- 497 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Maziden Hatırladıklarım
Çocukluk insan hayatının en kısa en renkli dönemini kapsıyor. Hayal dünyasının kapıları ardına kadar açık. İster prenses olursun ister doktor ister öğretmen. ister kovboy olursun hatta kızıl dereli olmaman için bir engel yok. Sadece kafana takacak bir tüy bulma yeterli. Bu bir kuş teleği, horoz veya tavuk tüyü olabilir. Ben çocukluğumda bu tür oyunları çok oynadım. Kovboyculuk da oynadım. Jack de oldum John da oldum kızıl dereli Doğanay olmuşluğum bile var. Bizim kümesin horozu Hüsnü kara kara düşünmeye başlayınca kurban edilmesine karar verildi. Ben ilk defa bir canlının hayatına son verilecek olmasına tepki vermedim. Çünkü Hüsnü’nün en renkli tüylerine göz dikmiştim. Canlıyken o tüylere sahip olabileceğim konusunda kafa patlatırken şimdi o tüm canlı renkli kuyruk tüyleri benimdi. Üstelik arkadaşlarıma bile yeterdi. Yakışıklı Denizli Horozu rahmetli Hüsnü’nün mirası olan tüylerle uzun zaman oynamıştık. Arkadaşlarım ki çoğu erkekti. Çünkü kızlar bebekleriyle evcilik oynuyorlardı. Ben bebek oynamayı sevmiyordum. Bahçemizdeki ağaçlara çıkıp sallanarak esneklik araştırması yapmıştık. Ayvada karar kılmıştık fakat bu oğlanlardan birinin kolunun üzerine düşmesiyle son buldu. Kol ya incinmişti ya kırılmıştı tam hatırlamıyorum. Kovboyculuk oynamak için hazırlanmak gerekiyordu. Kim kovboy olacak kim kızıl dereli olmak istiyor?. O zamanlar evde Televizyonlar yoktu. Senaryolar tamamen çocuk hayal dünyalarında yarattıkları tiplemelerden ibaretti. Oklar yaylar kendi el emeğimiz olurdu. Koşma kaçma düşme sonu dizlerimden yara bere eksik olmazdı. Daha sonraki yıllarda kızlarla arkadaşlık etmeye başladım. Okulculuk oynarken birimiz öğretmen diğerleri talebe olurdu. Birimiz de doktor olur okula giderek sınıflara girip çocuklara aşı yapardı. Benim birinci tercihim doktor olmaktı. Bazen öğretmen de olurdum. Benim akranım olan amca kızım her zaman bankada memur olmak isterdi. Kaderin cilvesi mi diyelim gerçekten çok istemesine mi bağlayalım hayatına memur olarak devam etti. Bizim çocukluğumuzda ne çok oyun vardı. Kapının önünde oynama izni aldık mı yavaş yavaş toplanır sonra oyunlara başlardık. İstop, yakan top, uzun eşek, seksek, yakalamaca, körebe, ortada sıçan, yağ satarım, saklambaç, ortada kuyu var yandan geç, kutu kutu pense vs. vs. Çok renkli ve güzel bir çocukluk dönemi yaşadığıma inanıyorum. İstanbul yeşildi, kapımızın önünde oynayacağımız sakin sokaklarımız, bahçelerinde oynamamıza izin veren komşu teyzelerimiz vardı. Bazen oyuna ara verdiğimiz zaman komşu teyzeler bize el yapımı limonata ya da poğaça gibi ikramlar yapardı. Bazı komşu teyzeler de çocukları şımartıyorsunuz mahallede çocuk gürültüsünden durulmuyor derdi. Sesleri duyan annem beni hemen eve çağırırdı o zaman da kitaplarıma dönerdim. Tam bir kitap kurduydum her fırsatta okurdum. Şimdi geri gelmesi mümkün olmayan o günleri o kadar özlüyorum ki. Şimdiki çocuklar apartmanlarda, sitelerde, bloklarda sınırlı çerçevelerle belirtilmiş hayatlar yaşıyorlar. Özgür hayat yaşamadıkları için özgür ruhlara sahip değiller. Hayal dünyaları da kısıtlı sokakta koşuşturma imkanları yok. Ağaçtan meyve koparmamışlar dışarıda, sokakta oynama şansına kimi sahip kim sahip değil. Abarttığımı sanmıyorum ama 4-5 yaşında okula başlayanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Ben de hayatın karmaşası içinde vakit bulduğum zamanlarda çocukluğumu hatırlayıp rahatlıyorum. Bana göre çocuk, çocukluğunu doya doya yaşamalı. Oyun çocuğun hayal dünyasını genişletiyor. Hayal dünyası da çocuğun ufkunu açıp dünyasını genişletiyor. Şair ne demiş;
’’Yürü enginlerin bittiği son hadde kadar
İnsan dünyada hayal ettiği kadar yaşar’’