- 234 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAZILANI MI YAŞIYORSUN YAŞADIKLARIN MI YAZILDI?
İnsan özgür değildir. Seçim yapamaz. Külli irade varsa, cüz-i irade yoktur. Cüz-i irade varsa, külli irade yoktur. Kader varsa imtihan olmazsın. İmtihan, seçme özgürlüğüdür. Oysa kader var. Sorular ve sorulara vereceğin cevaplar belli. Seçim senin adına yapıldı, sen seçmedin ama. Yürüyeceğin yol, yolda kaç adım atacağın, sen ve yol daha yokken bir kitaba yazıldı. Ve her şey kitaba uygun olarak yaratıldı ve bitti. Sonuç belli. Değiştirebileceğin bir şey yok. Değiştirme gücünün olabilmesi için, önce gücünün olması lazım. Hâlbuki ağzından çıkacak her harf dahî takdir edildi.
Şu an yaşananın, geçmiş zamanda olmuşların ve gelecekte olacakların, zamandaki her anın ve yaratılan her mekândaki bütün varlıkların, bütün eylem ve düşünceleri daha kendileri hayat sahnesine çıkmadan, varlık âlemine yansımadan önce, Allah’ın dilemesiyle Levh-i Mahfûz’da (korunmuş levha) mevcuttur.
Beşer, kaderde kendisi için Allah tarafından takdir edilen hayatı yaşar. Bu konuda bir seçim hakkına sahip değildir. İnsan ve cin; bedenini, ailesini, yaşadığı zaman dilimini, milletini bilinçli olarak seçemez. Var olan her şeyin kaderi Allah’ın kontrolündedir. Bir yaprak da ağaçtan Allah’ın dilemesi ile düşer…
Gelenekçiler, yazılan ayetlere muhalif yanlış bir kader anlayışına sahipler. Allah’ın, sonsuz ilmiyle kullarının neler yapacağını bildiğini, bunları “Levh-i Mahfûz”a yazdığını iddia ediyorlar. Bu durumda (Allah’ı tenzih ederiz), Allah edilgen, kulları ise hâşâ etken olmuş oluyor. Kullarının fiillerinden etkilenen ve onların eylemlerinin, yaptıkları seçimlerin sonuçlarına göre varlığı yaratan, idare eden, Allah olamaz.
Gelenekçilere göre kul istemekte, yapmakta, tasarlamakta ve Allah da kullarının istediklerini, dilediklerini, seçimlerini yaratmaktadır.
Kur’an’a göre ise tek fail, Allah’tır. Kullarının fiillerini yaratmadan önce kader kitabına yazan, dilediği zaman o fiili yaratan Allah’tır. Aksi düşünüldüğünde, kullar kendi kaderlerini belirlemiş, Allah ise, bu yaşanacak olanları, yaşanmadan önce yazmış olur. Hâşâ! Bu, “Allah kullarına tabidir” demektir. Gelenekçiler bilmeyerek de olsa, kullarının fiillerinden etkilenen, bundan dolayı, kader kitabını kullarının yaptıkları seçimlere göre yazan, edilgen olan, kullarının gelecek zamandaki fiillerinden etkilenen Allah’tır diyorlar (Allah’ı tenzih ederiz)
. Kuran’da, insanların her türlü eyleminin Allah’ın dilemesiyle gerçekleştiği ve Allah’ın var etmesiyle meydana geldiği bildirilmektedir. İnsanların eylemlerini yaratan, Allah’tır.
“Oysa sizi de yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” ( Saffat Suresi 96)
“Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta olmasın.” (Hadid 22)
“Gaybın anahtarları O’nun Katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Enam 59)
“Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. “ (Hadid 22-23)
İnsan, Allah’ın kendisi için takdir ettiği yazgıyı, yani yazılanı mı yaşıyor, yoksa Allah, insanın özgür iradesini kullanarak yaşayacaklarını, olacakları -daha hiçbir insan yokken- sonsuz ilmiyle bildiği için mi, olacak her şeyi Levh-i Mahfûz yazmış?
Gelenekçilerin yanlış kader tasavvurunu değerlendirince Allah’ın Rab ve İlahlık sıfatlarını gerçek mânâsıyla kavrayamadıklarına şahit oluyoruz.
