- 266 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
KEMAL BİLBAŞAR.
KEMAL BİLBAŞAR.
1910 yılında Çanakkale’de doğan Bilbaşar, bir polis komiseri olan Çerkes asıllı Hüsnü Naim Efendi’nin oğluydu. [1] Kemal Bilbaşar’ın babası olan Hüsnü Naim Efendi, Selânik’in Balkan devletlerince işgali sırasında, müttefik subaylarınca şehit edilmiş yazar daha küçük bir çocukken yetim kalmıştı.
Annesi Nuriye Hanım Eskişehir’de ikinci kez evlendi. Yazarın üvey babası küçük bir memurdu. Evlerinde geçim darlığı çekildiğinden Küçük Kemal yaz aylarında simit, şeker, sigara kâğıdı, kibrit, gazete satarak aile bütçesine katkı sağlamaya çalışıyordu. Hatta terzi ve kavaf dükkânında çıraklıklar da yapmıştı.[2] Kendi kaleminden çocukluk günlerini şu şekilde anlatmıştı:
“Kış ayları ailemizin tek eğlencesi masal ve hikâye okumaktı. Fukara Tatar mahallesinde toprak sıvalı evimizi bu gün arasam belki bulamam. Ama o evi Binbir Gece masallarından, Tuti Name’den, Kırk Vezir hikâyesinden örülü renkli bir düş evreni içinde hatırlarım.
Ramazan gecelerinde mahallenin çocuklarıyla Karagöz’e, Meddah’a, tuluat tiyatrosuna giderdik. Meddah ve Karagöz taklitleri bizi her oyundan çok eğlendirirdi. Sanat mayamın bu oyunlar sırasında karıldığını şimdilerde daha iyi anlıyorum.”
Üvey babası dindar bir küçük memurdu kendi öz oğlu ile Kemal Bilbaşar’ın hafız olmasını istiyordu. Fakat Kemal Bilbaşar’ın büyük abisi öğretmen olmuş ve kendi düzenini kurmuştu. Kemal Bilbaşar kendini öğretmenliğe götüren yolu ve o günleri şöyle kaleme almıştır. “ Üvey babama kalsa, biz iki oğlan, hafız olacak ve zanaatkâr yetişecektik. Ne var ki kurtuluştan sonra ortaya çıkan ağabeyim Burhan Bilbaşar’ın direnci ile bu istek gerçekleşmedi. Ağabeyim öğretmen olarak atandığı Seyitgazi’ye birlikte götürdü bizi. İlkokulu bitirdikten sonra da Edirne Erkek Öğretmen Okulu’na yerleştirdi.”[3]
Orta öğretimini 1929 yılında Edirne Öğretmen Okulunda tamamlamış, iki yıl Vize ve Babaeski de ilkokul öğretmenliği yapmıştı.[4]
Yüksek öğretimini Gazi Eğitim Enstitüsü Tarih-Coğrafya Bölümünde yapmaya başlamıştı. Bu yıllar onun edebiyata olan ilgisinin başladığı yıllar oldu. Edebiyata olan alakasının başlaması kendi kalem ile şu şekilde anlatıldı. “Edebiyatla ilgilenmeye Gazi Eğitim Enstitüsü öğrenim yıllarımda başladım, o sırada yabancı dilden çevrilen natüralist ve realist hikâye ve romanlar gözde olduğundan bu tür kitaplar elimizden düşmezdi. Hocamız Ahmet Hamdi Tanpınar ve Hakkı Tonguç ile bu kitaplar üzerinde yaptığımız konuşmalar beni edebiyata daha sıkı bağlamıştır.
1935 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü’den mezun olmuştu. Aynı yılın resim-iş bölümü mezunlarından Bedia Bilge ile evlenmiş, İzmir’e yerleşmişti. Hayatları boyunca ayrılmayan ve evli kalan çiftin iki çocuğu dünyaya geldi. 1937 yılında başladığı Tarih öğretmenliğine 1961 yılına kadar sürdürecekti. Bu yıllarını ise kendi kaleminden şöyle anlatacaktı. “Eğitim Enstitüsü’nü i935’de bitirdim. Aynı yılın resim - iş bölümü mezunlarından Bedia Bilge’yle evlendim. 1937’de ilk hikâyem Çımacı Hasan ile oğlum Taran Bilbaşar dünyaya geldiler, İzmir’e yerleşmiştik. Şair İlhan İleri ve Cahit Tanyol ile ARAMAK dergisini çıkarıyorduk. Evimiz bir edebiyatçılar lokalini andırıyordu. Toplantılarımız geç vakitlere dek sürerdi. Yazdığımız şiir ve hikâyeleri okur, gelen yazıları seçer, yurttaki edebiyat hareketlerini eleştirir, dergimizde bu görüşleri yansıtırdık.”
