- 470 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bebeğin Beşiği Çamdan
Sonu görünmeyen kurak tarlaların kenarında oturmuş, uzaklığı seyrediyordu. Güneş en alevli, en kızgın, en sıcak haliyle en tepede duruyordu. Üzerine bir dilim ekmek atsan, onu anında kül edecek kızgın bakır bir tepsi gibiydi güneş. Gırtlağı da kurumuştu bu sıcakta, yeşil otların uzunca olanlarından kopardı bir tane ve dudaklarının arasına sıkıştırıp emmeye başladı. Çok sevdiği bir türkünün ona en çok dokunan dörtlüklerini sıralı sırasız mırıldanmaya başladı:
“Elmalı’dan çıktım yayan
Dayan hey dizlerim dayan
Emmim atlı, dayım yayan
Bebek beni del’eyledi
Yaktı yaktı kül eyledi.”
Bir söylüyor bir susup etrafını dinliyordu. Taşların taşlarla konuştuğu bu yalnızlıkta, kuru otların arasındaki uğultuya kulak veriyordu. Toprağın çatır çatır çatladığını duyuyordu. Ağzındaki otun başını dişleriyle eze eze devam ediyordu türküsüne:
“Ak memeden sütler akar
Kavim kardaş yola bakar
Yasımız obayı yıkar
Bebek beni del’eyledi.”
Tarlaların içinde süzülen ince silüeti gördü ve sustu. Önce gözlerinin ve bu bunaltıcı sıcağın ona bir oyun oynadığını düşündü ve tozlu ellerini mintanıyla silerek gözlerini ovuşturdu. Bir kız çocuğuna benziyordu ve elinde bir güğüm vardı. Otların arkasına sinerek olacakları beklemeye yattı.
Kız çocuğu, genç kız, kadın neyse, onun az ötesinde durdu. Durduğu yer, adamın yeşertmekten umudunu yitirip kendi haline bıraktığı tarlasının tam ortasıydı. Adamın aklına kızı kovmak geldi ama vazgeçti ve ne yapacağını gerçekten merak ediyordu. Kızın elindeki güğüme gitti gözleri, yutkundu. Çok susamıştı. Kız diz çöküp, elindeki bir güğüm suyu tarlanın ortasına döküverdi adamın onu izlediğinden habersiz. Ellerini açıp, başını başını ve bakışlarını göğe kaldırıp dua etti ve geldiği gibi gitti. Adam, gizlendiği yerden kalkıp kızın arkasından baktı ve gittiğine emin olduktan sonra, kızın suyu boca ettiği yere gitti ve o da kız gibi toprağa diz çöktü. Kızın suyu döktüğü yer, sanki hiç su dökülmemiş gibi kupkuruydu. Şaşırmamıştı, bu kuruyup yarılmış toprağa bir güğüm su ne etsindi, hemencecik yeşertip, dal budak mı verdirecekti. Deli kız, diye söylendi içinden. Oturduğu yere geri döndü, yeni bir taze ot kopardı, dişlerinin arasına sıkıştırdı ve türküsünü mırıldanmaya devam etti:
“Kızlar gelin çaydan geçek
Çay bulanık nerden içek
Bebek ölmüş nere gidek
Nenni de nenni de nenni de bebek.”
Bir zamanlar buraların yemyeşil olduğunu hatırladı, o zamanlar insanlar böyle sıska, böyle asık yüzlü değildi. Otlar böyle kuru, ahırlar böyle boş değildi diye geçirdi içinden. Ah kara sıcak ahh! İnsanın yüreğindeki bir tutam umudu bile kurutuyor. Bu kızcağızın da bir tutam umudu kalmış olmalı içerisinde. Ne menem şeyse şu umut denilen mübarek, durup durup delleniyor. Akşam oluyordu, cırcır böcekleri tek tek ötüşür olmuşlardı çalıların içinde, kuşlar yuvalarına dönüyorlardı sürü sürü. Oturduğu yerden kalktı, ağzındaki otu tükürdü. Türküsünü bir ıslığa dönüştürüp yola düştü. Karanlık kulübesinin gaz lambası yakılmayı bekliyordu. Yalnızlığına dost olacak şarkıları içinde saklayan radyosu, bir sevgili gibi beline dolanıp, dudaklarını ıslatacağı gül kırmızısı şarabı onu bekliyordu.
