- 3252 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOBAN ALİ KİMDİR?
BİRİNCİ BÖLÜM:
ÇOBAN ALİ KİMDİR:
Ricali Gayb’dan bir zat olan Çoban Ali Efendi hazretleri Allah (C.C.) tarafından şifa dağıtma göreviyle yeryüzünde vazifelendirilmiş biridir. Şeker ve suya bala okuduğu dualarından binlerce hastalar Allah (C.C.)’nın izniyle şifa bulmuştur, felçliler düzelmiş ve çocuk sahibi olmayanların çocuğu olmuştur. Rüyasında ameliyat olduğunu belirten bir müftü hocamızın kendisini bu vesileyle tanıdığını anlatması buna güzel bir örnektir. Kardeşlerinden hayatta olan Hüseyin amca, yeğenleri ve sevenlerinin ağzından hayatını burada anlatarak sizlerin de istifadesine sunmak arzu ederiz.
Çoban Ali Efendi hazretleri (k.s.) 1926 yılında Kahraman Maraş’ın Afşin ilçesinin Armutalan köyünde dünyaya gelmiştir. Ancak nüfus kaydı 1932 yılında yapılmıştır. Babası malvarlığı ve sürüleriyle köyün önde gelen zengin kişilerinden Mehmet efendidir. Kendisinden başka 6 erkek ve 4 kız kardeşi dünyaya gelmiştir. 10 yaşından itibaren kendi sürülerinde çobanlık yapmaya başlamış, herhangi bir köy mektebine devam etmemiş ancak köy hocasından ve babasından Kuran’ı Kerim talim etmişlerdir. Çocukluk döneminde yakınları ve köylüleri tarafından çok sevilen ve uysal biri olarak bilinmektedir.
1952 yılında İstanbul Kavacık da askerde iken gördüğü rüyasını babasına anlatmasıyla 11 sene başka köylerde çobanlık yapmak suretiyle manevi cezasını çekmesi ve bunun 2 yıl daha uzatıldığı belirtilmektedir. Askerde gece nöbetlerini diğerlerinden gönüllü aldığı ve diğer bütün ameliye işlerde itirazsız ve gönüllü çalıştığı bilinmektedir. Asker sonrası Afşin ilçesinin Boz yer köyünde çobanlık yaparken, sürü Altunelma köyünün zenginlerinden olan Nezir Ağanın nohut tarlasına girer ve yayılır. Ekin sahibi, Çoban Ali efendiyi çevirerek uğradığı ziyan için falakaya yatırması gerektiği söyler ve başka türlü ziyanının maddi olarak giderilemeyeceğini belirtir. Ayakkabılarını çıkararak uzun bir süre ayaklarına vurur ve hakkını helal ettiğini söyler böylece karşılıklı helalleşirler. Bu hadiseden yıllarca kimseye bahsetmezler. Ve yine o yıllarda çobanlık yaptığı esnada zikir halinde iken manen teşrif eden bazı büyükler ; Darendeli Hacı Hulusi efendi Hz., Antepli Bilal efendi Hz., Şeyh Bedir Hz., Kayserili İhramcı zade İsmail Hakkı Hz. İle beraber ibadetlerine devam ederler ve manen Kabe’nin ziyaretinde bulunurlar.
Bir gün çobanlık yaptığı dağda bir çanakta bir küp altın gösterilir ve onu alıp Yukarı Boran köyünde fakir bir kabile olan Çalolar’a götürmek ve bulundukları sıkıntılarından kurtarmak ister. Sonra Hızır (A.S.) görünerek bunun bir imtihan olduğunu belirtir ve imtihanı kazanır. Bir başka anlatımda ise kendisine Allah’ın hikmetinin verilmesinin mi yoksa bir evladının olmasını mı istediği sorulur ve O Rabbi’nin hikmetine talip olur. Ve böylece okuduğu su ve şekerleri ile türlü türlü hastalıklara çare olur. 1949 yılında evlenmesine rağmen hiç çocuğu olmamıştır.
Maddi ve manevi hastalıklarına deva arayan binlerce insan gece gündüz Armutalan köyünü ziyaret eder, köy yolunda trafik olur, kapısında gün boyu sırada görüşmek için bekleyenler olur. Gece ziyaretine gelen bir sonraki günün yatsı vaktine kadar sıra bekler. Battaniyeye sarılı gelen yatalak hastalar yürüyerek evden ayrılır, senelerce çocuk sahibi olamayanlar çocuk sahibi olur ve felçli hastalar Allahın izniyle şifa bulur. Gelenlerin ne maksatla geldiğini ve niyetini anlar, kötülük düşünenler bağlanır, dua talep edenler maksadına erişir.