Yazdığımız şiir ve hikâyeler Nurullah Ataç, Va-Nu, Halit Fahri gibi gazetelerde sütunu olan kişilerin ilgisini çekmişti. O sırada Budakoğlu adlı hikâyem ilk edebiyat ödülünü kazanınca dünyalar benim oldu. Bu ödül güvenimi ve hızımı arttırdı. Ardı ardına yazdığım hikâyeler türlü dergi ve gazetelerde çıkıyordu. Arkadaşlarımın öğüdüne uyarak hikâyelerimi kitap halinde topladım. 1939’da Anadolu’dan Hikâyeler, 1941’de Cevizli Bahçe yayınlandı ve... bu güne sürdü, geldi. “Tarih ve Coğrafya öğretmeni olduktan sonra ilk görev yeri İzmir ve Karataş Lisesiydi. İzmir Karataş Ortaokulu’nda tarih öğretmenliğine başladı. [5]
Tarih öğretmenliğine başladıktan sonra Askere alınmıştı. Bu sırada Dersim isyanı çıkmış Kemal Bilbaşar da isyanı bastırmak için gönderilen birliklere katılmıştı 1937. Dersim’ isyanı sırasında yedek subay olarak askerliğini yapmakta iken İsyanlar sırasında sivil halka daha yumuşak davranılması gerektiği fikrinde olduğu için ceza alarak cephe gerisine sürülmüştü.
Askerlik dönüşünde Nazilli ve İzmir Karataş Ortaokullarında öğretmenlik yapan Bilbaşar 1961 yılında emekliye ayrılmış, bir süre siyasetle uğraştıktan sonra 1966’da İstanbul’a yerleşmiş, kendini tümüyle yazmaya vermişti. Yazar 21 Ocak 1983’te ölmüştür.[6]
Kemal Bilbaşar edebiyatla ilgilenmeye Gazi Eğitim Enstitüsü’nde başlamış, ilk öykülerini İzmir’de Cahit Tanyol ve İlhan İleri ile birlikte çıkardıkları Aramak dergisinde yayımlamıştır (1939). Bu dönemde Halkevlerinin açtığı öykü yarışmasında ilk ödülü kazanan yazar, 1945-1952 yılları hariç, sürekli öykü yayımlamış, radyo oyunları yazmış, pek çok gazete ve dergide öykü, roman ve makaleleri çıkmıştır. Tiyatro, senaryo ve ders kitapları da yazan Bilbaşar, 1961 den sonra daha çok roman türüne ağırlık vermiştir.
SANATÇI KİŞİLİĞİ
Kemal Bilbaşar’ın sanatçı yönü üzerinde söylenecek sözlere kendi sözleri ile giriş yapmak en doğrusu olacaktır. Yazar, kendi kalemiyle kendini şöyle özetler:
"Yapıtlarımı genellikle küçük kasaba ve köylerde yaşayan, çok çalışan, az mutlu olan insanların hayatını yansıtmak, onların belli bir bilince varmaları amacıyla kaleme aldım. Fikirde toplumcu, sanatta gerçekçi, görüşe bağlı kaldım. Memleketimiz insanlarının dertlerini, toplum gerçeklerini ancak bu edebiyat tekniğiyle gün ışığına çıkarmak, onlara çözüm yolunu göstermek mümkün olacağına inandım. Yapıtlarımda halk masal ve öykü deyişlerine de yer veriyordum. Bununla yapıtlarımı halkıma daha rahat okutacağım, sanatımda geleneksel bağlantıyı sağlayacağım kanısındaydım.” [7]
Kemal Bilbaşar edebiyatçı kimliği hakkında kendi kalemi ile şunları aktarmıştır.
