16
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
1521
Okunma
Annem bir gün:
“Baban yarın sabah ’O nu Mevlüt Ustanın yanına götüreceğim, hazır olsun’ diyor oğlum.”
Gittik Mevlüt Ustanın marangoz atölyesine.
Babam:
“Mevlüt Usta sana söylediğim oğlum bu, eti senin kemiği benim. Bundan sonrası sana kalmış.”
Günlerce çalıştım Mevlüt ustanın marangoz atölyesinde. Makinaların altından talaşlar süpürdüm.
Ne dedilerse yaptım. Çarşıdan aldığı yiyecekleri kamış sepete doldurup benimle evine gönderiyordu. Kara kuru karısı boş sepeti verip kapıyı yüzüme çarpıyordu. Hiç bir zaman “Sağ ol, eline sağlık” demedi Yapılan masalara, sehpalara ispirtoyla yumuşatılmış gomalak cilası sürdüm. Karşı plakçı dükkânında o günlerde çok dinlenen Muzaffer Akgün’ün –KIŞLALAR DOLDU BU GÜN DOLDU BOŞALDI BU GÜN- uzun havası çalıyordu. Ağlıyordum. Gözyaşlarım yaptığım kurumamış cilanın üzerine dökülüyor, yıldız gibi açılıp, iz bırakıyordu. Usta görmesin diye korkuyla, telaşla o izi kapatmak için çaba harcıyordum.
Bir Gün KUŞ BEKİR başlıklı yazımda anlattığım postacı amcam geldi atölyeye. Beni görünce el etti yanına gitmek için koştum. Mevlüt usta:
“Nereye lan”
“Amcam çağırıyor beni Usta”
“Amcan da olsa benden izin alacaksın.”
Amcama “Senin soyadını taşıyan birine telgraf var ”demişler.
Telgrafta benim ismimi görünce; “O benim yeğenimdir. Verin bana ben götüreyim” demiş.
“Sana bir müjdem var.”
Heyecanlandım:
“Beni işçi bulma kurumundan mı aradılar amca?
“Daha önemli. Seni Astsubay okuluna tekrar çağırıyorlar. Aldığım telgrafı, ellerim titreyerek okudum.
KOMUTANLIK EMRİYLE OKULA KAYDINIZ YAPILACAKTIR. ACELE GELİN.
Döndüm Mevlüt Ustaya. Sert bir şekilde:
“Mevlüt Usta bana hep sövüyordun ya. Ben de senin…”
Şaşırdı. Beni yakalamak için koştu. Amcam tuttu onu. Ben kaçtım.
“Yarın baban elinden tutup seni getirince o zaman sorarım ben sana.”
Eve geldiğimde babam uyuyordu. Gece bekçisi olduğu için gündüzleri uyurdu.
Uyuyan babanın bir uyandırma şekli vardır. Yumuşak sesle, ufak dokunuşlarla. Öyle yapmadım.
Sertçe dürttüm. Bağırdım:
“Kalk baba kalkk”
Telaşla gözlerini açtı:
“Ne oluyor…?”
Elimde ki telgrafı uzattım. Biliyordum okuryazar olmadığını:
“Al oku. Bana sen kim bilir ne halt ettin de, seni okuldan attılar diyordun. Beni tekrar Astsubay okulundan çağırıyorlar.”
Okudum elimdeki telgrafı. Kollarını başının altına aldı. Bir süre düşündü.
Sonra mavi gözlerinden iki damla yaş süzüldü:
“Kusuruma bakma oğul. Seni çok üzdüm. Eğer torpil askeriyeye de girdiyse tuz da kokmuş demek ki. Amcanlara haber ver akşam bize gelsinler. Ben de gidip bu gece için izin alayım.”
Bu sefer de babamın bu hali üzdü beni. O na kaba davrandığıma pişman oldum.
Akşam amcamlar geldiler. Bana bir sürü nasihatten sonra, gitmek için kalktıklarında peşlerinden gittim.
