- 590 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
701 - BULUT
Onur BİLGE
“Bulut,
Kar yağıyor dağlara, Antalya yağmur çamur… Fırtınayla karışık sulusepken burada… Yağmura dayanamam, evde duramam asla! Kendimi atmalıyım hemen eski dükkâna! Orada başka biri çalışıyor şu anda ama ben karşıdaki arsada dolaşırım. Ya denize bakarım, Mermerli’nin altından ya limana inerek ona daha yakından…
O kayanın üstünde, onca yağmura rağmen, heykel gibi duruşun bir masal kadar güzel. Bazen Denizkızı’sın, güzelliği emsalsiz, bazen de Gorgona’sın ne olduğun belirsiz. Yine de vazgeçilmez, değişilmez birisin. Yine de gönlümdeki bir içim su Peri’sin!
Kaptan uzaktan görmüş beni, kahveden çıkmış, gelmiş hemen yanıma: “Ne yapıyorsun burda? Haydi, bize gidelim! Çok fena ıslanmışsın!” diye kolumdan tuttu, inzibat gibi beni sürükledi evine. Hemen bir çay söyledi, sevgili gelinine. Oturduk pencerenin önündeki sedire. Yine aldı eline kehribar tespihini… Yine tevhit çekmeye başladı tatlı dili.
Bir süre konuşmadık. Soba cayır cayırdı. İyice bir ısındım, üstüm başım kurudu. Sonra derdimi sordu, ufaktan başlayarak. Sözü tezce bitirdi iyice haşlayarak. “Yeter Artık Necmettin! Tadı kaçtı bu işin! Allah seni dünyaya göndermedi aşk için. Kul aşkı bu, dozunda bırakmalısın artık. Aşkı gerektiğinden bin kat fazla abarttık. Derhal Allah aşkına geç sen Allah Aşkına!..” dedi sinirlenerek. İyi geldi o bana. Daha da söyleseydi, gidecekti yabana. Sonra gelini geldi, çay uzattı o bana. “Kızım birkaç odun at, şu emektar sobana!” dedi Kaptan kadına. Sonra kardan bahsetti. Eskilerden söz etti. Otuz yıl öncesinden Adalya’ya göz etti.
“1942 yılında kış kışlığını belli etmişti. Oldukça soğuk geçmişti. Defalarca don oldu. O kış odun yetiremedik. Kışı bitiremedik. O zamana kadar öyle bir kış geçirdiğimizi hatırlamıyorum. Buralara kar kış, en fazla Kepez’e kadar gelir, orada kalır, aşağıya inemezdi.
Bir gün her yer buz tuttu. Dönerciler Çarşısı’ndan Atatürk Caddesi’ne dönülen kavşaktaki havuzun fıskiyesi bile dondu. Yol kenarlarında kalan sular kırağı tutmuş, üzerlerine bastıkça çıtır çıtır kırılıyor, ayaklarımızı kaydırıyorlardı.
Kırk altı seneden sonra 31 Ocak 1956 günü Antalya tekrar beyaza boyandı. Kar yağışı aralıksız saat 13.00 den,19:00’a kadar devam etti.
O gün inadına bütün ilkokul öğrencileri Şehir Sineması’nda oynatılan "Köyün Çocuğu" adlı bir filme götürülmüş. Kar, tam sinemaya girecekleri anda yağmaya başlamış. Çocuklar birbirlerine: “Ne oluyor yahu! Bu ne böyle?” diye soruyorlarmış. Sinemadan çıktıklarında, hayatlarında hiç görmedikleri bir manzarayla karşılaşınca şaşkına dönmüşler! Adım attıkça ayakkabıları on santim kalınlığındaki kara gömülüyormuş. Dönüp dönüp arkalarına, bıraktıkları izlere bakıyorlarmış.
Annelerinden babalarından duydukları kar oyunlarını oynamaya başlamışlar. Kartopu yapmaya, birbirlerine atmaya… Birkaçı yayla çocuğu olduğu için alışıkmış kar görmeye. Başlarındaki öğretmenler zor zapt etmişler sevinçten çılgına dönen çocukları.”
İşte bir sabah böyle bulutları yararak, kar halinde değil de yağmur damlacıkları halinde geldin, geliverdin ansızın! O çocuklar gibi sevinçle doldurdun kalbimi. Geçip gitmedin bulutlarla beraber. Yıllarca sulusepken yağıp durdun yanaklarıma.