Bir gün motosiklet ile Yahyalıdan ziyarete gelen Ali Ramazan Efendi Hz.leri için bugün ağır misafirlerimiz geliyor buyurmuşlar. Yine Ali Ramazan Efendi Hz.lerinin bir diğer ziyaretlerinde birbirlerine olan muhabbet ve iltifatları diğer ziyaretçilerin bu hususi görüşmeleri için büyük bir gıpta ile bahsetmelerine sebep olmuştur. Aynı şekilde Çoban Ali Efendi Hz.lerde Yahyalı’yı ziyaret ederek misafir olmuş ve manevi muhabbet hep süregelmiştir. Ali Ramazan Efendi Hz. Çoban Ali Efendiye, “Peygamberimizi (sav) gördünüz mü?” deyince, “O’nu (sav) görenin, eti kemiğinden ayrılır” buyururlar. 2000 Yılında Ali Ramazan Efendi Hz.lerinin İstanbul’da trafik kazasını manen haber alıp ellerini dizlerine vurduğunu ve bunu hanımı Keziban hanımefendiye anlattığını biliyoruz.
İstikametinde Şeriattan ve Sünnet-i Saniye’den bir milim saptığı bilinmez. “Yakınları olarak kimseye kötü bir sözünü işitmedik” ve “küstüğünü de bilmeyiz ”derler. Kendisine sürekli sözleriyle eza eden bir yakınına evlerinin yanındaki mezarlığı göstererek, “gireceğin yer ora nedir bu ısrar” demesi en kızgın anında söylediği en kötü söz olarak bilinir. Kendinden bir yalan veya gıybet izhar olmamış ve kimseye bir kötülüğü dokunmamıştır. Bilakis tüm köylüsüne muhakkak bir iyiliği vardır. Hastalığına şifa bulmak için gelen binlerce insanın hediye olarak bırakmak isteği her şey kabul edilmemiş, ancak minder altına bırakılan her şey köylü ve akrabalarına ya da ihtiyaç sahiplerine direk dağılmış ve kendisi bunları hiç kullanmamıştır. Vefat ettiğinde kendisine ait eski kerpiç köy evinden başka bir varlığı bulunamamıştır. Bu ev halen köyünde eşyaları ile birlikte muhafaza edilmektedir.
“Zatının bağlı olduğu bir tarikat ve bir üstadı var mıydı?” sorusuna iki farklı zamanda iki ayrıca cevabı olduğu söylenir. Birinde direk Allah (C.C.)’ya bağlı olduğunu ifade ederken diğer bir cevabında Nakşî olduğunu ve Hz. Ebubekir Sıddık (r.a.)’a bağlı olduğunu belirttiği bilinir. Geceleri yatsı namazının farzını erken kılıp yattığı, vitir ve teheccüd namazına kalktığı ve gecelerini hep böyle ihya ettiği bilinir. Çobanlık yaptığı esnada ise yatıp uyuduğu görülmemiş, ancak asasına çenesini dayayarak kısa uyuklamalar ile gecelediği söylenir.
Yakınlarından dinlediğimiz bazı kerametleri şöyledir:
Afşin Ashab-ı Keyf’in tanıtımında gönüllü olarak büyük hizmet veren ve bu grubun kurucularından olan yeğeni Cafer Güneş Hoca Efendi genç yaşlarında Ankara da hafızlık imtihanına girer. Türkiye’nin her tarafından hafızlar bu imtihana katılmaktadır. Plaka sırasına göre imtihana alınır. Cafer Hoca Efendi caminin dernek odasında istirahat ederken uyku uyanıklık arası bir halde amcası yanına gelir, bir tabak da zeytin vardır elinde. Bu zeytinlere okur, “bunu ye ve kazan ”der. Tespihine de aynı şekilde okur. İmtihan esnasında sekreter Cafer Hoca efendiyi görür ve “senin rengin değişmiş, sararmışsın” der. Henüz sırası gelmediği halde “Başkan’a söyleyeyim seni hemen içeri alsınlar” der. İçeri girdikten sonra aynı sözleri başkan da söyler. 30 cüzden de ayrı ayrı sordukları halde iyi bir dereceyle imtihanı kazanırlar.