Aynı vakit, aynı yere çömelmiş bekliyordu. Çok geçmeden, uzun boylu kuru otların arasında onu gördü. Aynı dünkü gibi, elinde bir güğümle geliyordu. Sevindi nedense, biraz utandı sevindiğine ama aldırmadı. Bu sefer daha dikkatli izledi kızın hareketlerini ve onu daha belirgin gördü. Bir genç kızdan çok, genç bir kadına benzetti onu. Kadın, elindeki güğümü aynı yere boşalttı ve bu sefer dua etmedi, olduğu yere oturup etrafını seyretti hayran hayran ve ara sıra gülümseyerek. Otların arasına biraz daha saklanmaya çalıştı, onu görmesinden korkuyordu. Ne yöne gittiğimi bile bilmiyorum, ileri mi gidiyorum yoksa geriye mi, belki sağ tarafa döndüm ve belki de sola. Belki de durduğum yerde duruyorum. O bıkkın, bezgin mırıldanan, yorgun ve gülümsemeyen, herkese ve her şeye dargın olan ses. Peşimden geliyor...
Arkamdan bana sesleniyor:
“Kim olduğunu biliyor musun? Pisliksin, ukala, deli, ödlek birisin. Durmadan kendinden kaçıyorsun. Budala!”
Hışımla geri dönüyorum, sinirimi kızdan çıkarmak istiyorum. Tarlanın ortasında diz çökmüş o kızı haşlamak istiyorum. Otların, taşların ve ağaçların arkasında bana konuşan sesi arıyorum. Yok, kızdığımı anladı ve saklandı o lanet ses.
“Kafayı yediğimi düşünüyorsun değil mi?”
Aslında öyle sayılır. Benim bu yaptığımı normal bir insan yapmaz. Kızgın güneşin altında ve tozlu topraklı bir yolda kim böyle aranır? Sahibi olmayan bir sesi kim arar? Ses haklıydı, ben budalanın biriydim. Saçma bir şey benim yaptığım. Niye yapıyorum ki bunları? Gözlerim karanlığa batmış gibiydi. İçimden evime geri dönmek geçiyordu. Kadının karşısında diz çökmüş oturuyordum. İşte şimdi her şey tamam oldu. Kendiliğinden çözüldü her şey. Gözlerime sevgiyle baktı. Sonra toprağı okşamaya başladı.
“Delice bir şey yapıyorum değil mi? Her şeye rağmen inancımı ve umudumu kaybetmemeye direniyorum. Bir ağaç büyütmeyi hayal ediyorum. İnsan hatalarından hiç mi ders almaz? Ben umutsuzluğu kabullenemiyorum. Seni tanıyorum.”
Şaşırdım. Beni nasıl tanıyor olabilirdi ki? Uzaktan yanık ot kokuları geliyordu. Bir tarlayı ateşe vermişti birileri belli. Üzerimizden kara duman bulutları geçiyordu. İkimizin de gözleri yandı. Bir anda orada olma nedenimi unuttuğumu hatırladım. Ben buraya onu azarlamaya gelmiştim. Neden kızmıyorum? Neden ona bağırıp çağırmıyorum. Aklımın bütün kapılarını ve pencerelerini açıyorum. Az önce yolda duyduğum kızgınlık, öfke, kin uçup gidiyor.
Bir göz, bir balık gözü. Dev bir balık gözü, gözün içinde balığın gördükleri var, göz bebeğinde bir çöl var. Çölün ortasında alev almış ağaçlar ve insanlar sağa sola koşuşturuyorlar, tam bir kıyamet sahnesi.
…kadın
yanan tarlaların ortasındaki en güzel çiçek.
“Ben burada en güzel ağaçları büyüteceğim.
Bana inanmadığını biliyorum, bana inanmanı da zaten beklemiyorum. Sen hayallerini yitirmiş bir adamsın. Kuşkusuz güneşini de yitirmişsin ve kendini terk ettiğin evinin boşluğunda evine sığınıyorsun. Ey düş sevmeyen adam! İstemek günah mı?”
Kadının söyledikleri beni büyülemişti. Karşısına diz çöktüm ve ellerini avuçlarıma aldım. Ellerini dudaklarıma götürüp, onlarca kere tekrar tekrar öptüm.
“Bebeğimizin beşiği çamdan olacak. Sana söz veriyorum!”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.