- 760 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MUAZ’IN DİBACESİ DERGİCİLİĞİN İNSANİCESİ
Bazen bir harfi eksik gibi görünen kelimeler, tam ve eksiksiz görünenlerden daha anlamlı gelir bana. Aynen “Muaz Ergü” isminde olduğu gibi. Sanki “Ergü” soyadı, Ergül veya Ergün yazılacakken kazara bir harf hatası yapılmış, Ergü şeklinde kayda geçirilmiş izlenimi verir. İyi ki de böyle yazılmış derim sonra. Zira Ergü soy ismi, Muaz ismiyle bir araya geldiğinde, benim iç dünyamda öteden beri hep bir derinlik hissi uyandırmıştır.
Yaklaşık on yıldır duyar veya görürüm Muaz Ergü ismini. İlk defa ‘Dünyabizim’de beraber yazı yazarken karşılaşmış, ilgiyle okumuştum bu ismin yazılarını. Arada bir yaptığımız telefon görüşmeleri sayesinde iki yıldan beri biraz daha yakından tanışıyoruz onunla. Ama bizatihi hiç görüşmedim Muaz Ergü ile ben. Daha birbirimizin elini dahi sıkmış değiliz. Bir kafede veya müreffeh gölgeli bir dut ağacının altında oturup birer bardak çay içmek de kısmet olmadı onunla. Fakat son telefon teknolojileri ses ve görüntüyle birlikte ruhları da mı birbirine ulaştırıyor ne, zaman zaman yaptığımız görüşmeler sayesinde, Muaz kardeşimle yakınlığımızın dostluk kıratına ulaştığını söyleyebilirim.
Bir öğretmendir Muaz Ergü… Aynı zamanda çalışkan, gayretli bir yazar ve yayıncıdır… Dahası, edebiyat dünyamızın dur durak bilmeyen çilekeş sevdalısıdır o… Her paragrafı insanın içini köz gibi yakan eserinin başlığında olduğu gibi; “Bir Büyük Rüyanın Çocuklarıydık Biz” der ve yürür… Gün geçtikçe okuyucu ve yazar kadrosu büyüyen, ünü ülkemizin sınırlarını aşan, deyim yerinde ise bir insanlık fenomeni hâline gelen Dibace Dergisi’nin hem kurucusu ve koordinatörü, hem idarecisi ve redaktörüdür… Bütün bu özelliklerinin yanında, daha çok kenarda durmayı tercih eden bir fikir ve edebiyat cengâveridir Muaz. Şöhreti ve ortalıkta dolanmayı pek sevmez. Cisimce uzaklarda olsa da, gönlünce hep yakınlardadır o. Bu nedenle Tarsus’un bir köyünde öğretmen olmayı, resmî görevinin en güzeli saymıştır Muaz Ergü. Tek arzusu, içerisinde oturduğu Tarsus’u memleketin dört bir yanına ışık saçan bir edebiyat fanusu yapmaya çalışmaktır Muaz’ın… Bundan böyle en yorgun zamanlarında dahi, on altılık gençlere taş çıkartacak kadar ruhu diri bir mefkûre muharriridir o.
1976 yılında Adana’da doğmuştur Muaz Ergü. Orta ve lise öğrenimini Ankara Merkez İmam Hatip Lisesi’nde, yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tamamlamıştır. Yaptığı iş itibariyle vücudunun, tevazuu ve olgunluğu itibariyle yaşının fevkinde bir kişiliktir Muaz dostumuz. Bendenizden on iki yaş daha genç olduğundan mıdır bilmem, onun hemen her resmi, sanki bana Meşrutiyet Dönemi Edebiyatçılarının delikanlılık günlerini çağrıştıran gizemli birer vesika gibi görünür. Gün olur Süleyman Nazif’in, gün olur Abdülhak Hamit’in gençlik günlerini görür gibi olurum onun derunilik gizi sinmiş simasına baktıkça. Bazen de Tanzimat Dönemi’nin münevver resimleri gelir gözlerimin önüne; “Ah keşke üzerinde kravatlı beyaz bir gömlek, kumaş bir yelek, hafif kırçıl siyahımsı bir ceketle birlikte bir de zincirleri sallanan köstekli bir saat olsaydı! İşte o zaman tam kırklı yaşlarını yaşayan bir Muallim Naci portresi ile karşılaşmış olurdum…” derim kendi kendime.
