- 335 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PASLANMAZ BİR YÜREK
Bir şiirin değerlendirilmesi, her zaman beni ürküten bir olaydır. İsterim ki, alışılmış yöntemlerin dışına çıkayım, deneyimsel gereçlerden sıyrılarak anlatayım bir şiiri. Böyle yapınca, o şiiri daha iyi anlamış olurum gibime gelir.
Bence, her sanat yapıtı, belli bir estetiği kullanmadıkça, hiç olmazsa estetik bir kaygı taşımadıkça, onun özünden, söz etmenin anlamı yoktur. Körlerin sağırların birbirini ağırlaması gibi olur öyle eleştiriler. Estetik bilinçteki gelişmelerin, değişmelerin toplumsal ve tarihsel kökleri, nedenleri, sanat ürünündeki toplumsal yenileşmelerin , araştırılmasıyla bulunabilir. Anadolu Alevileri, becerikli ve bilge insanların hangi ocaktan olduklarını sorarak söyleşinin kapısını açarlar. Ben de iyi şairin toplumcu ocaktan olup olmadığına bakarım. Bu, toplumcu olmayan iyi şairin hakkını vermem anlamına gelmez. Ne ki, benim şairim değildir öylesi.
Şair her şeyden önce, kendisini yaşadığı ortamın bir bütünleyicisi görmemeli. Bunu başarabilmek için, hiç bir baskıya kulak asmadan, özgür olmalı. Can Yücel, kendisini yaşadığımız ortamın bütünleyicisi olmaktan kurtarmış, inancının ortamıyla bütünleştirmiş, sözcüklerini seçmede özgür kılmıştır. Bu yüzden günümüzün büyük şiirini yazmıştır.
Bu büyük şiirin yanında, bir de toplumsal duyarlığımızın ürünü olan , insanlarımızı ’’paslanmaz bir yürekle’’ seven sıcak şiirimiz var. Yakınlarda kaybettiğimiz Sennur Sezer’in şiirinden söz etmek istediğimi anlamışsınızdır. Onun ’’Sesimi Arıyorum’’ kitabında kendi yapısında gelişen o sıcak şiiri yaşadım. Şiir için gerekli gerçek coşkuyla dolu bir şiir demeti Sesimi Arıyorum. En güzel yanı da, şairin, yüreğindeki coşkuyu, genç kuşaklara taşımak istemesi,
’’Hey!
Bir sabahın üç kapısı var göğe,
Biri umut
Al umudu
Ver çocuğa büyütsün
Büyütsün de yürütsün’’
Kağızman türküsüyle Anadolu ninnisinden örülmüş bir duyarlılkla, coşkusuna yiğitliği de katıyor.
’’Heheyde hey !
Bir sabahın üç kapısı var göğe,
Biri korku
Çal yere’’
Yolunu da gösteriyor korkuyu yere çalmanın:
’’Emek senin umut senin
Korku ne?
Yeter ki ellerin ellere kavuşsun’’
Örgütlenmeden söz ettiği açık. Amaç toplumumuzun örgütlenmede bir eksiği var. Örgütlenelim derken tekleşiyoruz. Tarihsel görgümüz bu.
Bu görgüyü nasıl değiştireceğiz?
Sennur Sezer’in şiirinde, her sözcüğünün sorumluluğunu yüklenen bir şairin kararlığı var. Kendiliğinden bir coşkuya sahip olduğunu biliyorum. Ama Sennur Sezer, bu kendiliğinden coşkuyu, tarih bilincine sahip olduğundan , umutsuzlukla ve geçmişi suçlama basitliğiyle birleştirmiyor. İnsanı kuşatan, tarihsel değişimi sağlayan her olguya saygı duyuyor,
’’Ekmek, tuz, kitap ve şekere saygı
Saygı halkın gücüne ve hünerine
Önce ekmeğe saygım:
Dökülen tere, değirmene
Unu kepekten ayıran eleğin aklına
Mayanın unu çoğaltan gücüne
Önce ekmeğe saygım
Emeğe’’
Burjuva, şiire karşıdır. Çünkü, emek ve üretim ilişkilerine yönelen şiir, Hegel’in sanat için ilk koşul olarak saydığı kahramanlara yol verebilir. Şiir, başkaldırının birikimine dayanıyor. Bu yüzden, şiirin ülkeleri, gelişmiş ülkeler olmuyor.
Filistin şiirinin, Latin Amerika şiirinin gücü, toplumsal kavganın içinde olmalarından geliyor. Sennur Sezer de geri kalmış bir toplumun şairi olarak sevdasıyla öğretisini birleştiriyor:
’’Eve dönememenden korkmak
Uyanamamaktan daha doğal
Daha sık hastalanmaktan
Tutuklanmak güdüsü
Güzel günlere inanmak suçuna uğramak.’’
’’Güzel günlere inanmak suçu’’ gibi toplum bilimsel bir imgeyi, ancak, demokratik haklar savaşımı veren bir toplumun ana ve sevgili olan şairi yakalayabilir. Ve böylesi bilinçleşmiş insanların tek silahları da yaşamaktır. Tevfik Fikret’in borç saydığını, Sennur Sezer, silah olarak alıyor:
’’Bir sevgi şiirine başlamalıyım
Silah arkadaşım benim
Silahı halka güvenmek
Silahı yaşamak olan.’’
Paslanmaz bir yüreğin şiiri Sesimi Arıyorum. Kuşatıcı bir hüzne sarılmış mavi gibi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.