Bir karlı kış günü yayılımdaki sürüsüne birkaç kurt musallat olur ve kendisinin önünde bu kurtlar diz çökerek oturur. Bunu diğer tepeden heyecanla izleyen diğer bir çoban anlatır. Bir süre sonra Çoban Ali Efendi sürüsünün içerisinden bir koyunu alır ve kurtların önüne bırakır. Kurtlar bu koyunu alarak uzaklaşır. Bu duruma şahit olan diğer çoban ne olduğunu sorunca: “ üç gündür açlarmış, ben de kendi koyunlarımızdan birini vereceğimi ama bir daha gelmemelerini istedim” der.
Askerde bulunan yeğeni İsmail Efendi çok sıkıntı çeker ve babasına durumunu anlatan bir mektup yazar. Bunun üzerine babası ise, kardeşi Çoban Ali efendiden oğluna cevaben bir mektup yazmasını ister. Bir gün asker yeğeni İsmail Efendi yukarıdan ranzasının önüne bir zarfın düştüğünü fark eder. Bu pulsuz ve adressiz zarfı açtığında mektubun amcası Çoban Ali efendiden geldiğini fark eder.
12 Eylül darbesinden sonra, yıl 1981. Elbistan’ın bir köyünde Süleyman isminde bir adam bir anlaşmazlıktan dolayı, istemeyerek de olsa dört kişiyi öldürmüş ve köyünden kaçmıştır. Sıkıyönetim komutanlığı bu adamı aramaktadır. Orada birileri “Çoban Ali’nin yanına gidebilir” der. Bunun üzerine dört revo asker köye gelir, katil Süleyman’ı sorarlar. Çoban Ali Efendi ise “Burada değil ama ben onu bulurum” der. Eşi hiç razı olmaz bu duruma, hatta hakaret bile eder. Askerin bulamadığını sen nereden bulacaksın ”der. Askerler Çoban Ali efendiyi de alır ve Elbistan’a giderler. Orada bir tanıdığının evinde yalnız bir odaya geçip zikir çektiğini söyler. Vakit akşam, karanlıkta helikopterlerle aranıyor katil. Bulunamayan katil kendiliğinden Çoban Ali efendinin odasının penceresini tıklatır. İçeri alırlar onu. Adam aç, susuz, üstü başı berbat, çünkü günlerdir aranıyor. Askerler gelir, Çoban Ali efendi askerlerden iki saat müsaade alır. Adam bir şeyler yer, banyo yapar, üstünü değiştirir, gece on bir gibi askerlere teslim ederler.
Sene 1989 ya da 1990 dır. Ankara Üniversitesinde beyin cerrahı bir profesör, köye gelişini anlatıyor. Gece saat 2-3 gibi Kayseri’nin Sarız ilçesine gelir. Arabasına yakıt alır. Benzinci nereye gittiğini sorar. Onlar da Armutalan’a gidiyoruz derler, Çoban Ali’nin yanına. Benzinci o saatte uykudan kalktığı için küçük harflerle mırıldanır, “kardeşim doktor var, eczane var, tıp gelişti, bir çobanın yanına niye gidiyorsunuz?” der ve ilerletir. Doktor da benzinciye “Arkadaşım sen işini yap, ben doktorum, Ankara Üniversitesinde beyin cerrahisi profesörüyüm ve arkadaşım da eczacı.” Benzinci buna bozulur ve sesini çıkartmaz.
Çoban Ali Efendi Hz.leri 1996 yılında hastalanır ve bir yıl sonra hastalığı ağırlaşır. Hafıza kaybı yaşamaya başlar. 10 Nisan 2000 yılında Kayseri de 74 yaşında iken ahrete intikal etmiştir. Kabri Şerifi, Kayseri Asri-Taşlı burun mezarlığında 4. kapı girişinde 51 ada 103 parselde 23 üncü mezar olarak yer almaktadır. Rabbim C.C. şefaatlerine cümlemizi nail eylesin. O dostlarının yolundan ve muhabbetinden ayırmasın. ÂMİN.
