- 849 Okunma
- 6 Yorum
- 3 Beğeni
Eskilerde Köy Yaşamı 1
50-60 yıl öncesinde Anadolu’daki köy yaşamı hemen hemen her yerde aynıydı. Yokluk vardı, yoksulluk vardı. Ama mutluyduk. Ataerkil aileler vardı. Üç-dört kuşak bir aradaydı.
Belli bir yaşın üzerinde olan bizler o dönemleri yaşadık. Kağnı dönemini, karasaban dönemini, öküz, manda ve at koşulduğu dönemleri görenlerimiz var. Onlardan biri de benim.
Kendi köyümüzle ve kendimle ilgili yazdığım bazı yazılar vardı. Bedri Abi (Tokul) bu yazılardan bir kısmını okuyunca “bunları yayınla” dedi. Emir büyük yerden :) Onun önerisine uyarak zaman zaman onları yayınlayacağım.
Aynı tarihlerde Anadolu’nun her yerinde üç aşağı beş yukarı aynı şeyler yaşandı. Yaşanmışlıklarımızdan bazılarını paylaşmak istiyorum.
Çok uzun, sayfalar dolusu olmamasına dikkat edeceğim.
Sağlıklı günler dileklerimle..
***
Bazılarınız bilmeyebilir; eskiden traktör, biçerdöğer falan yoktu. Öküz, kömüş veya at koşulan kağnılar, at arabaları vardı. Ekinler tırpanla biçilirdi. Rahmetli Babam Koca Mıstık’la Hoşafçı’nın üstüne tırpancı yoktu köyde. Biçilen ekinler anadutlarla yığın yapılır, dökülen sapları toplamak için tırmık çekilirdi.
Harmanlar köy önündeydi. Çayır Harman’dan Bağlar’a kadar. Her harmanda bir haymalık olurdu. Haymalığın tabanı ıslatılarak sertleştirilmiş topraktı. İçi tertemiz ve serindi. Küçük bir oda büyüklüğünde. İçine yiyecek, içecek konulur, yemek orada yenilir. Sırayla yorgunluklar haymalıkta giderilirdi. Harman yeri de haymalığın tabanı gibi ıslatılır saman karıştırılan çamuruna loğ çekilir, sertleştirilir, kurumaya bırakılırdı.
Tarladan saplar kağnılarla harman yerine çekilir, düven sürülürdü. Kağnıların öyle bir gıcılaması vardı ki… Kağnının iki tekerini birleştiren mazısı sürekli yağlanırdı. Tozun toprağın içinde düven sürmek, harman aktarmak, yeterince ezilip saman haline gelen sapı yığın yapmak, uygun rüzgarı yakalayıp yabalarla harman savurmak ne zor işti. Ama zevkliydi de. İnsanlar zaman zaman birbirine yardım ederdi, mutlulardı.
Sonra traktör geldi, sonra tek tük biçerdöğerler. Uzun müddet daha tırpan işi devam etti. Etinden, sütünden, yününden faydalanılan hayvanlara saman yapmak için gene birkaç tarla tırpanla biçilir, düvenle saman yapılırdı. Sonra patoz çıktı harman işi kolayladı.
Hiç unutmam; Kıbrıs Barış Harekatı’nda Babamgil Bekirağa dediğimiz tarlada tırpanla ekin biçiyordu. Mehmet Amcam’ın transistörlü pilli radyosu Harekatla ilgili sürekli haber veriyordu. O radyoyu tırpancılara paralel ilerletmek benim görevimdi. Çok önemli bir görevdi çoookkk..
Her evde inek, kömüş, koyun, at, eşek mutlaka bulunurdu. Hepsinden sürüler vardı. Sığır, dana, kömüş, koyun sürüleri. Üç-beş tavuk, culuk, badı vardı her evde. Köy önünde, arpalıklarda herkesin kendi sebzesini yetiştirecek büyüklükte bahçesi olurdu. Domates, biber, patlıcan, fasulye, soğan, patates ekilirdi. Tekke Çayı’nın kıt kanaat suyuyla sulanabildiği kadar sulanırdı. Yumurtaya, sebzeye para verilmezdi. Doğaldı hepsi. Çoğu şeyi kendimiz yetiştirirdik.
