça "fizik, kimyanın muteber olduğu gibi benim dinim de niye muteber olmuyor" diyecek bir demokrasi ve insan hakları ile de yeni bir afyonlamanın kaçınılmazlık hikâyelerinin oluşacağı pek açıktır. El hayal gördürüyordu. Biz de hayali seviyorduk.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.