Geçmedin! Geçip gitmedin öyle yağmur gibi kar gibi… Yar gibi de olmadın, olamadın ne yazık ki! Esip durdun başımda çılgın fırtına gibi… Geçmedin ama geçmişiydin hayatımın sen benim. Kar tanesi kadar ağırlığı yoktu, başını koyduğunda omzuma.
Bir şimşek çaktığında ışığı yansıyıncaya kadar, bir flaş parlarcasına, öyle bir anda yaşandı ve bitti sanki aramızdakiler. Mademki hemen olup bitecekti, neden yaşattırıldı ki bize geçmiştekiler? Sanki ne sen sendin, ne de ben, ben… Başka bir sen ve bendi sanki yaşayanlar. Belki ben bir düş görmüştüm. Biz değildik de başka birileriydi onlar.
İki kez vurulurmuş müminler hayatlarında. Ey sevgili! Biri sanaydı, bitmedi, bitmeyecek! Biri de O’na! Kanmışsam, kanmışım işte! Yanmışsam yanmışım. Vurulmuşsam vurulmuşum. Durulmuşum ya sonra, mühim olan o! “Bir gençlik macerası, yaz aşkı!” diyelim. Üzülmek faydasız, biliyorum. Oldu bir kere! Dert etmiyorum eskisi kadar zaten. İnan ki gerçekten öyle!
Kırkikindi yağmurlarıydın sen, sulusepken… Gözlerimde şimşekler, ruhumda yıldırımlar… Bir yanım serapa aşk, sırılsıklam bir sızı, bir yanım yangın alev ve kızılca kıyamet! Anlatılmaz bir nefret ve bir kin ki diz boyu!
Kar yağıyor Beydağlarına, içime kar yağıyor… Ayazı ciğerime işliyor, buyduruyor! Kabuk bağlayan yara yüreğimde duruyor.
Bir adam bu yaşında, ıslak kaldırımlarda, sessizce ağlayarak yürüyor, sürünüyor. Bilinçsizce gidiyor, yine meçhul bir yere doğru… Beraberinde acı, yanında yalnızlığı… Çökük omuzlarıyla, sırtının kamburuyla, öylece ilerliyor…
Bir daha mutluluğu bulamayacak asla! Bir daha gelmeyecek Islak Martı kapıya. Azat edilen bir kuş döner mi kafesine! “Ah benim aptal kafam! Niye aldandım niye!..” diye hayıflanıyor. “Kör olsaydı gözlerim, seni göreceğime!”
Kar taneleri gibi düştün avuçlarıma. Eridin ellerimin ateşiyle bir anda. Ne kadar kısa sürdü, gelişinle gidişin! Çok mu acildi öyle, seni bekleyen işin?
Kar yağıyor yükseklere, yaylalar kar altında… Kar yağıyor sırtıma, garibanlık yakamda… Kara bir bulut çökmüş, kâbus gibi başıma! Bu kadar üzülmezdim, son fırsatım olmasa!
Bu yaştan sonra artık aşk defteri açılmaz. Bu güzelim duygular ortalığa saçılmaz. Sessiz sessiz yaşanır, ancak kâğıtta kalır. Yaşanan bu hayattan, okuyan ibret alır.
Kara saçlı bir bulut sallandı gökten yere… Kolayca aralaşmaz, afet geldi bir kere! Nereye kaçsam gölgem gibi arkamda tin tin… Ne dinmez bir ıstırap, yeter artık din be din!..
Ağlak İhtiyar”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 712
YORUMLAR
Hay maşallah.
Muhakkak farkındasınızdır ama yinede yazmadaktan kendimi alamayacağım evet Metin formatında çok başarılı bir şiir. Kendine özgü aksaklıktan uzak meramını açık eden mısralar iki lezzeti aynı anda tatmamıza vesile oldu. Aynı esnada, hem şiir hem metin okumuş olmanın muhayyilemde açtığı huzur kapısından size bakıyor ve kıskanıyorum. Yazdıkça bilenen kaleminiz zamanı dilediği gibi kesip yontmuş bu defa.
Muhtevası tekrarı olmasına rağmen geçmiş yazıların tad ve kıvam açısında tek olma özelliğine de sahip. Aslında şaşırmış değilim sevinç ve gıpta arasında bir yerdeyim ve o yerden teşekkür ediyorum size. Güzel ötesi.nevi şahsına mahsus bir yazı olmuş.
Tebrikler.