- 525 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
719 – PISIRIK
Onur BİLGE
Meliha Hanım’ın Virane’ye ikinci gelişi… Bu defa da ilk gelişinde bahsettiği oğlu Fatih’i de yanında getirmiş. İlkokula kaydedilecek çocuk gibi elinden tutup getirmiş. Yirmi beş yaşındaki pısırık oğlunun sosyalleşmesini istiyormuş. Sanki kendisi gelemezmiş gibi.
Bir de onu evlendirmek istediğinden bahsetmeye başladı. İçine kapanıkmış da yalnızmış da arkadaşlık kurmakta zorlanıyormuş, hiç arkadaşı yokmuş da… Evde de odasına kapanır, dışarıya çıkmazmış da… Kapısının önündeki parka bile hiç gitmemiş de…
Define, kadını dinledikten, oğlunun hal ve hareketlerini bir süre izledikten sonra Fatih’i Ahmet’in yanına yardım bahanesiyle gönderdi ve kadına: “Meliha Hanım… Nasıl söylesem bilmem ki! Bu delikanlıda bir nevi kişilik bozukluğu var gibi geliyor bana. Hiç psikologa götürdünüz mü?” diye sordu.
“Hayır. Hiç götürmedik. Ne varmış ki oğlumda? Liseyi bitirdi. Şimdi de Eğitim Enstitüsünde Tarih okuyor.”
“Yani öğretmen olacak, öyle mi? Okulu bitirir bitirmesine de öğretmenlik yapabilir mi yapamaz mı bilmem. Topluma giremeyen bir insan talebe karşına nasıl çıkar!”
“Bilmem ki! İşte biraz buraya falan gelsin. Arkadaş edinsin. Ortamınız çok güzel. Hep gençler var. Başlarında da bir büyük olarak siz varsınız…”
“Buraya herkes gelebilir. Mesele yok. Uyum meselesi… Bizim ona ne kadar faydamız olur, bilemeyiz ama bence bir psikologa götürmelisiniz. O konuşur, sorar, arar bulur bu halinin sebebini ve giderme yollarını da gösterir. Bir topak hamurun varsa, erbabına yoğurtturacaksın!”
“Babasına diyeyim, bakayım ne diyecek. Bir de onu ikna etmek lazım şimdi. “Benim ne sorunum var!” der hemen. Öyle yerlere delilerin gittiğini söyler. Ben bilirim oğlumun huyunu. Biz bunu İngilizce kursuna falan da gönderdik de orada da toparlanamadı. Cemiyet kaçkını. Yarım bıraktı kursu. Evde kendi kendisine öğrenirmiş.”
Donyağı gibi bir oğlan! Buz baltası! Böyleleri kalabalıklar içinde de yalnızlıklarından vazgeçemezler. Belli belli besbelli, bir kişilik bozukluğu var. Belki küçükken çok hor görüldü, çok dışlandı… Dışlana dışlana yalnızlığı benimsedi. Belki uzun süre evde tutuldu, ana baba korumacılığından, sonra da topluma karışamadı. Belki sokağa çıktığında itildi kakıldı, pustu kaldı. Her ne olduysa olmuş, bu hale gelmiş. Dominant annesinin gölgesinde eselememiş. Acaba kadın kendisinde kabahat arar mı?
Fatih geldi. Kız istemeye gelmiş saf köy delikanlıları gibi dizlerini birleştirdi, ellerini dizlerinin üstüne koydu oturdu, annesinin yanına. Omuzu da kafası da ona meyilli bir vaziyette… Belli ki kadın bunu dizinin dibinde kız gibi büyütmüş. Keşke eline iğne iplik, tığ, şiş yün falan verseydi de tamamlansaydı! Baktım baktım, şaştım kaldım! Bu yaşta Maşallah paşama!
Kadın o kadar kontrolü altında tutmuş ki sustalı maymuna çevirmiş oğlunu. Şimdi de düzelsin diye uğraşıyor. Bay negatif! Boş boş bakıyor. Yabancı yabancı duruyor. Yetmişlik ihtiyar gibi canından bezmiş bir hali var. Bizimle değil de belki Dede’yle arkadaşlık edebilir ama Dede’nin de gönlü genç.
Bu zamana kadar yakın bir arkadaşı olmamış. Bir misafir gelse odasından çıkmazmış. Kimseyle ilgilenmez, kimseye karşı bir samimiyet hissetmezmiş. Kimseyle uğramazmış. Hiç düşmanı yokmuş. Duygularını belli etmezmiş. Vahim olaylar karşısında dahi soğukkanlılığını muhafaza eder, hiçbir tepki vermezmiş.