Yine buram buram gözümde tüter
Yürüyüp Irmak’tan varsam diyorum
Bahar gelir çiğdem çiçekler biter
Toprağına yüzüm sürsem diyorum..
Bahar gelip Tekke Çayı coşunca
Hasretliği gönlümüzden taşınca
Aydoğan’dan Aculü’ye aşınca
Köyümü oradan görsem diyorum..
Suat Zobu
.
Anadut: Ekin toplama aracı
Badı: Kaz
Culuk: Hindi
Düven: Ekinlerin ezilerek saman ve tane olarak ayrılmasını sağlayan, altında dişli taşlar dizili öküz ya da atlar tarafından çekilen geniş tahta kalas.
Haymalık: Sırıkların konik olarak çatılması ve otlarla açıklıkların kapatılmasıyla oluşturulan, küçük bir kapısı olan gölgelik.
Kömüş: Manda
Senek: Ağaçtan oyulmuş su kabı
Tırpan: Ekin biçme aracı
Yaba: Harmanda kullanılan, parmakları ile ele benzeyen tarım aleti.
Yığın: Biçilen ekinlerin küme küme toplanması
.
YORUMLAR
Suat Zobu
Babanız Büyükbabanız köy yaşamını biliyorlarmış. Yokluk vardı ama insanlar mutluydu. Huzurluydu.
Şimdi çok mu varlıklıyız?
Stres stres.. Yarın endişesi öldürüyor hepimizi. Sıkıntılar malum işte.
Selamlarımla sağlıklı günler dilerim.
Saygımla.
Yazını okuyunca hüzünlendim biraz. Yapılan bir istatistik de köyde yaşayan insanlarımızın oranı % 4-5 gibi düşük bir rakam olmuş, yazık gerçekten. Hani ''Köylü milletin efendisidir.'' düşüncesini biz bir zamanlar kendimize düstur edinmiştik. Yazık etmişiz köylerimize, köylülerimize gerçekten. Sağlık desen köy de idi, insanlık desen köylülerimizde idi... Taze sebze meyve köydeydi... Çok yazık o güzellikleri kaybetmek... Kutlarım içtenlikle...
Suat Zobu
Her ülkede ordu köylü ve sanat sübvanse edilir. Maliyet hesabı yapılmaz. Ama bizde köylü hep ihmal edildi. Hala da öyle. Köylüyü köyünde tutmak gerekirdi. Ürettiği kendine yetmeyince mecburen şehirlerin yolunu tuttu.
Köylüyü köyünde tutmayınca ne oldu?
Şehirlerde altyapı sorunu oluştu. Şehirlerdeki işler mevcutlar+yeni gelenleri doyurmamaya başladı.
Konut açıkları oluştu.
Köylerde ise nitelikli işgücü kalmadı. Genç nüfus bitti. Üretim yapılamaz oldu.
Eskiden derlerdi ki Amerika'da Fransa'da köylü nüfusu %7 falan. Bizde de öyle oldu ama biz hiçbir zaman Fransa olamadık ki. Sanayi gelişmeyi bırak geriledi bile. Ülkenin en büyük ikinci sanayicisi tüm fabrikalarını kapatıp pazarlamaya yöneldi.
İnsanlarımızda gittikçe mutsuzlaştı.
Geriye dönüp bakınca elde var sıfır.
Yazık oldu.
Güzel yorumun katkın için çok teşekkürler sevgili dost.
Selamlarımla sağlıklı günler diliyorum.
Yazınız çok hoşuma gitti, derler ya yüreğinize, kaleminize sağlık. Gerçektende öyle.