Yazdıklarıyla yaşadıkları birbiriyle çelişmez Muaz’ın. O, her şeyden önce iyi bir insan olma çabası içerisindedir. İnsaniliği tüm insanlığı, düşünceleri bütün dünyayı kucaklamak arzusundadır onun. Nasıl ki Viktor Hugo’nun yazdıklarında hemen her dünya çocuğu kendisinden bir parça bulur, Muaz’ın Dibacesi’nde de; sanki siyahlar beyazlar, dikeyler yataylar, sağdakiler soldakiler insanlık çizgisinde hep birbiriyle buluşur. Her bakan kendisini görür Dibace’nin ekranında. Hemen her fikrin ve düşüncenin gümüş sırlı aynasıdır bu elektronik sayfa. Dahası herhangi bir ayrımcılık veya “bizim adam” psikozu yoktur Dibace’nin lügatinde. Bundan böyle “Muaz’ın Dibacesi, dergiciliğin insanicesi”dir. Her tondan ve fikirden düşünür ve yazar, yazı gönderir bu elektronik kültür-sanat, düşünce ve edebiyat portalına. Hiçbir renk, çeşitlilik ve farklılık, Dibace net’teki kadar birbiriyle uyumlu değildir sanki. İstediğiniz kadar yazılan ve yayınlanan bir yazıdan farklı düşünün, özgürlük ve iyi niyetin dışında hiçbir şey hissetmezsiniz sanki bu dergiyi okurken. Nerede olduğu bilinmeyen, ama hemen her okuyucunun içten içe ruhunu çeken kutupları değişik bir mıknatıs saklıdır sanki Dibace’nin bir yerlerinde. Kısacası doğudan batıya, kuzeyden güneye, Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Kırım’dan Kerkük’e uzanan bir hinterlandın içerisinde nefes alıp veren nice yazar, şair veya okuyucunun mezhep ve meşrep ötesi bir edebiyat ve fikir fuarıdır Dibace.
Araştırma ve yazma tutkusuna sahip nice kalem erbabı, öykülerini, denemelerini, makalelerini, anılarını ve araştırma yazılarını yayınlama imkânı bulur Dibace net’te. Arif Bilgin Hocamız “Ne Sohbetler Yapılırdı Erişte İle Tutmaç Kesilirken” başlıklı yazısıyla, bir zamanlar tanık olduğu bir yaşamdan nostaljik güzellikler aktarır günümüze. Alaattin Diker abimiz kâh Almanya anılarından bir demet sunar, kâh “Maks Veber’in 100. Ölüm Yıldönümü”nü hatırlatır bize. Aliye Dadaşova “Bir Zamanlar Anadolu’da” filminin perde gerisini aralarken, Güngör Gökdağ “Geri Kalmışlık ve Terör Müslüman Ülkelerin Kaderi mi?” sorusu üzerinde kafa yormaya çalışır. Gürgün Karaman “Dostun Gül Cemali Cennettir Bana” derken, Mustafa Everdi üstadımız “Batı’nın Ahlakını Anlamak” başlığı ile orijinal bakış açıları ortaya koyar. Orhan Aras “Din, Özgürlük ve Siyaset”le ilgili görüş ve düşüncelerini okuyucularıyla paylaşırken, İsa Kocakaplan “Yahya Kemal ve Millî Mücadele” yazısıyla bir vefa selamı gönderir büyük şaire. Hasan Boynukara Hocamız “Dijital Çağda Öğretmen Olmak” konusunu gündeme getirirken, Nilgün Çelebi “Sosyolojik Açıdan Cumhuriyet”i tahlil eder. Gönül Yonar “Üç Aylar Festivali” ile ilgili bir yazı kaleme alırken, Yümni Sezen ilmî ve felsefi birikimiyle çok güzel bir “Deizm Masalı” anlatır.
Her geçen gün yazar kadrosu genişleyen Dibace’de kimler yok ki… A. Yılmaz Soyyer, Abdulvahap Kara, Abdulvahap Sert, Abuzer Dişkaya, Adem Özkan, Adnan İslamoğulları, Ahmet İnam, Ahmet Özcan, Ahmet Bayraktar, Aksu Akçaoğlu, Alaattin Diker, Alaattin Karaca, Aliye Çınar Köysüren, Aliye Dadaşova, Altay Ünaltay, Aqşin Yenisey, Arif Bilgin, Arife Gökçay, Asiye Türkan, Asya Sibel Köseni, Aygün Akyol, Ayşe Karaköse, Ayşe Doğu, Ayşe Fatma Yıldızhan, Aysel Özdemir, Aytekin Yılmaz, Azer Abdulla, Azer Turan, Bahar Ünlüsoy, Balkan Naci İslimyeli, Barış Aygener, Beyhan Özer, Beylü Dikeçligil, Bilal Kemikli, Burhan Kâzım Çalık, Cantürk Coşkun, Cavid Zeynallı, Celal Aydemir, Cemil Şahinöz, Cemil Kanca, Cemil Biçer, Cengiz Sözübek, Cengiz Abdullayev, Ceren Gülüm, Chao Tica, Çiğdem