- 338 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Seninle Yanlız Değilim!
Kanımca genel olarak yakınıyorum bütünü görmekten diye bazen! Yaşadığım sosyal ortama bakıyorum, toplumu sosyolojik olarak gözlemliyorum, inceliyorum ve analiz etmeye ҫalışıyorum. Ve hemen hemen herkesin mutlu olduğu kanatine varıyorum. Ama yanılıyorum diye serzenişlerde bulunuyorum bazen de kendi kendime! Diyorum ki, „acaba onlar mı bütünü kavrayarak beni geҫiyorlar, ya da bütünü kavradık diye kendi fantazilerinin kurbanları mı oluyorlar? Diyerek umarlı bir umarsızlık yaşıyorum kendi iҫ dünyam da! Ve şu sonuca varıyorum; „tramvayda, trende, otobüste, derste, seminerlerde, konferanslarda, mitinglerde, sempozyumlarda karşılaştığım yüzlerce insan kendi hallerinde, dünya ve toplumsal sorunlarla ilgilenmeden ellerinde son derce modern teknik aletlerle saatlerce ve hasta bir şekilde oyun oynamaları ya da gereksiz smslerle ve yazışmalarla vakit hacamalarının üzüntüsünü izliyorum sessizce. On yıl öncesine göre kitap, gazete, dergi okuyan insanların sayısının giderek azaldığını ve hatta yok olduğunu gözlemlemenin üzüntüsünü yaşıyorum.
Gerҫekleri görmemekten gelmek ve kapitalist tüketim ҫılgınlığının peşine takılıp bir ay kazanılan bir kaҫ kuruşu daha görmeden kredi kartlarıyla ödediklerine şahitlik ediyorum. Ve bu vurdum duymazlığın, görsel ve yazınsal basın aracılığıyla, reklam panolarının adeta göze batan gereksiz ve renkli görünümleriyle toplumun yüzdedokuzanının bu ҫılgınlık iҫinde yaşadığını bilerek acıyorum halimize… Bazen de onların bu vurdumduymazlıkları sayesinde göreceli ve anlık mutluluğu yaşayarak rahatladıklarını zannediyorum. Bu yüzden karşılaştırma yaptığım anlarda kendimi onlara göre ayak uyduramayan, sürekli toplumsal sorunlara kafa yoran, tutarlı tutarsızlıklarımın kurbanı olduğumu düşünüyorum. Ҫevremdekileri bazen gülümseyerek seyrederken bazen de tiksinti duyarak ve bütünü kavramadıklarının tutarsızlığı iҫinde ne kendilerine karşı ne de topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmedikleri iҫin ve her döneme ayak uyduran düzenbazlar olarak yaşayanlar olarak görürken iҫten kederleniyorum.
Kişisel ve ruhsal olarak düzenbaz bir insan değilim, belki de sistemle bu yüzden uyuşarak ona uyum sağlayamamanın acısını yaşıyorum ҫoğullar iҫinde yaşayarak. Ve işte bu durum beni bu denli mutsuz etmeye yetiyor. Sonra diyorum ki; „düzenbazlar ve her dönemin adamı olarak yaşayanlar, sağını solunu görmeden at gibi koşanlar ve duyarsızlar iҫin mutsuzluk yoktur“ diyerek işin iҫinden sıyrılıyorum. Düzenin adamları ve bukalemum gibi her renge giren insanlar iҫin mutsuzluk yoktur ve olamazda! Onlar sömürü sisteminin iҫinde cambaz gibi düzenbazlıklar yapmanın ve oyunlar oynamanın dağılmış rollerini oynarken; ҫevre kirliliğiyle, geleceğin en büyük ve ҫözülmez bir hale gelen ҫöp sorunuyla, eğitim sorunlarıyla, yoksulluğa karşı mücadele ve sömürücü düzene karşı savaşmak yerine televizyonlarda dizileriyle meşgul olup bu akşam kimin kimle kırıştıracağını, Müge Anlı denen kadının kirlenmiş bir toplumda sinekleri öldürmeye ҫalışırken bataklığı kurutmak gibi bir sorununun olmamasının tasasını yaşarlar kaşarlanmış ruhlarıyla… Bunlar azınlıkta değillerdir, bunlar bu yeni yeni roller alarak yaşamanın hastalıklı ve paranoyik ilişkileriyle yaşayanlar bunlardır. Şu an iҫinde yaşadığımız dünya toplumunun en başta gelen sorunlarıdır bu sorunlardır. Düzenin insanı olan ҫoğul acınası yığınlar sadece yeni oyunlar kurmanın halüsinasyonlarını yaşayan hastalıklı toplum bireyleridir.
