- 444 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
708 - NEFSİM
Onur BİLGE
“Nefsim,
Biliyorum, bu kentin tüm güzelliklerden ve hatıralarımdan ayrılmak çok zor olacak. Kolay olmayacak seni unutmak ama yine de deneyeceğim. Bu zamana kadar nasıl yandıysam ve dayandıysam, aynı şekilde yanacağım ve sonuna kadar da dayanacağım! Ne kaldı ki zaten şunun şurasında! Yarım asrı çoktan devirdikten sonra… Kalan hayat, öyle de geçer böyle de…
Direnirim isteklerime, sabrederim, yanarım. Ana ana yandım, yana yana da alışırım nasıl olsa sonunda yanmaya. Gidişine dayandığım gibi gidişime de dayanırım. Belki unuturum, ne kadar zorsa da. Belki unutur da huzur bulurum artık. Yoksa son nefesime kadar mahvolurum! Toprağın altında bile kahrolurum!
Gençliğim, ırgatlıktan başka bir işe yaramadı. Ah Nesrin, ah!.. Yaşlılığım beş beter!.. Heder olup gitti güzelim ömrüm, heder…
Keder üstüne keder yüklendi ruhum. Bilmem ki ben seni nasıl unuturum? Nasıl unutur da huzur bulurum? İşte, böyleyken böyle! Açmaz bir durum…
Artık seni gönlümden çıkarmak istiyorum. Ne kadar acı olsa da, ne kadar güç olsa da… Çünkü artık dönmemiz mümkün değildi geriye. Ne ben genç ve dinç olabilirdim, ne zengin, ne de senin dengin…
Ben artık o benlikte değildim. Senin de benim arzu ettiğim kimlikte olman mümkün değil. İmkânsızlıklarda aramış durmuşum mutluluğu yıllarca. Nafile yanmışım ateşlerde, beyhude tüketmişim ömrümü. Bir günümü bari baştan sona mutlu yaşamayı başarabilseydim keşke ama ne çare! Yazan, böyle yazmış benim yazımı! Kundağımı alarak çıkmışım ana evinden!
Sahte bir anısın sen benim için artık. Hayatın, olmazsa olmaz bir yanısın aslında ama gerçekte bir sanısın. Say ki bir anısın, sona yaklaşan ömrümde. Kalın bir romanın sola devrilen tarafında kalan son sayfasısın. Acınası çaresizliğimin kısa bir safhasısın.
Ben çekiştirdim, sürükledim, yaydım aylarıma yıllarıma seni. Sere serpe yatırdım hayatıma boylu boyunca, upuzun uzattım. Oysa bir sahneydi, birlikte oynadığımız piyes. Oysa sahteydi, oyundu, rol icabıydı. Gerçek değildi. Aşk meşk, falan filan, hepsi fasarya… Gerçek olan bir şey vardı aslında… İnsan sürünüyor olsa da yaşar ya…
Bir gün bir yerlerde karşılaşacaktık elbette. Bu ayrılık böyle sürüp gitmeyecekti ya! Bir yerde yüz yüze gelecektik, bitecekti nasıl olsa. Nasıl olacaktı acaba o muhteşem karşılaşma? Hayal etmeye çalışıyordum. Başaramıyordum.
Hayalet gibi gelecektin bana. Çünkü gidişinle ölmüştün ya… Hortlamış olacaktın mutlaka. Umutla bakacaktın yüzüme. Gözlerimde o hayranlığı ve aşkı arayacaktın ama artık neye yarayacaktı! Çünkü iş işten çoktan geçmiş olacaktı. Çoktan gelip geçmiş olacaktın hayatımdan. Artık tam anlamıyla geçmiş olacaktın. Sen çok sevilmeyi değil, nefret edilmeyi seçmiş olacaktın.