Bu sakıncalı mantığı ve garip bakış açısını daha açık anlatabiliriz. Gelenekçiler; Allah’ın, bizim yaptıklarımızdan etkilendiğini, bu etkinin neticesinde de kaderi yazdığını söylüyorlar. Seçimi insan yapıyor, insan bir hayat yaşıyorsa; bu durumda, aslında kaderin yazılmasının anlamı kalmıyor. Allah, bizim seçimlerimizi neden kayıt altına alsın? İnsan, seçim yapabiliyor ve cüz-i iradesini kullanabiliyorsa, kader kitabının yazılı olarak bulunmasının bir anlamı olabilir mi? Şöyle düşünelim: Biz, Levh-i Mahfûz’da ne yazdığını bilmiyoruz. Ama Allah, ne yapacağımızı biliyor ve bunu Levh-i Mahfûz’da kayıt altına alıyor. Kaderimizi, biz yaptığımız seçimlerle şekillendiriyoruz ve Allah, sadece olmadan önce biliyor ve yazıyor. Ancak, bu tezin hiçbir anlamı yok. Allah, olacak olanı zaten biliyorsa ve biz bilmiyorsak Levh-i Mahfûz kitabının yazılmasının nedeni ne? Bizim, içeriğini bilmediğimiz bir kitabın bize bir faydası veya zararı yok. Nasıl olsa neticede kitabı bilmiyoruz. Allah, bütün eksik sıfatlardan münezzehtir. Levh-i Mahfûz kitabını takdir etmesinin Allah’a bir faydası olmayacağı ise aşikârdır; çünkü Allah’ın kullarına veya her hangi bir şeye ihtiyacı yok. Dolayısıyla, cüz-i irade merkezli düşüncede, Levh-i Mahfuz’da kaderin yazılı olmasının hiçbir anlamı kalmıyor.
Gelenekçiler, Allah’ın geleceğini bildiğini, asıl üzerinde durulması gereken konunun bu olduğunu söylerler. Allah’ın geçmiş ve geleceğini bildiğine iman etmek için, yaptıklarımızın ve yaşayacaklarımızın yazıldığı ama bizim içeriğini hiç bilmediğimiz bir kitap olduğunu bilmemiz gerekiyor mu? Levh-i Mahfûz olmasaydı aksini mi düşünecektik? Allah’ın bir ismi; Muhit. Allah, her şeyi ilmiyle kuşatmış; bunu biliyoruz. Mümin, bu gerçeğe zaten iman eder. Ama Levh-i Mahfûz insanlara bildirilmesinin gerçek ve asıl hikmeti ne?
Her şeyin önceden takdir edildiği bilinir ve buna iman edilirse, bu bakış açısı çok güzel ahlakî meyveler veriyor: Tevekkül ve teslimiyet, Allah’a duyulan sonsuz güven…
“Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız.” (Hadid 22-23)
Kaderi bilen ve kadere iman eden, olumsuz gibi gözüken olaylara şahit olunca üzülmüyor, nimet lütfedildiğinde de şımarmıyor; çünkü nimetin kaynağının kendi çabası olduğunu düşünmüyor. Enaniyet yaparak kendine bir benlik vererek kibirlenmiyor. Başarısını üstüne almıyor. Büyüklenmiyor. Kendini Allah’a bırakıyor. Varlığı başıboş görmüyor. Kaos ve karmaşa yerine intizam, uyum ve hikmet görüyor. Allah’ın sanatını takdir ediyor. Sürekli olarak ben, ben, ben… demiyor. Güzel olan her şeyi Allah’tan biliyor ve nefsinde geçiyor ve benliğinden sıyrılıyor, şirkten arınıyor.
Kaderi düşünmeyen insan ise, hayatın bütün yükünü sırtına alıp taşımaya çalışıyor ve bunun sonucunda beli kırk yerden kırılıyor. Manevi felçli olarak ruhunu yaslayacak dayanak arıyor; ama bulamıyor. Bir üzülüyor, bir seviniyor. Rızık endişesi, sevdiklerini kaybetme korkusu, sürekli birilerinin ilgisine ve sevgisine muhtaç olma hissi… Hastalanma ve yaşlanma korkusu. Kaderi düşünmediği ve iman etmediği için dünya üstüne üstüne geliyor. Oysa kadere iman etse Allah’ın her şeyi hayır ve hikmetle yarattığını bilecek ve buna şahit olacak; sonrasında da huzurlu bir hayat sürecek.
Tabi, şu gerçeği aklımızdan çıkaramayız: Kadere iman etmek insan için hayati bir konu; ama kaderinde, kaderin varlığına iman etmesi dilenmiş olan, kaderin varlığına iman edecek!