Biz köy çocukları olamadık ne yazık ki ama yazın üç ay Şile'de geçerdi çocukluğumuz. Tabi Şile eskiden şimdiki gibi değildi, bakkal yok manav yok, kısacası hiç bir şey yoktu. Evlerimizin hepsi ahşaptan, sabah akşam o bahsettiğiniz kağnı arabalarını beklerdik, neden mi? Tek oyuncağımız oydu çünkü tekerleklerine asılıp üstüne çıkmak. O bize nasıl keyif verirdi aman yarabbim. Kağnının üstündeki adamın sözleri hiç aklımdan çıkmaz;
-İndirmem ha sizi, çalırşırsınız tarlada bütün gün tek guruşda vermem Allahıma. İnin çabuh.
Öküzleri sanki onun sözünden anlıyormuş ne söylese hemen cevap veriyordu. Çocuk aklımızla bir de öküzlerin cevabını beklerdik her seferinde.
-Böö
Hayat mı güzeldi o zamanlar, komşudan alınan yoğurdun, sütün tadı mı?
Yoksa beraber yenilen bir dilim ekmek mi?
Şimdi haftasonları Şile'ye girmek için jandarmadan izin gerekiyor. Pandemi ile ilgili sanmayın, öyle kalabalık olduki, ne köy kaldı ne köylü.
Eskilerin yerinde yeller esiyor.
Saygıyla Efendim.
Suat Zobu
Yalan yoktu, riya yoktu, art niyet yoktu. İnsanlarla ilgili, çocuklarla ilgili kötü düşünceler yoktu. İnsanların malında, namusunda kimsenin gözü olmazdı. Ahlaksızlık yoktu. KAPILARIMIZDA KİLİT YOKTU.
O kağnısına bindiğiniz adamın söylediklerindeki sevecenliğe bakar mısınız "İndirmem ha sizi, çalışırsınız tarlada bütün gün tek guruşda vermem Allahıma. İnin çabuh."
Onun maksadı bulunduğunuz yerden fazla uzaklaşmayın anlamında. Kağnısına bindiğinizden değil. Değilse onun elinde övendere dediğimiz uzun bir çubuk vardır. O çubuğu yapıştırırdı alimallah.
O zamanlar daha güzeldi. Her şey doğaldı. O komşunuzdan aldığınız yoğurt, kapınıza gelen sütçünün sütü, Ayşe teyzenin 2-3 tavuğundan aldığı günlük yumurta.. Hepsi hepsi doğaldı.
Yoktu, yoksulduk ama mutluyduk. Akşam başımızı yastığa koyunca huzurluyduk.
Çok renk kattınız teşekkür ederim. Bundan sonrakileri de okursanız çok sevinirim.
Davidoff
Okuyacağım ve her yazınızada elimden geldikçe yorum yazmaya çalışacağım söz.
Kaleminiz daim olsun.
İyi ki yazdın abim!..
Zaten o günlere geri dönememenin çaresizliğinde kıvranıyorum.
Bazen düşündükçe; ben o günleri yaşadım mı, yoksa bir rüya gördüm, kitap da mı okudum diye ikilemde kalıyorum.
Genelde ayakta sürülürdü ama... Hani o dövenin üzerinde çarpı şeklinde bir oturak olurdu (biz ona eşek derdik) onun verdiği rahatlığı henüz hiç bir koltukta bulamadım. Hele ki sap yığınlarının içinde açtığımız oyuklarda uyuması yok mu?..
Haymalıklardaki o muhteşem serin toprak kokusu!..:((
Acı veren iki şey vardı bana o dönemlerde.
Birisi; hiç sağlam ayakkabımız olmadığı için sürekli ayağımı kesen anızlar,
Diğeri, arpa, mercimek yolarken soyulan ellerimin acısı...
Çenem düştü yine!..