“Amca bana yirmi lira ver. Astsubay olunca sana elli lira olarak ödeyeyim.”
Yüzünü astı. Çıt çıtlı cüzdanından iki onluk çıkartıp verdi.
“Bu para batmasına battı ya, hadi neyse…” Dedi.
O Amcam bakkaldı. Onda her zaman para olurdu. Aslında babamın amcamı çağırma nedeni para sorununu halletmek içindi. Amcam -bir şeye ihtiyacınız var mı- dememiş, babamda gururuna yedirip isteyememişti.
Ben eve girince:
“Baba amcam bana yirmi lira verdi. Harçlık yaparsın dedi.” Dedim. Biliyordum babamın bana verecek fazla parasının olmadığını.
Eskişehir’de okula geldim. Kaydımı yaptılar. Askeri teçhizat, elbise verdiler.
Bizi okuldan gönderdikten sonra niye geri çağırmışlardı? Ankaralı kader arkadaşım anlattı:
“Birkaç sefer Hava Kuvvetleri karargâhına gittim. Komutanla görüşmek istediğimi söyledim. Kabul etmediler. Günlerce karargâhın önünde Komutanın çıkmasını bekledim. Bir gün denk geldi. Arabasının önüne atlamak isterken korumaları beni tuttular. Komutan gördü. Aracını durdurup indi. “Bırakın çocuğu, Derdi ne imiş gelsin bakalım” Ağlayarak olanları anlattım.
”Ben diğer çocukların araştırmasını yapıp, okula kaydedin dedim. Ama bazılarını da atın demedim. Senin de, diğer arkadaşlarının da okula kaydı yapılacaktır. Hiç merak etme”
Yirmi altı kişi minnet borçluyuz o arkadaşımıza.
İki zorlu yıldan sonra 30 Ağustos 1968 de astsubay naspedildim. İlk tayinim Kayseri ’ye çıktı. Ablam da PTT ’de memur oldu.
Annemizi, babamızı alarak, ablamla birlikte Kayseri’ye yerleştik. İlk maaşımı kuruşuna kadar babamın eline saydım. Çok mutlu oldu:
“Hanım çekmeyince Mut’a erilmiyormuş meğer. Allahlımıza bin şükürler olsun. Çocuklar yetişti. Sıkıntılarımız da bitti.” dedi gözleri nemli.
Yirmi yaşımda evlendirdiler beni. Yirmi bir yaşımda bir kızım, 25 yaşımda bir oğlum oldu. Oğlum oldu diye kutu kutu çikolata dağıttım. Daha sonra bir kızım daha oldu. Çocuklarımın üçü de evli, üçünün de tencereleri kaynıyor çok şükür.
Acısıyla tatlısıyla geçen 30 yılın sonunda,1996 yılında emekli oldum.
Dört torunum var. Üçü erkek, biri kız. Yakınlarımdan bir abim, bir de ablam kaldı. Allah onlara uzun ömürler versin.
Evlendim olmazsa olmaz sanarak
Anasının dizinin dibindeki bir kızla
Çocuklarımız oldu.
Palazlandılar ellerine el verdik
Uçurduk
Onlar şimdi başka yuvalarda
Nefesim sayılı
Saatler göz açıp kapamada
Ömür bitti bitiyor
Ölümün eli kulağında
Gözüm yollarda bekliyorum.
Gelecek emanetin almaya
İstemesem de tutacak elimden
Vakit tamam diyecek haydi
Giderken dönüp bakacağım geriye
Hepsi bu kadar mıydı sanki
Yaşayıp gidiyordum şunun şurasında
Vasiyetim var. Vakti saati geldiğinde, üç erkek torunum koysun beni mezara.
Çok uzattım biliyorum. İnsan yaşadıklarını yazmaya kalkışınca o günleri yeniden yaşıyor, kalemi durduramıyorsun.
SAYGILARIMLA…