- 505 Okunma
- 6 Yorum
- 1 Beğeni
710 – DOST
Onur BİLGE
“Dost,
Bisikletimi sattım. Evi atölye olarak kullanmaları için çocuklara bıraktım. Çok az el aleti aldım yanıma. Üç beş parça mutfak eşyam var zaten. Kalanı giyecekler… Onları da eski, ahşap bir sandığa doldurdum. Hazırım gitmeye.
Beni nasıl bir gelecek bekliyor, bilmiyorum. Duygularımla boğuşacağımdan eminim. Gerisi umurumda değil. Nasıl olsa bir şeyler yapar satar yiyecek bir şeyler alırım. Aç kalmam. Üstelik şerbetliyim açlığa… Üç gün üç gece ağzıma bir lokma koymadığım günler de oldu benim burada. Elden ayaktan düştüm. Yine toparladım kendimi. Her şeye rağmen hayat devam ediyor.
Kaptan’a gittim. Bursa’ya gitmeye karar verdiğimi söyledim. “Evliya yatağı…” dedi. Orada çok eski, Antalyalı bir ahbabı olduğunu söyledi. “Bekle!” dedi. Santrale bir telefon yazdırıp geldi. Yarım saat kadar sonra postaneden aradılar ve istediği telefonu bağladılar. Gidip konuştu. Elinde bir kâğıt parçasıyla geldi. Onu bana uzattı. “Salih Turna… Adresi ve telefonu burada… Sakın kaybetme! Seni birkaç günlüğüne misafir edecek. O süre zarfında kendine kalacak bir ev arar bulursun.” dedi.
Bahsettiği ev Fomara’daymış. Bir arkadaşı da Mesken’deymiş ama orası şehir merkezine ve Kapalıçarşı’ya uzak olduğu için bunu tercih etmiş. “Yedeğinde bulunsun! Ne olur ne olmaz! Belki bir işin düşer. Selamımı söylersin. Sana yardım eder.” dedi. Hasan Ali Kâhya… Adresi, telefonu…
“Neden zahmet ettin Kaptan? Milleti rahatsız etmesek…” diyecek oldum. “Ne zahmeti, Necmettin? Cennete bile delilsiz girilmez. Yanında biri olacak. Yol sokak bilmezsin. Kimseyi tanımazsın. Salih sana yardım edecek. Otuz yıldır orada… Fazlası var, eksiği yok. Bursalı oldu o artık.”
“Yarın yola çıkayım diyorum. Veda etmeye geldim. Son bir kez karşılıklı birer demli çay içelim! Ben seni asla unutmam! Sık sık ararım sorarım ama yola çıkacağım. Yola çıkanın halini Allah bilir. Kazası var belası var...”
“Ağzından yel alsın! İlk defa yolculuk etmeyeceksin ya! Evvel Allah, bir şey olmaz! Bizim burada adettir. Bir işe yaramaz ama arkandan su dökeceğiz. Bir veda yemeği yiyeceğiz seninle önce.”
Bana dinimi öğretti. Kur’an’ı öğretti. Senin yıktığını o ördü, örmeye devam ediyor. O da benden ayrılmak istemezdi ama burada olmayacak unutmak… Bunca hatıra kalabalığında… Nereye baksam bir anı…
Ne kadar çok sevmiştim bu şehri! Bu şehrin her şeyini… İyi ki de üşenmeden kaleme almışım imini cimini! Açar açar okurum çok özlersem buraları… Fakat onlarda da sen varsın Antalya’dan çok. Tamamı, sana yazdığım adressiz mektuplar… Koca bir tomar… Sandığın dibine indirdim.
Bilmem artık ne zaman toparlarım da kendimi tekrar buralara gelirim. Belki de hiç gelemem. Zaman ne gösterecek bilmiyorum. Kimse bilmiyor geleceğini. Gelecek, gelecek mutlaka ama nasıl gelecek? Neler getirecek?
Yeni bir hayata hazırlıyorum kendimi. Tekrar sıfırdan… Çok zor günler bekliyor beni,. Kaptan: “Kapalıçarşı’ya yakın bir ev bul!” dedi. Ben de aynı fikirdeyim. İstanbul’da da dokuduğum kumaşları Kapalıçarşı’ya götürürdüm. Şimdi de yapacağım ahşap bibloları, pipoları oraya götürürüm. Gerekirse bir dükkânın önünde, küçük bir tezgâhta satarak ekmek paramı çıkarırım. En çok da kira korkutmuştur hayatta beni. En sevmediğim de ev sahibini kapıya getirtmektir.
