- 720 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
705 - ÖZLEM
Onur BİLGE
“Özlem,
Sen hiç ben olmadın ki benim ne durumda olduğumu nereden bileceksin! Tut ki sen bensin, ben de senim… Sen burada benim hayatımı yaşıyorsun, ben de senin… Yani o senin kuzeninin yanında olan benim… Bir düşün bakalım, buna nasıl katlanırdın!
Sen ben olsaydın, aynı duygu ve düşünceler içinde, ben de sen… Çok değil, yalnız bir gün böyle olsaydık, acaba kendini nasıl hissedecektin! Aniden merhabayı kesseydim mesela. Onca samimiyetten sonra böyle aniden… Eğer sen benim yerimde olsaydın, o çok sevdiğini, gözünden esirgediğini başkalarıyla paylaşır mıydın?
Tut ki ruhun hapiste, gün güneş görmüyorsun… Benim yerimde ol haydi! Sen burada kal, ben orda burda şurda, onunla bununla… Ne kadar sabredersin acaba?
Senin yaptıklarına katlanabilmem için benim bir şey yapmam lazım. Dayanılır gibi değil! Çevre edinmem lazım mesela. Toplantılar, gezmeler, yemekler… Arkadaşlar, yandaşlar, yoldaşlar… Aynen senin yaptığın gibi… O zaman eşitlenir terazin kefeleri. Öyle olursa önemsizleşirsin belki. Değerin azalır. Yakınlık azalır. O zaman bu kadar kahrolmam belki sen öyle yapıyorsun diye. Ne ilgilenirim seninle, ne de karşılık beklerim ilgime.
Ben gezme tozma, para pul, yiyecek içecek, hiçbir şey istemiyordum ki senden, sadece arkadaşım olmanı ve hep öyle kalmanı istiyordum. Benim için var olduğunu hissettirmeni istiyordum, o kadar! Bağ bahçe bağışlayacak değildin ya!
“Sen varsın!” demiştin, bir zamanlar bana. Senin için benim varlığım ne kadar önemliydiyse, benim için senin varlığın da o kadar önemliydi. Sen vardın benim için. Yaşama sevincimdin.
Fakat sen onu bana hissettirmek istemedin son zamanlarda. Beni dışladın. Hayatından çıkardın. Çözümsüz bir bilmece haline geldi gidişatın. O senin suçundu. Benim değil… Çok uğraştırdın beni. Çok yordun.
Benim sevdiklerim çok değerli oluyor benim için. Kocaman, gökyüzü kadar… Dünyamı kaplıyorlar, başkalarına yer kalmıyor. En yakınlarımı dahi istemiyor, onu istiyorum. Galiba çok yanlış yapıyorum. Fakat ben başka türlü bir seme şekli bilmiyorum.
Sensiz olamadığım için içiyordum. Sızıp kalmak için… Sırf vakit çabuk geçsin diye. Bir sonraki telefon görüşmesini iple çekiyordum. Sonrasında çalışmaya verdim kendimi. Deli gibi çalıştım, çok yordum bedenimi. Kendimi yatağa attığım gibi uyuyuvermek için.
Sensizliğe dayanamadığım içindi uykulara kaçım. Tahammül edilemez bir iç sıkıntısındandı. Şimdilerde Allah’a kaçıyorum. İçim sıkılınsa Allah’la konuşuyorum. “Dua etmek, Allah’la konuşmaktır. Sen konuşursun, O dinler!” diyor Kaptan. “Kur’an okumak da öyle… O zaman da Allah konuşur, sen dinlersin!”
İkisini de yapıyorum, daraldığım zamanlarda. O benim için hep var! Beni hiç yalnız bırakmıyor. Kimsenin olmadığı zamanlarda da var. O hep var!
Bir kenara atmıyor beni. Hiçbir yere gitmiyor. Her an O’nunla olmaya çalışıyorum. O’nunla olduğumda, O’nun da benimle olduğunu hissediyor, çok mutlu oluyorum.
Bana benden yakın… Dışlamıyor da… “Daha düne kadar inkârcının başta geleniydin!” de demiyor. Bana kendimi, henüz doğmuşum, hiç günah işlememişim gibi hissettiriyor.
Bir O’na bakıyorum bir kullarına... Hepsi kusurlu, eksik, bir O mükemmel! Diyorum ki: “Kulların böyle işte! Hepsi yerinde kalsın!”
Güneş bildiği gibi doğsun, gezsin, batsın… Ay dilediği gibi… Yıldızlar toplantı yapsın. Ebu Zer, yalnız gelmiş, yalnız gider.
Ben senin hayatında olmayacağım artık ama sen benim hayatımda öyle ya da böyle hep olacaksın ama bunu hiç bilmeyeceksin. “İnşallah ahrette de komşu oluruz!” diyeceğim ama ben oradaki yerimi bilmiyorum. Ancak senin için nerede ve ne kadar yer kapladığımın artık çok iyi billiyorum.
Ne kadarcık yerim var ki koca dünyada! Bir iskemle, bir tabure üstü kadar… Mesela odamda, şu yattığım somyanın yarısını kaplıyorum. Oraya kıvrılıyorum. Kabirde de bu kadarcık bir yer işgal edeceğim. O da bir süreliğine… Sonra hiç olacağım. Yere de gerek kalmayacak. Onun için etrafı çevrili mezar istemiyorum. Orada öyle bıraktıkları gibi ayaklarımı uzatıp yatacak, öylece kalacak değilim.
Senin fikriyatın belli… Değişmezsin. Benim de kimseyi değiştirmeye çalışacak halim yok. Bana hep beklemek yazılmıştı, sana hep gitmek… Şimdi artık tersi olmalı! Sana beklemek yazılmaz. Ne yazılır bilmiyorum ama “Bana gitmek yazılsa!” diyorum.
İzmir’deyken, telefonda arada sırada beni çok özlediğini söylüyordun. İnandığımı mı sanıyorsun! Özlemek ne demek benim hayatımda, biliyor musun? Bir dakika aklından çıkarmamak demek! Bir gün, yarım gün bile ayrı kalmaya dayanamamak demek! Her gün telefon açıyor olmana rağmen beni unutmadığına şaşmak lazımdı!
Epeyce vefalıymışsın! Ayıp olmasın diye geldin ya bir kez beni görmeye! Hep işin vardır şimdilerde de. Hiç vaktin yoktur, geçmişi düşünmeye bile. Yani aklına bile gelmez o günler. Belki de nefret ediyorsundur artık benden. Hatırlamak istemiyorsundur. Aklına geldiğimde canın sıkılıyordur: “Nerden hatırladım yine!” söyleniyorsundur. Hemen başka şeyler ya da kişiler getirmeye çalışıyorsundur aklına.
Özlem, zamanla sınırlı değildir ki! Her an zonklar yara gibi. Özleyen gidemez ki! Baş edemez ki hasretle! Belki benim hissettiğim, sevginin başka bir çeşididir.
Uzaklaşmak istiyorum buralardan. Bir daha da buralara ayak basmamak… Gitmek, haritada seçilen bir yere ve asla dönmemek… Ne olursa olsun, orada kalmak… Uzaklaşmak istiyorum Antalya’dan. Uzaklaşmak…
Sevmek, özlemek, beklemek… Ayrılık, hep ayrılık… Çoğu şiirin teması, âşıkların yazgısı… Hayatımın özeti…
Mesafeler… Mesafeler…
Tükenen”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 705