O halde benimle aynı gemiye binenlerin payına düşen ise mutsuzluktur. Düzenle bütünleşmeyen, ruhuyla, bedeniyle, tüketim ҫılgınlığıyla yaşayanlar kendilerine ve ҫevrelerine karşı kurulan oyunları fark etmeden yaşayanlar olarak kalmaya devam edeceklerdir kendi mutlu mutsuzluklarıyla… Ben yinede tüm bu olanlar iҫin kendimi de suҫlu görmeden konuyu geҫiştiremem. İnsanlarla olan sosyal ilişkilerimde onları suҫlayıp eleştirdiğim kadar kendimi de acımadan eleştirerek yerden yere vururum. Bazen bunu kendime hakkettiğim cezaları vererek de yerine getiririm. Ve kendimi tutarlı bir biҫimde bu isteklerimden mahrum bırakarak kendimi sorgularım. Bundan hiҫ ҫekinmem, gücenmem ve haklı eleştirileri her zaman saygıyla karşılarım, hatalarımı sıralayıp, yanılgılarımı tekrarlamamaya ҫalışırım, önyargılarm da haksızsam ҫekinmeden yüreğimde o insandan özür dilerim. Sözde ve göreceli mutluluklar yerine kalıcı ve sağlam temellere dayanan ilişkiler üretmeye ҫalışır, o insanlara saygıyla değer vererek ödüllendiririm. Kendimi mutlu ederken birilerinin mutluluğunu ҫalmam, yani kendi mutluluğum iҫin ötekilerinin mutluluklarından feragat etmelerini hoşgörmem ve istemem. Bunu beni tanıyan dostlarım hep böyle bilmişlerdir ve de bileceklerdir. Bazen başkalarının mutluluğu iҫin bilinҫli bir şekilde kendi mutluluğumu onlara feda ederim. Toplumun ҫok büyük bir ҫoğunluğu mutlu olmak için, en azından kaybetmemek için, yalnız kalmamak için yaşayarak geҫirirler günlerini. Bu insanlar, yalnız kalmamak için ellerinden geleni yaparak gereksiz bir fedakarlığın ve yapmacık tavırlarının bilinҫsiz kurbanı olanlardandır. Bir oyun dönüyorsa bu oyunun ana kahramanı yalnızlıktır. İstenilen bir sonuç olmayan yalnızlık, yüceltilecek bir nitelik de değildir. Onu yüceltenler yalnız değillerdir eğer öyle olduklarını söylüyorlarsa aldandıklarını düşünüyorum. Düzenin iҫinde yaşayan düzenbaz sahtekarları kesinlikle unutmuş değilim.
Gerҫek bir yanlızlık, yanlılıktan bir bıkkınlık hali değilde, onun her şeyini yürekten paylaşacak bir dostu olmamasından ziyade kendi yalnızlığını gidermek için bir dostunu aramayı kendine mahkum edenlerdir. Sırf yanlızlığını yalnızlıktan kurtarmak istemesinden dolayı bir dostu aramak bence dostluğa yapılmış en büyük bir ihanet olarak nitelendiririm. Bu elimin mahkûm olduğu birine katlanmak gibi bir şey olur ve ben yalnızlığımı gidermek için bazen yakın olduğum insanları ararım. Son zamanlarda bu insanların sayısı açıkçası sadece bir kaҫtanedir. O bir kaҫ kişi, ne zaman silinip gider bilmiyorum, ama onlar yüregimde silinmeyecek kadar derin izleri olan saygılı ve münevver cehverleridir hayatımın. Hele bir tanesi var ki, hem candan bir dost, hem yüreği ve ҫiҫek gibi tertemiz ruhuyla bana verdiği izlenimi ölümün bile silemeyeceği kadar derinlere kök salmış bin asırlık bir ağaҫ gibi yüreğimde damar damar damarlanmış. Son zamanlarda bazı insanları kaybettiğimin de farkındayım ve bunun sebei de benim. Oyunu kuralına göre oyna(ya)mayan bir insanın yalnız kalması kaçınılmazdır.
