- 468 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yitikler
_ “Harici iyiler ve zenginlikler, insana mutluluk sağlamazlar.
Bilgenin erdemi, özgür istencidir. Toplum yaşamı da bilgece bir anlayış, erdeme göre düzenlenmelidir.
Seneca.
Sonrasında, fırtına vadisinde Melen ruhla, ökse vurulmuş akıl yollara vermiş kendini; kör kurşunun açtığı onmaz yaralarla ve öylesine umarsız, öylece aymaz, korkusuz ruh hallerinde. Yollarına pusu kuranların gölgesine dayamışlar ardını; aybastı takıntılar, aysar halleriyle. Avuçlarında sıktıkları yüreklerinden öylesine bakıyorlarmış ki yağıya; öyle heybetli, öyle heykel edasıyla. Yürüyorlarmış imgelem dünyasında; uzanımı bir nokta, bir anda parlayan ışık kadar kısa ömürde. Sanki kör kuyulara dökmüşler de içlerini, dünyayı bürümek hayaliyle; kâh şaşalı bir zafer takının altında, kâh bir darağacının güneşte uzamış gölgesinde.
Hâlbuki zamanda acuna karşı kömen, hakça yaşam için; kara bulutların biat dayatmasının uyandırdığı bu avulu uykudan -ne kadar burulursa, o kadar fazla uç veren- özgürlüğüydü berzah suskunlukları. Doğanın çizdiği yola onurlu dik ve ödünsüzce kalkışan başları, dövene atılan başaklar gibi yığın yığın; anbean budananarak kıyılırlarken kıldan ince bıçkıda; adalet küleği ardına saklanan o hain karanlık gölgeler; kızaran ufukları geçerek, göveren topraklarına tümen tümen geldiler hissettirmeden.
Geldiler de, hiç boş durdu mu karanlıklar. Hemen bir isli gecede, sabaha dek kendisini yaratan kör lambalarla, karabasanları ışıtan alacakaranlık; baş başa yürüdüler. Ak geldiler güya, gölgelerle karışıp Kara’ya döndüler. Ayakuçlarıyla bastıkları bu verimli topraklarda sinsice gününü beklediler, beslenip serpildiler. Bu gölgeler, nikbin obayı özenle parçalayıp, her düşünü bir zirveye gömdüler; güzeştede gün ışıdığının yollarına pusu kurduğu bu çiğden emenler. Onu aldılar geçmişten bunu verdiler. Nihayet, puslu bir mayıs gecesinde, avını kollayan sarman sessizliğiyle acının ritmini Melen ruhla, ökse vurulmuş aklın yüreğine verdiler. Melen ruhla, ökse vurulmuş akıl, kurt kapanında kalıp öylece seyrettiler, neredeyse çeyrek yüzyıl öylesine umarsız dolanıp durdular ki etraflarında kara kara gölgeler; sonrasında, başlarına örülen bu mahpushanenin ruhlarını koparıp ezen duvarlarından çıkamadılar bir türlü. Geçte olsa bildiler, bu savaşı kaybetmişlerdi çok eylül öncesinden.
Sonrasında firkat, vuslat yoktu artık özgürlükten hüküm giymeden. Bir gün sabah rüzgârlarının ardından, öksüz bırakan o sarışın ruh geldi yine, yağının böğrüne bir hançer gibi saplanıp; ey İzmir’im, Güzelbahçe’m, Güzelyalı’m dedi; yollarına pusu kuranların gölgesine dayayıp yine artlarını, aybastı takıntılar aysar halleriyle, avuçlarında sıkıp yüreklerini öylece baktılar eskisi gibi heybetle, heykel edasıyla donmuşçasına. Yürüdüler adalet için imgelem dünyasında; uzanımı bir nokta, bir anda parlayan ışık kadar kısa ömürde; kör kuyulara döküp içlerini, dünyayı bürümek hayaliyle ve nihayet çınarın uzayan filizleri on bir yeri sardı; her bir yeri sarmak gayretiyle. Birde aydın türküsü tutturdular ki kendi kendilerine, dertleri Çanakkale / Yemen türkülerinde.
Şimdi kim bilir nerede budananarak kıldan ince bıçkıda, kıyılanlar. Onlar ki, acıları ıslak duvarların bıraktığı rutubette kaldılar. Ey kader, ne diyeyim islerde çürümüş kör bir çuvalla bak yine yağılar etraflarını sardılar! Nasıl mı? Tamda yeter bu yalvaç sabır, söğüdün güneşinde uzansın Kayı uzak Asya’dan “haykır be çelebi” özgürlüğümüzdür bu haykırışların, bu haykırışlardadır umutlarımız diyorlar; yitiklerden oldun, rutubetli duvarlar senide aldılar!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.