Allah, dünya hayatı senaryosunu yazmış, rolleri, senaryodaki replikleri takdir etmiştir. Kimse bu senaryonun dışına çıkamaz. Başta yazdığım ve seçim yapamadığımız hususlar, kader konusunun anlaşılmasına kapı açan anahtarlar hükmünde ve kader konusundaki tefekkürün derinleştirilebilmesine yardımcı olabilecek, kimsenin inkâr edemeyeceği gerçekler.
Eğer, gelenekçiler gibi düşünürsek, gerçek anlamda dünya hayatı senaryosunu da insan yazmaktadır. İnsan, dünya hayatını tasarlamakta ve eylemleriyle şekillendirmektedir. İnsan kendini tek etken, yapan, idare eden olarak tanımlamakta; hâşâ Allah’tan da (Allah’ı tenzih ederiz) olan biteni, ahirette adil bir biçimde değerlendirmesini beklemektedir. Bu durumda beşer, kendini tek fail konumuna sokmaktadır. Allah, kullarının nasıl yaşamaları gerektiğine dair hükümleri resulleri aracılığıyla kullarına bildirmekte, kulları da din konusundaki tercihlerini ortaya koymaktadır. Sonra, mahşerde Allah’a hesap vereceklerdir. Gelenekçiler bu tezi öne sürüyorlar. Gerçekten böyle bir şey var mı? İnsan seçim yapabiliyor mu? Resuller seçim yapabilmişler mi?
“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Dilediğini Kendi rahmetine sokar. Zalimlere ise, onlar için acı bir azap hazırlamıştır. “ (İnsan 30-31)
“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi 30)
İnsan, bir şey yapar. Bir eylemde bulunur. Bir şey düşünür. Bir şey diler. İşte, Allah, bu dilediğimizi zannettiğimiz şeyi dileyenin gerçekte kendisinin olduğunu bize bildiriyor. Allah, diliyor ve biz de yaşıyoruz. Yaşadıklarımız, Allah’ın diledikleri. Dilediklerimiz, gerçekte Allah’ın bizim için diledikleri. Allah, hiçbir şey yokken olacak olan her şeyi dilemiş, olacak olanlar aslında yaşanmış ve bitmiş ve bunları hepsini daha olmadan önce kader kitabına yazmış. Kur’an okunurken dikkat edilirse bu gerçek görülebilir. Mahşer meydanındaki konuşmalar, cennetliklerin cehennemliklerle ve kendi aralarındaki konuşmaları, ölüm sonrası olaylar… Hepsi yaşanmış ve bitmiş olaylar olarak anlatılıyor.
“Hiç şüphesiz, Biz her şeyi kader ile yarattık” (Kamer 49)
Bir insanın kaderi anlamaması da kaderidir. Kader lehine ve aleyhine yaptığı her konuşma, kaderinde Allah’ın ezelden takdir ettiği konuşmadır. Kurduğu cümledeki kelimeleri ne şekilde kullanacağını da, Allah takdir etmiştir.
“Dediler ki: ’Her şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu.” (Fussilet 21)
İman etmek bir insanın hayatındaki en önemi şeydir. Bir insan için bundan daha önemli hiçbir şey yoktur, olamaz da. Çünkü sonsuz hayatında yaşayacağı mekân, dünya hayatındaki inanışına ve inandığı şeyi yaşayışına göre belirlenecek. İnsan, iradesini kullanarak iman edebilir mi? İnsanın hayatındaki en önemi konuda seçim hakkı var mı?
“Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkânı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar.” (Yunus 100)
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi. Öyleyse, onlar mü’min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?” (Yunus 99)
Hiçbir insan kendisine fayda verecek veya zarar verecek bir şey yapamaz. Bu kuralın istinası olan hiçbir beşer yoktur; Allah’ın Resulü dahi seçim yapamamıştır.
“De ki: "Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiç bir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim." (Araf 188)
Cüz-i irade varsa, kader yoktur. Kader varsa, cüz-i irade yoktur. Gelenekçiler ise, hem Cüz-i irade, hem külli irade, hem de kader vardır, diyorlar. Kader konusunu kavrayamadıkları (kaderlerinden kader konusunu kavramak ve anlamak yok !) için birbirleriyle hiçbir zaman bir anlam bütünlüğü oluşturamayacak kavramları, bir arada kullanarak kader konusunu anlatmaya çalışmışlar ve bu nedenle çok büyük bir fikirsel tutarsızlık sergilemişlerdir. Sonuç olarak tek fail; Allah’tır ve her şey kaderdir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.