İKİNCİ BÖLÜM:
Armutalan köyünde kendi halinde yaşayan mütevazı yaşantısı olan bir ailenin çocuğuyum tabi köy yerinde yaşayan aileler tarımla ve hayvancılıkla geçimini sağlayan insanlar bende köyde yaşadığım için tabi bizimde koyunlarımız vardı kuzularımız vardı kuzuları yaymaya giderdim koyunları da komşumuz olan çoban Ali yayardı köyde herkes şeyh Ali Hoca derlerdi, sonbahar bitip kış geldiğinde köyde koyunlar ahır tabir ettiğimiz yerde beslenirdi sulamaya köyün içinde bulunan çeşmede sulardık tabi köye çok kar yağardı çoban Ali Hocamız evli idi Kezban adında hanımı vardı bunların hiç çocukları yoktu biraz yaşlı idiler bazen köyün içindeki çeşmeden ben sularını helkelerle getirirdim çok büyük evleri vardı evli beşkardeşi ve onların çocukları kalabalık aile yapısı içinde kendisi de bu evde otururdu avlulu ahırı olan bu büyük yapının içinde avlusuna yığılmış kesilmemiş meşe odunu olurdu bunları keserdim seleye doldurur oturdukları odaya bırakırdım bazen evlerinin üstünü kar kaplar karları kürürdüm ara sıra hizmetlerini yapardım büyüğümüz ve yaşlı oldukları için ve Allah rızası için Ali hocam ve Kezban ablam beni çok severlerdi sanki ben onların evlatlarıyım gibi severlerdi Ali hocamın gözü boldu Kezban ablam biraz kısmıktı eli açık değildi hocam Allah dostu insandı kendisi kısa boylu beyaz sakallı nurani bir siması vardı bazen de çocuklar pamuk dede derlerdi.
Yaz geldi mi yine koyunları yaymaya devam ederdi bir gün beraber gittik dağa koyunları yaymaya kus pınarı dediğimiz mevkide koyunları yayarken hava çok güzel havada sıcak Ali amca bana dedi ki oğlum ben şu meşenin dibinde biraz yatayım sen davarlara bak biraz sonra tekrar bu tarafa gel beni uyandır dedi bende tamam dedim oradan koyunları uzaklaştırdım yaklaşık birkaç saat koyunları başka yerde yaydım geri dön derdim hocamın bulunduğu yere geldim uyandırayım dedim yanına yaklaştığımda ne göreyim bir yılan hocamın şalvarının cebine girmiş kafasını dizine koymuş yatıyor görünce korktum hemen Ali emmi diye seslendim uyandı dedim ki şalvarının sol cebine bir yılan girmiş aman dikkat et seni sokmasın diye seslendim Ali amcam hafif doğruldu şöyle bir yılana baktı korkma oğlum bir şey yapmaz bu hayvan dedi yine de döndü yılana haydi git hayvan bak çocuk korkmuş senden dedi yılan kafasını kaldırdı dilini çıkardı salladı sanki teşekkür etti tamam dercesine cebinden çıktı orada uzaklaştı gitti bizde oradan uzaklaştık ileride bir yerde ateş yaktık tabi acıkmıştık çobanın azığı olur yufka ekmeğe yapılmış çökelek dürümlerimiz vardı közde ısıttık yedik suyumuzu içtik elhamdülillah diye dua ettik hocam haydi kalkalım dedi kalktık koyunların arkasından sohbet ede ede gittik kalan eve dönüş zamanımız gelmişti o günü hiç unutamam huzurlu mutlu bir günüm geçmişti.
Tabi ondan sonra Ali amcamla beraber çok çobanlık yaptık.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
Nevşehir doğumlu iki vatandaş evli ve bunlar bacanaklar ikisi de Almanya’da çalışırlarmış yıllar geçmiş arada ikisinin de çocukları olmaz Türkiye’ye izine gelirler Nevşehir de halk arasında Ali hocayı konuşurlarken duyarlar Afşin Armutalan köyün de bir Allah dostu var halk arasında şeyh diyorlar bunun ziyaretine gidenler hasta ise şifa buluyor çocukları olmayanın çocukları oluyor diye duymuşlar bir gün iki bacanak kendi aralarından konuşurlar bu Allah dostunun yanına gelmeye karar verirler tabi bu mübarek zatın ünü öyle duyulmuş ki Nevşehir de Armutalan köyüne dolmuş kalkmaya başlar ne ise bu bacanaklar köye geldiler buna bende şahidim.
