- 272 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ÇEMBERDEKİ KARINCA
Romanları kadar gazete yazıları, siyasal yaşamını ve edebiyatçıları anlattığı anıları da yakın tarihimiz açısından önemli tanıklıklar oluşturan Yakup Kadri Karaosmanoğlu 1889’da Kahire’de doğdu. Önceleri Yunan ve Latin kaynaklarına dayanan mistik bir anlayışla yazıyordu. Bu yüzden de, 1911’deki ’’Genç Kalemler’’ ’in dil bildirgesine ilk karşı çıkanlardan biri oldu. Ne var ki, Birinci Dünya Savaşı sürecindeTürkiye’nin içine yuvarlandığı parçalanma tehlikesini görüp kendisini ilk değiştirenlerden biri de odur. Dilde akıcı bir Türkçe’ye yönelirken, konularında da gerçekçi bir çizgi izlemeye başladı. Bui siyasi tutumuna da yansıyacaktır. İşgal altındaki İstanbul’da ’’İkdam’’da Anadolu’daki mücadeleyi destekleyen yazılar yazar.
1921’de Anadolu’ya çağrılan Yakup Kadri, görevli olarak Kütahya, Simav, Gediz, Eskişehir ve Sakarya yörelerini dolaştı. Sakarya Savaşı’ndan sonra kurulan ’’Tetkiki Mezalim Heyeti’nde yer aldı ve Porsuk Çayı kıyılarında, Haymana ve Sivrihisar’da Yunan mezalimini inceledi. ’’Yaban’’ bu günlerdeki gözlemlerinin ürünüdür. Yakup Kadri, sırayla Tiran, Prag, Lahey, Bern ve Tahran elçiliklerinde bulundu. Ulus gazetesinin başyazarlığını yaptı. 1961’de Manisa’dan milletvekili seçildi.
Yakup Kadri’nin romanları, Sultan Abdülaziz döneminden Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar uzanan bir tarihsel sıra izleyerek gerçekçi bir çizgide gelişir.’’Kiralık Konak’’ta Tanzimat’tan sonra değişen toplumsal koşullarda kuşaklar arasındaki çelişkilere,’’Hüküm Gecesi’’nde 1908 devrimi sonrasındaki iktidar çekişmelerine tanık oluruz. Enver Paşa’dan Talat Paşa’ya, Ziya Gökalp’ten Ali Kemal’e kadar bir çok gerçek kişi ve olayı yaşarız. En önemli romanlarından ’’Sodom ve Gomore’’de, mütareke İstanbul’daki işbirlikçi burjuva çevrelerini, bireysel ve toplumsal ahlaki yozlaşma içinde, olanca çıplaklığıyla anlatmıştır. Yazarın, Tevrat’ta geçen bir efsaneye de gönderme yapan romanı, 30 Ağustos’ta, ’’Anadolu’dan gelen top sesleri’’ altında son bulur. ’’Yaban’’da aydının toplumdan kopukluğu ve yalnız kalışını sorgular. Bir tekke şeyfi ve çevresinin anlatıldığı ’’Nur Baba’’ ise tekke ve zaviyeler üzerine yazılmış, bugün de geçerli gözlemlere dayalı bir uyarıdır. Bir sıralama yapmak gerekirse, buraya kadarı Cumhuriyet öncesi dönemini ele alan romanlardır. Cumhuriyet döneminden sonrayı konu edinen bir tür ütopya-roman diyebileceğimiz ’’Anlara’’ ise, ’’Yaban’’daki toplumdan kopuk, yalnız aydına çıkış yolu arayışıdır. İki ciltlik ’’Panorama’’ bir çok yönden ’’Ankara’’nın devamı da sayılabilecek, ama daha çok da, bugünü taa o zamanlardan gören bir başka uyarıdır.
Tarihsel sıralama bakunundan Yakup Kadri romanının en başlarında yer alan yapıtlardan biri de, hiç kuşkusuz, ’’Bir Sürgün’’dür. Eni konu rahatı yerinde, tuzu kuru, ne kokar ne bulaşır cinsinden bir aydının anlatıldığı ’’Bir Sürgün’’, tam bir alacakaranlıkta kaybolma öyküsüdür.
Belki kaybolma yerine boğulma demek daha doğru;çünkü ’’Bir Sürgün’’, romanın başkişisi Doktor Hikmet’in İzmir Birinci Kordon’da Kramer adlı birahanede-yanındaki sandalyenin üzerine bıraktığı Fransızca dergi ve gazetelere huşu içinde bakarken- kendisiyle ilgili kurduğu bir benzetmeyle başlar. Garsona üçüncü birasını da söylemiş, yanan avuçlarını masının mermerine dayamıştır. Masanın üzerinde, bira bardağından kalan incecik su çemberinde dönen ve çemberden çıkmaya çalışan karınca...Kendisini bu karıncaya benzeten Doktor Hikmet, yaşamının ’’Guraba Hastanesi, Dağ mahallesindeki ev, Kosti, kramer...Kramer, kosti, Dağ mahallesindeki ev, Guraba Hastanesi’’nden ibaret bir çember içinde görmeye başlar. Karıncaya bakarak şöyle düşünür: ’’Bu mahluk, hiç değilse, hep aynı noktada dönüp dolaştığının farkında değil. Sonra kurtulmak için bu ıslak duvarı delip çıkmağa çabalıyor. Demek ki bir gayesi var. Ben bundan bile mahrumum.’’
Doktor Hikmet, o akşam üzeri, üçüncü birada, kendi çemberinin ıslak duvarını delip çıkmaya karar verecek, dördüncü birada da, bunu, limanda Marsilya’ya hareket etmek üzere olan Nigere adlı gemiye son anda yetişerek gerçekleştirecektir.
Avrupa’yı okuduğu dergi ve gazetelerden bilen Doktor Hikmet’i Fransa’da bekleyen şey; mültecilik, derin bir kimsesizlik, düş kırıklığı, yoksulluk ve ölümdür.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.