- 763 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
0100 - YORGUN TELVE - YERUŞALİM
YORGUN TELVE
"Kimdi kopup giden eski gövdesinden
Omzundan göğsünden uzaklaşarak sen
Sandık ve bohça ve konsol çiçekleri
Bir resmin solma süreci ikindilerden
Lavanda levanten bir solma süreci
Bekaret rengi kuşluk saatlerinde
Vaat kadınları kızları ah Yeruşalim
Bir resmin solma süreci renginden..."
Hulki AKTUNÇ
YERUŞALİM
Onur BİLGE
O topraklardı Osmanlı’dan koparak ayrılan. Kimi omzundan, kimi bağrından koparak gitti. Bir zamanlar oraları bizim biliyorduk. Bohçalarında nakış nakış kaldı kültürümüzün izleri, konsollarının oymalarında kaldı.
Bir resim nasıl solarsa günün birinde, işte öyle solup gittiler, İslam’la yeşermişken. O ikindilerde güneşin çekildiği yerden, silinip gitti Eflak, Boğdan ve niceleri…
Oralar Anadolu toprakları gibi kakmaya başlamışlardı. Lavanta tarlaları gibi kokmaya başlayan Doğu Akdeniz toprakları... Lavantaların solma süreleri kadar oldu canlılıkları. Onlar topraklarımızın uzantılarıydı. Onlar, Levantenler, yani İtalyan kökenli, Katoliklerdi. Lavanta kokan o bakir topraklar, ellerinde kaldı. Ah o İslamiyet öncesinin, vaat edilmiş toprakların hayaliyle yaşayanların kadınları, kızları! Yazık oldu onlara! O topraklar ki elimizdeyken Yeruşalim’in ta kendisiydi! Onlar kan dökülmeyen bir ülkede, refah içinde, Müslüman olarak yaşayacaklardı. Çocukları katledildi. Kendilerine tecavüz edildi. Bakire kalmadı.
Oralar bir zamanlar Kanuni Sultan Süleyman’ın mülküydüler. Süleyman Aleyhisselam’ın eliyle yönetiliyorlardı. Barış, huzur ve mutluluk ülkesi halindeydiler. Kan yoktu, acı yoktu, barış vardı. Yeruşalim hayal ülkesiydi, yaşanılası, İmparatorluğumuza dâhil olan topraklar, gerçekten Yeruşalim’in omuzlarıydılar, göğüsleriydiler. Ne yazık ki bir fotoğraf gibi oyulup kesilip, mermer bir heykel gibi kopup gittiler ve çok şey kaybettiler. Ne yazık ki çok kısa bir zaman zarfında olupbitti bunlar.
Garpta, gün batımı tarafında, yavruağzı turuncusuna döndüğü yerde güneşin, mahrum ve mahzun kaldı soydaşlarımız. Onlar o zamandan beri ağıtlar yakarak salya sümük ağlamaktalar. Şimdi kadınlarımız kızlarımız, akşam vakitlerinde, evlerine çekildiklerinde, ellerine tığlarını şişlerini alarak hem danteller, örgüler örerler, hem de Osmanlı İmparatorluğuna ait efsaneler, savaşlar, zaferler anlatırlar çocuklarına hasretle. İç çekerek o muhteşem günleri anarlar. Ne yazık ki doyumsuz bir dönemin sadece soluk fotoğraflar gibi hayali ve hatırası kaldı avuçlarında… Çok kısa bir süre Müslüman kaldılar. Doyamadılar İslam’ı yaşamaya ama ne kadar çabuk da Hıristiyanlaştılar! Tam da hidayete ermişlerken… Yazık ki yazık!..
Artık bir daha oralarda hüküm sürmek hayal oldu gibi bizim için. Topraklarımız bölündü, parçalandı ve dağıtıldı. Telaş içinde her parçamızı kapıştılar. Her bir parçamız yaban ellerinde… Fakat yapılacak bir şey kalmadı artık ne yazık ki! Oralarda kalan Türkler, Müslümanlar, can kardeşlerimiz hüzün içindeler. Ancak her şey sonlu, bitimli… O topraklar da böyle elim bir sona kurban gitti.
Nazar mı değdi bize? Türkün türkuazı nazarlıklarda mı kalacaktı! O da elimizden düştü ve parçalandı. Her bir parçası bir Hıristiyan’ın, ellerin elinde kaldı. Bu acı hadiseyi anlatmaktan yorulduk artık! Aylar doğmuyor fincanların içine. Telve karardıkça karardı. Beyaz murat atları girmiyor, şahlanmıyor. Çoktan tozu dumana katarak geldi geçti Sultan Süleyman, o topraklardan. Fallar iyiye çıkmaz, müjdeler vermez artık. Rüyalar hayra çıkmaz! Kahveyi içen içti, bize telvesi kaldı. Kara bir harita…
Şimdi susma zamanı… Ancak sükûtu müjdeler remiller fallar. Som altından Yeruşalim, yirmi dört ayar bir sessizliğe gömüldü. Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen naralar atılmıyor şimdilerde. “Allah Allah!” sedaları yankılanmıyor, güneşin battığı tarafta. Mehter marşları çalınmaz oldu çoktandır. Kösler dövülmez oldu!
Ne oldu bize böyle? Bir resmin solma süresi kadar, parladık ve solduk… Biz neden böyle olduk?
Neden böyle olduk?
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 101