O halde yalnızlık hiҫ bir insanı ne felsefeci eder, ne de şairleştirir, ne edebiyatcı ya da müzikҫi yapmak. Bu yüzden yanlızlık bu yüzden beni de şairleştirmedi, müzikҫi yapamadı ve felsefeci de edemedi. Ayrıca zaten bu insanlar yanlızlık yüzünden ne şair olmuşlardır, ne de müzisyen. Şairler, müzisyenler, edebiyatcılar ve felsefeciler yalnız insanlar değillerdir. Onların yüreklerindeki sevgiyi ancak sevilenleri bilirler. Bazen sevdikleri insanlar da onların bu hallerini anlamazlar ve de bilemezler! Onlar ruhlarında ki, derin iҫsellikten dolayı ve sevgiyi bilen sevgi adamı oldukları iҫin, düzenle bütünleşmedikleri iҫin, toplumun ahlaksız kurallarına boyun eğmedikleri iҫin bu yol onların kaderleridir diyorum ben. Zaten yalnızlık, bir insanı bir yerlerde yürürken, sokakta giderken, yollarda yanında birisiyle havadan sudan konuşmak iҫin bir kimseyle beraber yürümesi de değildir, ya da bir kafeterya da etrafı seyrederken kahvesini veya ҫayını yudumlaması da degildir. Yalnızlık insanın iҫinde taşıdığı derin bir üzüntüdür, hüzündür, ikilemdir. Nihilist fikirlerin apaҫık ontolojik bir dışavurumudur. Nasıl yaşadığını, ne yapması gerektigine karar veremeyen, kafası sürekli karışık, kendine güveni olmayan, kendisiyle sürekli iҫ ҫelişkiler yaşayan, aysar ruhlu, manipülatif ve absürd kişilik taşıyan, doğal davranmasını ve yaşamasını bilmeyenler, evrimleşmeyenler ve evrime inanmayanlar, sorgulamakla elestiriyi birbirine karıştıran, davranışlarını kontrol edemeyen, sürekli beklentilerle yaşayan, ötekilerine güvenmeyi bilmeyen, kendini geliştirmeyen, dengesizliği kendine denge edinen, … vs insanlar yalız insanlardır. Aslında diğer bir deyimle dünyada herkes farklı oranlarda kendileriyle, yanı doğalarıyla ҫelişerek cebelleşerek yaşayan kimselerdir.
Olaya diğer bir aҫısıyla bakarsak, insanların toplumda oynadıkları yapay roller bir bakıma onların masumluğundandır. Tüm zayıflığımız sadece ekonomik olarak ayakta kalma ҫabasından kaynaklanan bir ikilemden oluşur. İnkâr ettiklerimiz, inandıklarımız, kayıtsızlıklarımız, kabullenişlerimiz, reddedişlerimiz, bildiklerimiz, bihaber kaldıklarımız, anladıklarımız, anlamadıklarımız, sevdiklerimiz ve nefret ettiklerimiz gibi sayısız bir zincirlemenin sadece bir kaҫ halkasıdır… İnsan olarak acizliğimiz aslında tüm zıtlıklarımızın ve benzerliklerimizin bütünlüğünden başka bir şey değildir. Sadece biz bir birey olarak ne kadar bedbah ve aciz olduğumuzu bilip kabul ediyorsak, hiҫ kimse yüzümüze bakmasa da biz bu durumda birey olarak yanlız olamayiz. Ama acizliğimiz ve bedbahtlığımız sömürüye, riyakarlığa, yalana ve talana dayanma bicimiyle kaynaşarak bütünleşerek kaynaşmışsa işte o an yanıp tükendiğimiz son gelmiş demektir. Böyle birisinin onlarca sahte dostu olsada böyle dostluklar elzemdir.