"Fikirde toplumcu, sanatta gerçekçi görüşe bağlı idim. Memleketimiz insanlarının dertlerini, toplum gerçeklerini ancak bu edebiyat tekniğiyle gün ışığına çıkarmak, onlara çözüm yolunu göstermek mümkün olacağına inanıyordum. Eserlerimde meddah taklitlerine, halk masal ve hikaye deyişlerine de yer veriyordum. Bununla eserimi halkıma daha rahat okutacağım, sanatımda geleneksel bağlantıyı sağlayacağım kanısındaydım. Batı mükemmelliğine ulaşabilmek için eski sanat değerlerimizin tümünü inkar etmek, geleneksel bağlardan arınmak gereğini savunanlara katılmıyorum. Bizim halk edebiyatımız zengin bir dil ve sanat hazinesine dayanır, ölü değil, yaşayan bir dil hazinesidir bu. Olanakları geniştir. Halk için yazan bir sanatçı, bu hazineyi görmezlikten gelir, ondan faydalanmazsa, ister istemez halkla arasına mesafe koyar. Bu hazineden faydalandıkça yapıtın milli yanının güçleneceğini ve halklara daha rahat ulaşacağını CEMO ispatlamıştır. Cemo’nun Dil Kurumu 1967 Roman Ödülü’ne layık görülmesinin önemli nedeni bu olsa gerek. Dil Kurumu ödülünü bana Cemo’nun kazandırmasına bu nedenle pek sevindim." [8]
1966 yılında yayımlana Cemo büyük bir ilgi görmüştü. Cemo’nun gördüğü ilgiyi yazar şu şekilde dile getirmiştir. “Cemo’nun gördüğü ilgiyi, ağa zulmü altında inleyenlerin uyanışına bir işaret sayarak daha da seviniyorum. En büyük sevinci, halkımın anayasal haklarına sahip çıktığını, yurdumuzda köklü reformların yapıldığını, Cemo’ların, Memo’ların, Fadik’lerin, Üsen’lerin layık oldukları özgür yaşayışa kavuştuklarını gördüğüm zaman duyacağım.”[9]
Yazar, toplumsal gerçekçiler diyebileceğimiz ekolün içinde yer alan bir romancı ve hikâyecimizdir. Köy ve köy sorunlarını irdeleyen roman ve hikâyelerinde halka yararlı olmak, derdini halka en iyi şekilde aktarmak endişelerini göz önünde bulundurarak yazmıştır. Öğretmenlik mesleğinden gelen öğreticilik yönünün anlatımına da sindirmek zorunda kalan romancının eserlerinde topluma yararlı olmak kurmaca metinler vasıtasıyla topluma bir şeyler öğretmek amaç haline gelir. Tarihçi kişiliği ile birleşen öğreticilik amacı, onu sosyal tarihin romanlarını ve öykülerini dile getirmeye sevk etmiştir.
Kemal Bilbaşar, Önceleri Batı Anadolu’daki küçük kent ve kasaba insanlarının ilişkilerini, yaşamlarını ele alıyordu. Tek parti döneminin sorunları, eşraf, tüccar, memur arasındaki çatışmalar bu ilk öykülerinin ana temasını oluşturuyordu.
Yazar, toplumculuk yönü hakkında kendi kaleminden şunları aktarmaktadır.
"Bizim sanat anlayışımıza göre sanatın toplumla ilişiği olması gerekir. Toplum etkisinde geniş bir halk edebiyatı, halkın edebiyatı olması gerek. Çünkü toplumu meydana getiren halktır. Onun problemlerini, onun isteklerini göz önünde tutmak bizim anlayışımıza göre sanatçının başlıca amacı olacaktır. Bu anlayışta olduktan sonra bir an önce mutluluğa, rahata kavuşmanın, insanlara eğlenme, övünme, gösteriş duygusu verecek bir süs edebiyatına nasıl katılırız. Biz bu edebiyatın bir etkisi olacağına inanmadığımız için denemeyi bile gereksiz buluyoruz.” [10]
II. Dünya Savaşı’nın ardından çok partili sisteme geçildiği yıllarda demokratik ortamın yarattığı çelişkiler üzerinde durdu. 1960’tan sonra roman yazmaya ağırlık verdi.
Ekonomik ve teknolojik gelişmelerden payını alamayan, çağa ayak uyduramayan köylülerin sorunlarını işledi. Doğu Anadolu’daki feodal toplum yapısına ışık tuttu.
18’inci Yüzyıl sonlarında Osmanlılarla birlikte Ruslara karşı mücadele eden Abhaz ve Adige Çerkezlerinin sert yaşam koşullarını geleneksel renklerini ortaya çıkararak anlattı.[11]
Aldığı Ödüller
Bilbaşar 1939 yılında Budakoğlu öyküsüyle Ankara Halkevi Öykü yarışmasını, Cemo adlı romanıyla 1967 yılı Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü, 1970 yılında da Yeşil Gölge adlı romanıyla May Roman Ödülü’nü kazanmıştır.[12]
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve hemen bu yılları izleyen Şeyh Sait isyanı sırasında Doğu Anadolu’yu ele alan Cemo (1966) ve Memo (1968) romanlarıyla tanınan Kemal Bilbaşar, Kölelik Dönemeci’nde Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasındaki Kaynarca Antlaşması’ndan sonraki yıllara döner. Bedoş, II. Meşrutiyet’in ilanı, Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı, İstanbul’un işgali, arkasından Kurtuluş Savaşı’nın kazanılışı yıllarını kapsar. İlk romanı “Denizin Çağrısı’”nda da yoksul bir öğretmenin yaşamı anlatılır. Değişik toplumsal konuları ele aldığı öteki romanları, Yeşil Gölge, Başka Olur Ağaların Düğünü ve Zühre Ninem’dir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.