Ne kimseyi metheder, ne kimsenin aleyhinde konuşurmuş. Ne sevinç paylaşırmış ne de keder… Kim ne derse desin umursamazmış. Utangaç sayılırmış.
Hayalperestmiş. Kendi dünyasına dalıp gidermiş. İnsan içine çıkmak istemez, dağa kıra bayıra, en fazla hayvanat bahçesine gitmek istermiş. Çok konuşmazmış. Çok konuşulmasından da hoşlanmazmış.
Bir yemek yemeyi bir de uyumayı bilirmiş. Boğazına çok düşkünmüş. Bir oturuşta bir tavuk yermiş “Daha da var mı?” dermiş. Tatlıya çok düşkünmüş. Her çeşidini severmiş. Sık sık tattı krizine girermiş. O anda tatlı bulamazsa gözleri dönermiş!
Elde ne cevherler varmış da haberimiz yokmuş! Virane’de sıcak bir çayın yanında simit bulabilenler kendilerini şanslı hissediyor, tost alabilenler bayram ediyorlar! Eğitim Enstitüsünden çok gelen olmuyor. Daha çok Akademiden ve mahalleden çocuklar…
Dede kaçın kurası! Şıp diye teşhisi koydu ama kadın fena bozuldu! Delisi olan delisini güdecek! Onu o hale getirmeden önce düşünecek, ona göre tedbirini alacaktı. Erkek çocuk erkek gibi kız çocuk kız gibi yetiştirilir. Kadın kendine yapıştırmış oğlunu! Bir de evlendirecekmiş! Güleyim bari! Kim ister onu!
Onunla evlenen kız, direksiyonda oturacak. Muavin bile olamaz o! “Otur Fatih!..” diyecek, oturacak “Kalk Fatih!..” diyecek, kalkacak. Anasının eteğinin altından çıkacak, karısının eteğinin altına girecek! Ne hayır gelecek o evlilikten! Aramızda ona uygun kız yok. Nasibini başka yerde arasın. Zaten onun nasip kısmet aradığı da yok ya… Anasının işgüzarlığı işte! Gayretperestliği… İttire kaktıra bir şeyler yapmaya çalışıyor işte!
Acaba Meliha Hanım, evde de aile reisi mi? Kocasını çok merak ettim. Bu kadın onu da Fatih’e benzetmiştir mutlaka. Baskın karakter… Dominant…
Kadına fazla mı yüklendim acaba? Neden bu kadar gözlemci ve meraklıyım ben? Eve döndüğümde de Fatih aklımdaydı. Akşam babama tarif ettim, annesinin dediklerini söyledim.
Babam, Son Havadis ve Yeni İstanbul gazetelerine abonedir. Onların iç sayfalarındaki köşelerde her gün, doktorların tıbbi konularda yazmış oldukları yazılar çıkar. Babam o konulara da meraklıdır. “İnsan kendi kendisinin doktoru olmalıdır!” der, hastalık hastası insanlara da kızar. Evimizde, özel olarak getirttiği hemen hemen her hastalık hakkında bilgilendirici kitaplar vardır. Onlardan ve gazetelerden edindiği bilgilerle epeyce donanımlıdır.
“Anlattıklarına bakılırsa o delikanlının derdi Şizoid Kişilik Bozukluğu!” dedi. Başladı o ruhsal hastalığın belirtilerini saymaya… Fatih’inkilerle bire bir örtüşüyordu.
Beni de inadına erkek gibi yetişmişlerdi. Tuttuğunu koparan, elinden her iş gelen, erkek işlerini dahi yapabilen, kendisine son derece güvenen, gördüğüyle görümce, buluştuğuyla elti olan…
Hakkımı koruduğum gibi başkalarının da haklarını savunurum. Yolda sokakta asılan, sataşan olursa tepki veririm. Sarkıntılık etmeye kalkan olursa vururum! Sonu ne olursa olsun, gözüm kararmaya görsün!
Lisedeyken idareye verildiğimde suçlarımdan biri de erkekleri dövmekti. Dövmek değildi aslında, tokatlamak… Hak edene hak ettiği kadar…
Şiddete karşıyım ama şiddete aciz değilim!
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 719
YORUMLAR
Kaleminize sağlık kugu mu gerçek mi bilemem ama çok yerinde dokunuşlar ve yok yerinde tespitler. Tebrik ediyorum.