Yine de yanlızlıktan korkarak yaşayan insanlar vardır ve bu insanlar ҫok iyi insanlardır. Böyle insanlar sistemin düzenbazlarının bazen avlanmış kurbanları olsalar bile bu durumda iyimserliklerini koruyarak gülümseyebilmeleridir. Böyle bir durumda riyakar olarak lanse edilselerde onlar özleri ve yüreklerinin kişiliklerine yüklemiş olduğu sorumluluktan dolayı gerҫeği ötekileriyle paylaşma sorumluluğu taşıyan özelleridir bir toplumun. İnsanlık var olduğu günden beri politiko zom/ yani birlikte yaşama ve toplumsallaşma, toplumun bir bireyi ve onun bir parҫası olarak yaşama zorunluğuna mahkum edildikleri iҫin, yanlızlıktan korkan insanlar bu zorunluluğun sürüncemesini üstleniriz hepsi o kadar. Böyle bir durumda yapılacak küҫük bir düzenbazlık ҫocukların gülümseyerek ebeviynlerini yaptığı türden bir ҫocuksu düzenbazlıktir. Çocuksuluğu hepimiz biliriz. Bir bilyenin el altından yürütülmesi gibi. Ama bu durum herhangi bir dışlamayla son bulursa, işte o zaman gözlerimiz ҫukura düşer ve ağlamaya ramak kalan kekremsi bir tad gibi ruhsal bedenizime işler yaptığımız hata. Ҫocukluk, yaşama ilk işareti veren insanoğlunun kendi hayatına ayna tutan realitenin başladığı an olarak kusurlu bir kusursuzlukla kaynaşan bir mahsumiyetin yanlızlığa biҫtiği misyondur. Ҫünkü, ҫocuklarla haşır neşir olmayanlar, onlarla zaman geҫirmeyenler ve onlarla oyun oynayıp vakit geҫirmeyenler hayatın aynasına bakmaktan da korkan insanlardır. Dürüst bir insan korkusuzca bir ҫocuk gibi mahzunca ve masumca ötekinin gözüne saygıyla bakmasını bilen bir insandır. Duygusuz, duyarsız, paylaşmasını ve sevmesini bilmeyen, kendine değer vermedigi gibi ötekinede değer vermeyen bir insanın edepli dürüstlüğünden bahsedilemez.
Burada değinemediğim veya şu an da aklıma gelmeyen daha nice yanlızlıklar vardır belkide. Öreneğin yaşlılarevinde yaşayan bir ihtiyar annenin veya babanın yanlızlığı gibi. Bu yanlızlık, ҫocuksu ve acınası yanlızlıktan daha ağır bir yanlızlıktır diyorum ben. Bir yaşlılar evinde dört ay kadar danışman olarak ҫalıştığım dönemde edindiğiğim birikimlerimi gözönüne alırsam. Bir ҫocuk yanlızda olsa o iҫinde taşıdığı resilienz gereği gelecekte büyük başarılara imza atabilecek bir potansiyel taşır iҫinde her zaman. En umutsuz anlarda bile acı ҫeken bir ҫocuk geleceğe dair hayalleriyle yaşamı yüreğinde biraz de olsa hafifleterek aşmaya ҫalışır acılarını. Gelecek güzel günlerin düşlerinde yaşadığı mutluluk bile onun kendi yanlızlığını aşamasında bir mihenk taşı olarak yer eder. Orta yaşın üzerindekiler, yaşlılar, yetişkin yaşlılar gerontolojik olarak yaşlı olmasalar bile yanlızlığın yaşlığının sönmeye yüz tutmuş bir ateşin közlerinden farksız oluşalarıdır kendilerine acı veren. Bunlar, bir elinde son model bir cep telefonu, öbür elinde bir kaҫ kredi kartıyla olmayan cirolarını sıfırlamanın sıfır keyfini yaşarlar ne yazık ki. Bunlar bazen bir borsa uzmanı gibi konuşarak birer finansҫı hissederler kendilerini ve bunuda bilgilerinin acınacak bir marifeti sayarlar bilgisizce… Şimdi son durumda ve son cümlelerimde gelip yine kendi yanlı yansızlığıma ҫatıyorum edepsizce. Ne diye hitap edeyim diye kendime? Bazen Beyhani olup inliyorum türkülerde, bazen de Kul Himmet olup inliyorum yüreğimde ondan bir dakika bile mesafe olarak uzak olduğum anlarda. Benim yanlızlığım onun varlığıyla bütünleştiği günden beri kendimi yanlız hissetmediğim gibi benimle tüm matematiksel türevlerini deniyor ve daha deneyeceğe de benziyor. Galiba benim ki, yanlızlık değilde bütünlüğe ermek gibi bütünlüğün altında gülümseyerek hayatı onunla seyretme mutluluğu olsa gerek.
Söyle bana Bir Tanem şimdi; gelecek seyhatimiz Malidiv Adaları mı?, Çin Surları mı?, Viyana mı?, Norveҫ ya da sakin bir gemi yolculuğuyla Bilefeld’den St Petersburg’a bir gemi seyhati mi olsun?. Öpüyorum seni o güzel yüreğinden!
H. Hüseyin Arslan - 15.02.2017
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.