Ama tüm suç senin abim. Öyle derin bir yaraya dokundun ki, kırk beş yılın birikmiş sancısı depreşti göğsümde.
Yine de çok güzeldi bunları hatırlamak sayende.
Nefis bir yazı... Bir çoğu ne demek istediğini anlayamasa da.
Devamını sabırsızlıkla bekleyeceğim.
Yüreğine, kalemine gam değmesin abim.
Selam ve saygılar kardeşinden.
Suat Zobu
Güzel yorumunla büyük katkı sağladın.
Dediğin gibi ayağımızda doğru dürüst ayakkabımız yoktu. Yırtık pırtık. Yada hiç yok. O anızda yürümek. Şimdi bile tüyleri ürperdi. Ekin kökü neyse de bazı otların kalan kısmı. Met damağı verev kesilmiş. Üstüne basınca bükülmez de. Adamın ayağına battı mı alttan girer üstten çıkar alimallah.
O haymalıklar ne kadar serin olurdu hakikaten. Üzerleri bezlerle örtülmüş seneklerdeki, fıçılardaki sular buz gibi.
Analarımızın harmanda yaptığı bulgur aşına kaşık sallamak. Yanında ayran. Hele birde yumruk vurduğun kuru soğan..
Kardeşim biz bu güzellikleri yaşadık. Çocukluğumuz dolu dolu geçti.
Ya şimdiki çocuklar. Bahçeye bile çıkamayan şimdikiler. Elinde bir telefon veya bilgisayar.
Yazık.
Bedri abinin sözünü tutacağız bakalım. Erkeksen tutma. Adamın beylik tabancası belinde. FURUR valla kel.
Selam ve sevgilerimle gözlerinden öperim kardeşim.
Sağlıklı günler.
Evet öyle dedim.
"Yayınla bunları ekmek bakkala gelinceye kadar ne emeklerden geçiyor
bilelim" dedim.
Köroğlu'nun dediği gibi:
"Delikli demir çıktı mertlik bozuldu.
Şimdi de teknoloji arttı, her iş makinalarla yapılır oldu.
Ama dostluk gitti. İnsanlık bitti. Çok kazanma hırsı geldi.
Öyle miydi eskiden.
Belki çok şey kıttı. Ama insanlık boldu.
Sevgi vardı, yardımlaşma vardı, vicdan vardı.
O köylerde Mutluluğun tarifi vardı.
Geçmişini bilmeyenin geleceği yoktur.
Yaz kardeşim bunları hep yaz.
Yaz ki kendime gelelim.
Yazını bir sefer okudum. Bir daha okumadan önce gittim bir havlu aldım
enseme koydum. Kendimi harman yerinde hissettim.
Aman Allahım harman savrulurken çıkan o tozlar nasıl da yakar insanın
ensesini değil mi?
Bu anılarını bence yazmaya devam et.
Güneş tenimizi kavursun.
Yanaklarımız, burnumuz sıcaktan yansın pul pul olsun dökülsün.
Çam bardaklardan göğsümüze döke döke su içelim.
Bir domatesle, haşlanmış bir patates bir yumurtayla karınlarımız doysun.
Ama onları iştahla yiyeyim. Şimdi ki gibi mutluluğu telefonun son modeline
sahip olmakta aramayalım.
Tamam...Tamam... Kesiyorum.
Öpüyorum koca yüreğinden...
Suat Zobu
Bunu derken belindeki beylik tabancasının ucunu da gösterdiğini farketmedim sanma.
Aboo koca 14'lü.
Yüreğim ağzıma geldi.
Bu kel FURUR MURUR dedim.
Yaz oğlum bulaşma şu kele dedim. Olanları elden geçir, olmayanları da yaz dedim. Başa gelen çekilir dedim. Ne yapayım.
Abi sağol.
Ne güzel bir yorum yaptın sağol.
Sizden destek gelirse daha çok yazacağım söz.
Kelden öptüm..
Sağlıklı günler diliyorum..