Gelenler çok kalabalık öyle ki insanlar kendi aralarında sıra yazmaya başladılar sırası gelen hoca efendiyle görüşür bu kişilerde eşleriyle birlikte hoca efendiye hocam bizim çocuğumuz olmuyor sizi duyduk yanınıza geldik bize de dua okuyun bizimde çocuklarımız olsun dediler eğer çocuğumuz olursa tekrar buraya gelip sizi ziyaret edeceğiz ve iki koç kesip kurban edeceğiz burada yemek yaptırıp insanlara dağıtacağız dediler hoca efendi de iki kavanoz bala ve bir miktar suya dua okudu bu kişilere verdi şimdi gidin ben dua ettim çocuk verici Allah siz Allahtan isteyin inşallah olur dedi.
Bu kişiler huzurlu bir şekilde gittiler tabi hocanın yanına gelenler çok gelenler mutlaka dertlerine çare buluyorlar bu arada bir yıl geçmişti bir gün Almanya plakalı iki araba geldi gelenler bir sene önce Ali hocamın yanına gelenlerdi çocukları olmuyor diye gelenler arabada indiler kucaklarında nur topu gibi çocuklarla.
Edilen dualar kabul olmuş Rabbim evlat vermiş hoca efendinin yanına girdiler hocam elinizi öpmeye geldik çocuğumuz oldu rabbimize şükürler olsun Allah senin ve bizim duamızı kabul etti bize Nur topu gibi iki evlat verdi dediler şimdi vadimizi yerine getirmeye geldik dediler hoca efendi de dedi ki her şeyi yoktan var eden Allah bizlerse, aciz kuluz sadece dua ettim Rabbimde vermiş maşallah dedi görüşme bittikten sonra bu kişiler köyde iki koç kesti ve yemek yaptılar hoca efendinin yanına gelen kalabalığa dağıttılar bu arada köyün camisi eski idi yıkıldı yeni bir kubbeli minareli bir cami yapımına başlandı.
Hoca efendinin yanına gelenler sıra karşılığında ve Allah rızası için yardım ediyorlardı hoca efendi hiç kimseden ücret almıyordu gelenler hediye getiriyorlardı gelen hediyeleri köyde fakir insanlara dağıttırıyordu Nevşehirli bu kişiler bir miktar Camiye para yardımında bulundular giderken de hoca efendiye hocam biz Almanya ya varınca sizin adınıza para gönderelim caminin önüne bir çeşme yapılsın dediler hoca efendide tamam dedi bu kişiler gitti bir süre sonra Ali hocama para geldi gelen para ile hocam caminin önüne çeşme yaptırdı.
Bu kişiler her sene ziyaretine gelirlerdi hocamın caminin ihtiyacını giderirlerdi bir miktar para bırakırlardı fakirlere verilsin diye insanlar mutlu olurlardı hocamdan Allah razı olsun.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:
Kenan Evren paşa ve arkadaşları tarafından ülkemiz de ihtilal yapıldı 12 Eylül 1980. de bende gurbette idim çalıştığım iş yerin de izin aldım köyüme geldim bir gün sabahleyin köye bir askeri cip geldi cemse derlerdi gelen cip yanımızda durdu burada şeyh Ali varmış evi nerede diye sordular bizde evi gösterdik fakat endişelendik bu cip neyin nesi diye bizde komşularla birkaç kişi komşumuz olan şeyh Ali hocamızın evine gittik hoca efendi evde idi jandarmalar hoca efendiyi dışarı çağırdılar hoca efendi dışarı çıkınca haydi kardeşim hazırlan gidiyoruz dediler komutanımızın emri hakkınızda şikâyet var dediler hoca efendi askerlere dönerek evlatlarım siz şimdi gidin komutanınıza selamımı söyleyin yarın gelirim şifa bekleyen misafirlerim var dedi.
Askerler alay edercesine misafiri varmış adamın bak hele dediler olmaz bizimle geleceksin dediler Hoca Efendi ısrar etti fakat askerler kabul etmedi ellerinde silahlar bin artık cipe dediler hoca efendi çaresiz ne yapsın peki dedi hazırlandı bindi cipe cip yürümedi askerler hocayı indirdiler araba çalışıyor ve yürüyor hocayı bindirdiler araba istop ediyor çalışmıyor askerler bu duruma çok sinirlendiler ve şaşırdılar derhal komutana telsizle bildirdiler komutan o zaman bırakın siz gelin yarın kendisi gelsin der hoca efendi derki evlatlarım ben size söyledim siz sözümü tutmadınız şimdi gidin yarın ben gelirim komutanınıza selamımı söyleyin sizlerde Allaha emanet olun dedi ve geri misafirlerin yanına döndü askerlerde gitti.
