6
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
930
Okunma
Sanırım doksanlı yılların son yazı, belki de ikibinin sıcak bir günü de olabilir, hafızam beni yanıltmıyorsa. Kendisini tanıdığım o hırpani kılığıyla bir daha unutmam olmadı.
Muş şehrini ustalıkla dünle bugünü buluşturan tarihi yapıları aradı mı gözleri bu güne kadar, hiç sanmam. Cırtlak boyalı belediye binası önündeki küçük meydanın aksi yönde yarım çember çizerek istasyon yoluna girdi.
Ancak ne düşündüyse zank diye yerinde durdu, soluna baktı, tekrar yürüdü.
Belediyenin tam karşısı, küçük bir meydan var, meydan denilirse eğer. Alt başında, ne zaman yapıldığını hatırlayamadığım bir çeşme duruyor yıllardan beri. Kırmızı Ahlat taşındandır duvarı. Taşların dibi yosun bağlamış. Belediye parkının üst kısmında akar gece gündüz, Şekerin suyu derler, soğuktur, içenler bilir.
Hangi dönemde yapılmış, hatırlayamadım, yıllar sonra bir sabah yolu küçük alandan geçenler çeşmeyi bir daha göremediler.
Yirmili yılları geride bırakmış, otuza doğru ilerlemektedir yaşı, ama kendisi farkında değil. Susamıştı. Adam ağzını dayayarak musluktan içti, nefeslendi bir kez. Avuçlarıyla iki yudum daha içti. Kafasını soğuk suya tuttu, hava sıcaktı. Göğsüne doğru sular damladı, eski sakonun önünden dizlerine doğru bacakları omuzları ıslanmıştı.
Çeşmenin taşına oturdu, üzerindeki bütün naylon poşetleri çıkardı, suya tuttu. Sağından, solundan, önünden geçenler ona laf atmaktan kendilerini alamadılar. Başını kaldırıp da kimsenin yüzüne bakmadı. Ne çok poşet toplamıştı bugün. Kırmızı poşetler, mavi, siyah, beyaz… bütün renkler cümbüşü yığılı verdi bir anda, önünde bir öbek oluştu.
Her köyün, şehrin ya da beldenin, eski tabirle bir delisi var, işte bu da şehrimizin sessiz sakin delisi Sıddık. Deli diye nam salmış bir kere ya, şu belediye binasında oturanlardan çok duyarlı, desem kimse inanmaz. Nasıl mı?
Sabahtan ayağı kesince çarşıyı; kenarlara köşelere serpilmiş, cadde kenarlarına rüzgârın sürüklediği, kaldırımlara rasgele fırlatılmış ne kadar naylon poşet varsa hepsini tek tek toplar ceplerine ve de eski ceketinin üzerine bağladığı kalın sicime bağlayıp sarkıtırdı.
Renkli poşetleri yıkamaya başladı, üst üste yığdı. Yıkama işini bitirince, kırmızı olanları kollarına bağladı, beyazları eski sakonun üzerine bağladığı kalın sicime astı. Kalanları karışık olarak gövdesinden aşağı bacaklarına dizlerine bağladı. Birkaç tanesini de külah yapıp başına geçirdi.
Yağmur sularının geldiği yere yukarı deriz ya, aktığı yere doğru cadde boyunca baş aşağı yürüdü. Kaldırımın sağ yanında, “Atatürk İlköğretim Okulu” – yöneticiliğini yapıyordum - tabelası gözüne çarptıysa da farkına oldu mu acep? Eski tarihi bina. Duvarları siyah taştan örülmüş, bir tek damla badana bulamazsın.
Kaldırım kenarında rastladığı ilk akasya ağacına çıktı, üzerindeki poşetleri ağacın dallarına bağladı. Akasya ağacı bir anda ziyaret ağacına döndü. Yanından geçenler seslendiler, Deli Sıddık ses vermedi.
Sıddık deli miydi? Hayır, pırlanta gibi genci elbirliğiyle zorla deli ettiler, ardından Deli Sıddık diye seslendiler.
Muş gibi küçük bir şehir ya da toplumda yaşayan insanların bilinçaltları çok sıradan olmalı. Tamamen dünyevi terimlerle konuşmak gerekirse, bu toplumun karşılaştığı sorunların çok daha derinlerine inebilirsek, ancak o zaman Sıddıklar neden deli olduğunu anlarız.
Şehrin gören gözü olmuş, duyan kulağı da, ama söyleyen dili olmayı bilemedi.
Kentin kirleri çok ağır ve bulanıktır. Deli Sıddık tek başına yerlere savrulmuş renkli poşetleri toplamakla temizleye bilecek mi? İşte orasını bilmiyorum.
Keşke Deli Sıddık, Belediye Temizlik İşleri müdürü olsaydı.
15 ŞUBAT 2021
Mehmet AKIN