Kaptan, akşama mükellef bir sofra hazırlattırdı gelinine. Kendisi de yardım etti. Yemek bahaneydi aslında… Kalan zamanı birlikte geçirmek istedik. Doyamadık arkadaşlığa, dostluğa…
Hayatıma çok kişi girdi. Esnaf olunca… Bir de gençlerle aram iyidir. Onun için hep etrafım kalabalıktı ama bu zamana kadar Kaptan gibi bir dostum olmamıştı. Dostluktan öte bir yakınlık meydana geldi aramızda. Kan bağı gibi bir şey! Anlatılır gibi değil!
İçeriden bir palto çıkardı verdi. Bursa soğuktur, üşürüm diye… Bana da dedi ki: “Sana bir hatıra vermek istiyorum. Onu giydikçe beni hatırlaman için…” Gel de kabul etme şimdi! Ben de ona bir hatıra vermek isterdim ama münasip bir şey bulamadım. Ona en değerli eşyamı vermek isterdim ama evimde para edecek bir şey yok. Ne varsa, alet edevat, öylece gençlere bıraktım. Hiçbiri onun işine yaramaz ki!
Ben de “Kaptan bana hatıra adı altında paltosunu verdi.” diye düşünürken, başka bir şey oldu. Gece boyu sohbet ettikten sonra ayrılma vakti geldi. Kaptan paltoyu paketlemedi. Dürüp koltuğuma vermedi. Koluma almamı da istemedi. Tuttu “Giy bakalım! Hava serin.” dedi. “Aman, Kaptan! Rica ederim!” dediysem de otoriter bir sesle emredercesine “Giy yahu!..” diye ısrar edince mecburen, utana sıkıla giydim.
Âdetidir, misafirini en az sekiz adım geçirir. Beni de bahçe kapısına kadar geçirdi. Uğurladı ve kapıyı kapattı. Ben de sağ taraftan yoluma devam ettim. Paltonun kumaşını yoklarken ellerim ceplere gitti. İkisi de dıştan kapaklıydılar. Alışkanlıkla ellerimi ceplerime sokunca, sağ elime mendil gibi bir şey geldi. Fakat mendilden daha kalındı.
“Galiba Kaptan cebine bakmadan vermiş paltoyu. Ona ait bir şey olsa gerek.” diye düşündüm. Sokak lambasının altında baktım ki bir erkek mendili, arasında da bir memur maaşı kadar para!
Hemen geriye göndüm. Henüz üç sokak ötedeydim. “İyi ki uzaklaşmadan fark ettim!” diye adımlarımı hızlandırdım. Eve gelince cama vurdum. Kaptan orada oturur her zaman. Mutlaka duyar, camdan bakar. Perde aralandı. “Ne oldu Necmettin?” dedi. “Neden döndün?” Elimdeki mendili cama yaklaştırdım, ona gösterdim. Banknotları gördü. Tebessüm etti. “Bursa harçlığı!” dedi. “Onlar senin… Ben koydum onları oraya!”
“Olur mu Ağabey! Yapma bunu bana!” dedim. Ne camı açtı, ne de kapıyı… Eliyle bay bay yaptı bana ve perdeyi kapattı.
Benim iki gözüm iki çeşme… O gerçek bir Dost… Kelimenin tam anlamıyla hem de…Olur, olur da bu kadar mı olur!.. Nasıl mahcup oldum! Nasıl sevindim!..
Bisikletimi satmıştım, yol parası ve belki birkaç günlük geçimim için. Beş parasız yola düşecektim. Yolda belde üşüyecektim. Ne güzel bir düşünce! Ne zarif bir sunuş!
Bu sana son mektubum… Hiç hak etmediğin halde sana Dost diye hitap ettim ama kendine pay çıkarıp da sevinme! O sıfatı kinaye olarak kullandım. “Peki ya düşman mıyım?” diyeceksin belki. Düşman da değilsin. Hiçbir şeysin! Hiçbir şey!..
Sözlüklerdeki dost sıfatının tanımı tekrar yapılmalı!
Ah Kaptan Ah!.. Ah Kaptan Ah!..
Mahcup”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 710
YORUMLAR
Evet yine harika bir yazı en hoşundan bir kamyonda hüzün. Ve evet DOST yeniden tanımlanmalı ve tanım oldukça kısa olmalı.
Dost; Bulunan değil olunan şeydir. Gibi.
Ve tevazu bu yazıda; Kaptanın Necmetdine tavrı, tevazunun bizzat kendisiydi.Sağ elin verdiğini sol ele duyurmamak ise tasadduk. Dolu dolu bir yazı. Gönül dolusu teşekkür.
Yolculuğa çıkışını anlatırken tayinlerim geldi aklıma.
Her bir tayin bir bitiş bir başlangıçtı bizler için.
Sonra dostluğa gelince, Bilinen bir söylemi hatırladım.
"Dost; herkesin çekip gittiğinde çıkıp gelendir."
Sen ne güzel yazıyorsun Onur!
Oturmuş konuşuyormuş gibi.
Sohbet tadında.
Selam ve Sevgiyle...