Ali hocam bir gün sonra sabah erkenden köyün dolmuşuna binerek ilçe sıkıyönetim komutanın yanına görüşmeye gitti komutanla görüşmüş komutan çok şaşkın hoca efendi den özür diler hocam kusura bakma senin hakkında şikâyet edenler oldu yanına gelen vatandaştan para alıyor burada toplantılar yapıyor diye bildirdiler senin Allah dostu olduğunu bilmiyordum seni buraya kadar yordum bizleri af eyle der ve askerlere talimat verir hocamızı evine bırakın gelin der hoca efendi de komutana dönerek teşekkür eder beni ne zaman çağırırsan gelirim biz vatanımızın devletimizin milletimizin yanındayız der ve oradan ayrılır.
Şahsım ve köylülerim çok merak ettik hoca efendiyle sıkıyönetim komutanının ne işi olur neyin nesi bu yoksa tutukladılar mı hocanın kimseye bir zararı olmaz ki Allah dostu bir insan dedik dört gözle hoca efendinin geri dönmesini beklerken akşam köyün dolmuşu geldi hocayı göremeyince çok meraklandık biraz sonra askeri cip geldi hoca efendi cipten indi hemen hocanın yanına gelen köylülerim hayırdır ne oldu dediler Ali hocada merak etmeyin bir sorun yok bir yanlış anlaşılma olmuş komutanla biraz sohbet ettim buraya kadar devletin arabasıyla zahmet edip gönderdi beni dedi.
BEŞİNCİ BÖLÜM:
Sene 1974 de Kıbrıs’ta Rum kesimi asala enosisis örgütü tarafından Kıbrıs’ta yaşayan Türklere baskılar yaparak yıldırma politikası başlattılar her gün olay haberleri geliyordu evlere baskınlar yaparak insanları öldürürken bileşmiş milletler ve dünya sessiz kalıyorlardı sebebine gelince orada yaşayanlar Türk vatandaşıydı katliamlara devam ettiler Kıbrıs halkı zor durumda.
Türkiye’den yardım istediler Türk devleti buna sessiz kalamazdı tabi birleşmiş Milletler örgütüyle görüşmeler gerçekleştirir tüm dünyaya bu insanlık dışı katliamları bildirir hiç birinden olumlu cevap alamayınca Türk devleti olarak daha fazla seyirci kalamazdı Kıbrıslı kardeşlerimizi kurtarmak için Türk askerinin buraya müdahale etmesi gerektiğini Türkiye büyük Millet meclisini toplayarak karar aldılar.
Başbakan Bülent Ecevit, adada gelişmelerin kötüye gitmesi sebebi ile diplomatik görüşmeler yapmak üzere Londra’ya gitti. Acil olarak toplanan TBMM, Hükümete genel savaş açma yetkisi verdi. 14 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Trakya’da bulunan 1. Ordu, Ege ve Akdeniz’de bulunan birlikler alarma geçirildi. Ayrıca Kıbrıs’a harekât için karargâhı Adana’da bulunan 6. Kolordu Türkiye’nin adaya en yakın noktası olan Mersin’e kaydırıldı.
Biz aslında savaş için değil, barış için, yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Ada’ya gidiyoruz. Türkiye’nin Kıbrıs’ta barış, kardeşlik ve özgürlük için giriştiği harekât, bu sabah erken saatlerde başlamıştır…
Türkiye Cumhuriyeti tarafından Başbakan Bülent Ecevit Kıbrıs konusunu görüşmek ve gerekirse ortak müdahale yapılabilmesi için İngiltere’ye gitti. Bu sırada koalisyondaki MSP Lideri ve Başbakan Vekili Necmettin Erbakan Milli Güvenlik Kurulu’nu Başbakan Ecevit’in talimatıyla toplayarak müdahale kararının alınmasını sağladı.
Karar, İngiltere ve Yunanistan Büyükelçilerine bildirildiği gibi Ankara’da bulunan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Joseph Sisco’ya da iletildi. Libya’dan uçaklar için motor yağı, napalm malzemesi, 20 mm’lik top mühimmatı; İran’dan roketatarlar; Pakistan’dan mühimmat ve sağlık malzemesi teslim alındı.