Gönül yanmış yanmış ve artık harı geçmiş olacaktı. Geride kalan birkaç köz ucu, birkaç göz ucu, birkaç söz ucu olacaktı. Kalan üç beş kıvılcım, bir yığın kül ve kesif bir duman… Zaman, yaralara merhem olan… Zaman onayan, saran…
Belki bir gün, seni içimde bitirmiş olduğumda gelmiş olacaksın. Bakışacağız haliyle bir zaman… Ne o eski sen olacaksın, ne de ben eski ben… Sensiz kalmışım, sensiz olmuşum, olabilmişim artık ben. Ne sen, göreceğim o sen olacaksın, ne de seni görecek olan ben, o ben… Biz nerde olacağız, bu böyle olunca? Hani biz diye bir kavram vardı ya eskiden?
Yalandan sevinmiş gibi mi yapacağım seni gördüğüm an? “Hoş geldin! Hiç değişmemişsin!” mi diyeceğim? Hiç değişmemiş mi olacaksın gerçekten! “Ne kadar sevindim, seni gördüğüme!” mi diyeceğim, kendimi zorlayarak! Sevinmiş mi olacağım sahiden! Sen özlemiş olsan da özlememiş olsan da fark etmeyecek ki! “Ne kadar özledim seni, ne kadar!..” desen de asla inanmayacağım ki zaten.
Ömrümün bir anı vardı çerçevelenesi, hayatımın ortasına asılası… Ömrümün mutlu tek anı vardı, defalarca belleğimde yaşatarak avunduğum… Sende beni, bende seni bulduğum bir anı… Her şeyi unutmuş olabilirim belki ama her dem taptaze kalmalı o anı!
“Kimin kimsen var mı arkanda?” diye sorduğum sorunun “Sen varsın!..” şeklindeki yanıtı…
Hani ben vardım ya senin için o güzel zamanlarda… Hani yalnız ve ancak ben vardım ya senin için herkesin bittiği dünyanda… Ne oldu sonra bana? Ne yaptım da yok oldum o isyankâr dünyanda? Sonra nasıl da birdenbire yok oldum? Öldüm mü yani nasıl kayboldum? Neden varlık âleminden silindim de el bilindim?
Sen benden gittin. Ben senden gittim. Fakat bu elden gitmeden bitmeyecek bu hesaplaşma. Onun için yol göründü bana yavaştan. Yeni baştan başlamalıyım kalan hayata. Artık ne kadar kaldıysa…
“Olacak, göreceksin! Zamanla olacak. Zaman en etkili ilaçtır.” diyordu Kaptan.
“Unutamıyorum!..” diyordum, ciğerim sökülürcesine yerinden!
“Fakat sen, onu sevmeyi seviyorsun. Gerçekten unutmak istemiyorsun ki! Onun için unutamıyorsun. Unutmak istediğini sadece dilin diyor. İçin unutmak istemiyor ki! Gerçekten unutmayı aklına koyarsan, işte o zaman unutursun! Beyin müdür! Emri veren o! Tabi olan gönlün… Ruhun… Yani sen… Olur, gerçekten istersen!” diyor.
“Neden unutmak istemiyorum o zaman? Bir de onu anlatsan…”
“Çünkü o senin elinde kalan son kozun… O yok olup giderse hayatından, hayatın boşalır. O silinir giderse hayalinden, kalbin boş kalır. “Yaşamanın anlamı o! Hayatın tadı o! Bir daha yeri doldurulamaz artık Necmettin!” diyor akıl hocan sana. Sen de ona inanıyorsun. Onun için onu hayatında, onu hayalinde, onu kalbinde saklıyorsun. Sana kimsenin bir şey yaptığı ettiği yok. Bunu kendine sen yapıyorsun.”
Ah, akılsız kafam! Aptal kafam!.. İnsanın kendine ettiğini kimse edemezmiş! Yedi düvel bir araya gelse edemezdi benim kendime ettiğimi!
Acaba müdür, gülmüş müdür halime? Başka bir müdür mü tayin etsem yerine? Yoksa dua mı etsem ben yine?
“Ya Rab! Beni kendi feylime bırakma!..” diye diye…
“Nefsin, senin en büyük düşmanındır!” sözü, bana bizim Bilge’den hediye…
Nefsim mürşit olmuş, ben garip mürit… Garip, onun için bu kadar muzdarip!
Mürit”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 708