20 Temmuz 1974 sabahı Türk ordusu, adaya saat 6.05’ten itibaren havadan indirme ve denizden çıkarma yapmaya başladı. Türk paraşütçüleri Lefkoşa’nın kuzeyine, Hamit köy - Gönyeli ve Pınarbaşı bölgelerine indi. Denizden çıkarma, Deniz Piyade Tugayı’na bağlı askerlerce Karaoğlanoğlu (Pentemili) plajına yapıldı. Rumlar, Türkiye’nin 1963 ve 1967’deki gibi adaya müdahale edemeyeceğini düşünmüş bu yüzden ilk başta etkili müdahale edememiş, akşama doğru karşı harekâta başlamışlardır.
Rumların karşı taarruzu 20 Temmuz akşamından 21 Temmuz sabahına kadar sürmüş, fakat Rum birlikleri başarı sağlayamamış Türk kuvvetleri mevzilerini korumayı başarmıştır. Ertesi gün tekrar ilerlemeye devam eden 4. Paraşüt Taburu, Rum birlikleri tarafından saldırıya uğrayan Kıbrıs Türk Alayı ile birleşerek Lefkoşa Havalimanı ve Kaymaklı bölgesine taarruza başladı. 2. ve 3. Türk Komando Taburları da Zeytinli istikametinde ilerlemeye başladı. 22 Temmuz’da 3. Paraşüt Taburunun taarruzu sonucu, Delik Tepe’nin ele geçirilmesiyle, Türk birlikleri önce Girne’ye girdi, daha sonra da Lefkoşa’ya yöneldi. Ateşkes başlamadan Girne-Lefkoşa hattı birleşti.
Tabi biz Türk halkı olarak savaşı hiç istemiyorduk mecbur kaldık savaşa girdik başta Amerika olmak üzere bize karşı oldular bize ambargo uyguladılar silah vermediler uçaklarımıza yakıt vermediler birçok ülke ambargo koydu bunun üzerine bazı Müslüman dost ülkeler yardım etti savaş devam ediyordu bizde köylü vatandaş olarak çok merak ediyorduk televizyon yoktu haber almak için radyo ajanslarından haber alırdık.
Tabi Köyde herkeste radyo yoktu bazı ailelerde vardı haber almak için yayladan köye gelir haber alır geri yaylaya akşam gelirlerdi yaylada olanlar hemen gelenlerin yanına gelir merakla sorarlardı Kıbrıs’ın durumunu.
Bir gün Kore gazisi olan babam köye gitti radyoda haberleri dinlemiş akşamüstü yaylaya geldi çok mutlu görünüyordu bu arada koyunlarımız dağdan gelmişti koyunların sağımı yapılıyordu bir ara baktım bizim koyunları da yayan çoban Ali şeyh Ali babamın yanına geldi Mehmet Ali Kıbrıs harbinde ne haber bir haber ver bakalım dedi.
Babam da Ali bizim askerler beş parmak dağlarına çıkmış birçok yerleri almışlar haberler iyi geliyor der demez şey Ali hocam ya Allah diye bir bağırdı ve kayıp oldu yaylamız iki dağ arası bir ova şeklinde idi yaklaşık iki dağ arası sekiz kilometre var ben sandım ki iki dağ bir birine kavuştu inilti çöktü sesin yankısı kulaklarımdan hiç gitmez.
Dönüp baktığımda çoban Ali hocam kendi yayla evinin önünde duruyor tahminen bizim yayla eviyle kendisinin evinin arası 250. metre var sanki bir anda uçtu oraya kondu bu arada babam ve annem de var bunlarda şaşırdılar evinin önünden seslendi babama Mehmet Ali buraya acele gelir misin diye çağırdı babamda hayırdır Ali dedi illa gel dedi babam merakla oraya gitti varınca babama derki Mehmet Ali koyunlarımın içinde en iyisinden birini seç ve hemen kes yaylada bulunanlara dağıtalım der.
Babam koyunların içinden en iyisini seçer kesmek için hazırlık yapar babam gelmeyince bende merak ettim yanlarına gittim varınca gördüm babam bir koyun kesiyor Ali hocam hemen oracıkta iki rekât namaz kıldı ellerini kaldırıp dua etti, sonunda kesilen koyunu yüzdüler pay ettiler komşulara dağıttılar döndü babama dedi ki Mehmet Ali ben rüyamda görmüştüm Kıbrıs’a Türk askerlerinin oraya gideceğini Türkleri kurtaracağını dedi bizde şaşırdık fakat Ali hocamın kalp gözü açıktı bazı konuları görüyordu buna ben birçok defa vakıf oldum.
Allah’ın yardım büyüktü bu savaşta evliyalarda savaşır bir gün paraşütle askerlerimiz havadan indirme yapılırken bir asker yanlışlıkla düşman askerlerinin yanına düşer o an asker bakar ki etrafı düşman askeri dolu asker burada çıkış yolu yok esir alırlar belki de öldürürler diye düşünürken yanına bir Türk askeri yaklaşır elinden tuttuğu gibi Türk askerlerinin yanına getirir tabi bu asker şaşkın şaşkın bakar kurtulduğuna çok sevinir derki sen kimsin adın ne savaştan sonra ölmez kalırsak seni nereden bulurum der o askerde der ki ismim Aziz Mahmut Hüdai ben İstanbul Üsküdar’dan yaşıyorum kime sorsan sana gösterirler der yanından ayrılır
Savaş devam ediyor biraz zaman geçince Türk askerinin zaferiyle sonuçlanır savaş barışla sonuçlanır.
Kıbrıs’ta savaşan kahraman gazi askerin askerliği biter memleketine döner eş dostları hısım akrabaları ziyaretine gelir hoş gel dine savaşta olanları sorarlar kahraman asker başından geçenleri anlatır tabi bu arada hiç aklında çıkmaz düşmanın elinden kurtaran askeri merak eder arada biraz zaman geçince adam derki bu adam bani ölümden kurtardı hakkı geçti bana gideyim ziyaret edeyim der hediyeler alır çıkar yola İstanbul’a gelir oradan Üsküdar’a geçer yolda gördüğü ilk insana sorar Aziz Mahmut HÜ Dayı’yı tanıyor musunuz beni davet etmişti kime sorarsan sana gösterir dedi tanıyor musun der adam şöyle bir bakar der ki git kardeşim işine der adam oradan biraz uzaklaşır bir adama daha sorar o adamda ters cevap verir biraz daha gider bir adama daha sorar o da derki vay vay yazık genç yaşta adam kafayı yemiş yazık der git kardeşim işine der tabi adam şaşırır geri dönecek olur bir yere oturur biraz dinlenir tekrar kalkar ileride bir yaşlı adama rastlar amca sana birini sorsam bilir misin der.
Adamcağız çekinerek amca Aziz Mahmut HÜ dayı diye birini arıyorum sen tanır mısın der yaşlı adam şöyle döner adamın yüzüne bir bakar biraz duraklar bu arada adam yine kendi kendine konuşur bu adamda tanımadı hal busu ki Aziz Mahmut Hüdai beni herkes tanır demişti tanıyan kimse çıkmadı en iyisi ben geri döneyim diye içinde geçirir bir an durur yaşlı adama bakar yaşlı adam derki evlat Aziz Mahmut HÜ dayı asırlar olmuş öleli az ileride bir cami var orası vakfı kendisinin orada kabri var o mübarek bir zat senin kabrini ziyaret etmeni istemiş der yabancı adam şaşırır nasıl olur çok olmadı ben Kıbrıs harbinde düşman mevzi sine düşmüştüm beni kurtardı ben İstanbul Üsküdar’da kalıyorum gelirsen kime sorsan gösterirler demişti bende geldim sordum çok kimse tanımadı ben geri dönecektim sen karşıma çıktın sordum sende bana asırlar oldu öleli diyorsun kabrine git diyorsun der nasıl olur bu doğrudur evlat der.
Bunun üzerine yabancı adam amcaya teşekkür eder ileriye doğru adımlar ileride bir cami var oraya varır kapısında Mahmut Hüdai cami ve vakfı yazar içeri girer bakar ki orda bir türbe var adam anlar döner şadırvana bir abdest alır namaz kılar Aziz Mahmut Hüdai hazretlerine dua eder ve der ki Allah’ım sana şükürler olsun demek ki Kıbrıs harbinde beni düşman elinden kurtaran veliyullahmış orada onlarda savaşmış der benim kabrini ziyaret etmemi istemiş ben bilemedim der iki rekât şükür namazı kılar ve o gün orada misafir olur sabaha kadar dua eder namaz kılar sabahleyin de tekrar memleketine dönmek üzere yola çıkar Allah bu güzel insanlardan razı olsun ülkemiz boş değil yeter ki bizler bilelim birlik olalım.
Halk Şairi Yazar Tahir GÖRENLİ.30.01.2021
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.