Erben, Cihan Kara, Deniz Baş, Dilek Bastaç, Dilek Açıkgöz, Elşad Paşasoy, Emel Topkaya, Emel Akbaş, Emine Bilge, Emre Bozkuş, Enes Akçay, Ercan Kesal, Erdal Çakır, Ergun Munduz, Ergür Altan, Esat Aslan, Esra Yılmaz, Ezeli Bozgun, Ezgi Akgül, Fadıl Karlıdağ, Fahrettin Dağlı, Fahri Çakı, Ferami Yıldırım, Feridun Eser, Fuat Oskay, Gökçen Demiray, Gönül Keskin, Gönül Yonar, Gülay Ünsal Bulduk, Gülşen Ünüvar, Gülsüm Çıngı, Güngör Gökdağ, Gürgün Karaman, Güven Akıncı, Halil Gülel, Halil Kırık, Halil Dalman, Halis Açıkgöz, Halit Çelikbudak, Hamdi Tayfur, Hamza Parıltı, Hasan Aktaş, Hasan Aydın, Hasan Boynukara, Hasan Kayıhan, Hasan Sarı, Hasip Saygılı, Hüseyin Kerim Ece, Hüzeyme Yeşim Koçak, İbrahim Can, İhsan Kurt, İlber Şiyak, İrfan Paksoy, İsa Kocakaplan, İsâ Acat, İsmail Kun, İsmail Küçükkılınç, Kaan Bahadır, Kartal Yolcu, Kerim Alptekin, Leyla İpekçi, Lütfi Bergen, Lütfiyye Asgerzade, M. Ali Abakay, M. Kürşat Atalar, M. Sadi Nakiboğlu, Mehmet Haldun Sönmezer, Mehdi Genceli, Mehlika Karadeniz Bilgin, Mehmet Binboğa, Mehmet Aslan, Mehmet Emin Durmuş, Mehmet Toygar Özdemir, Melek Maksudoğlu, Meltem Çimen, Meryem Çağıl, Merziyye Necefova, Mesut Şen, Mesut Özünlü, Metin Kazan, Mevlüt Uyanık, Mevlüt Âsar, Mine Poyraz, Mirmehdi Ağaoğlu, Muaz Ergü, Müjdat Uluçam, Münevver Saral, Murat Alan, Murathan Çarboğa, Musa Bağraç, Mustafa Erim, Mustafa Everdi, Mustafa Keloğlu, Mustafa Sarı, Nazlı Akdağ, Necati İlmen, Nejla Şen, Nesrin Karaca, Nida Öz, Nihat Karademir, Nilgün Çelebi, Nilüfer Aktaş Zontul, Numan Koçak, Nurane Nur, Nusret Kantarcı Fisher, Orhan Aras, Osman Alakel, Osman Aydoğan, Özer Bilgiç, Özlem Narin Yılmaz, Öznur Eren Kanarya, Pembe Okuyucu, Peren Birsaygılı Mut, Rahmi Kızıltoprak, Rahmi Şeyhoğlu, Ramiz Abutalibov, Recep Mervan Toksoy, Rengigül Ural, Reşit Güngör Kalkan, Ruşen Alizade, Rüştü Kam, Sabriye Cemboluk, Sacit Türker, Sadık Yemni, Şahika Can Akın, Sebuhi Hesenov, Seçil Sayın Kutluca, Selda Şahin, Sema Kaloğlu, Servet Kızılay, Sevil Köse, Seyit Ahmet Sılay, Seyit Gezer, Seyyid Emin, Sinan Culuk, Sinan Terzi, Süheyla Karaca Hanönü, Suna Kızılırmak, Tanel Demirel, Tarık Torun, Tolga Daver, Tuğba Çiçekyurt, Tuğba Günal, Tuğşad Ata Türkmen, Tuncer Namlı, Uğur Pehlivanoğlu, Ülkü Olcay, Vedat Kahyalar, Vehbi Başer, Veyis Güngör, Veysel Karataş, Vildan Yıldız Kraemer, Yahya Kemal Taştan, Yasemen Kaplan, Yasemin Aydın, Yasemin Kapusuz, Yasin Şafak, Yeliz Dilara Koçak, Yücel Feyzioğlu, Yümni Sezen, Yunus Gürbüz, Yusuf Yavuz, Yusuf Babür, Zafer Çarboğa, Zarema Memetova, Zehra Arslan, Zeki Önsöz, Zeki Özcan, Zeynep Karaca, Zeynep Özdemir, Zeynep Arslan, Zeynep Yalçın Sati, Zuhal Yılmaz.
Böylesi yükü ağır, muhtevası dolu bir dergiyi Muaz Ergü yönetiyor ta Tarsus’tan. Bir telefon görüşmemiz sırasında bütün bunları tek başına mı yapıyorsun dediğimde, sayfa düzeni ve sitenin teknik hazırlığıyla ilgili işlerde Orhan Baş isimli bir arkadaşının yardımcı olduğunu, fikirleriyle destek verdiğini ve sitenin yedeklenmesinden yayın aşamasına kadar birlikte çalıştıklarını söylemişti bana... Uzun lafın kısası, her şeyin çıkara endekslendiği, paranın, makam ve maslahatın tek değer ölçüsü hâline geldiği günümüzde, Muaz misali edebiyata, söze ve yazıya değer verenlerin sayısı günden güne azalıyor. Bundan böyle az sayıdaki insanın dışında hemen herkes cebini doldurmanın derdinde. Ama Muaz’ın derdi başka... Dil, lügat, deyiş, söz, kelam, menkıbe, ruh… İnsanlık ruhu… Aynen yola çıkarken, Dibace’nin amacına dair “Hakkımızda” yazısını kaleme alırken ifade ettiği gibi: Ruhu yağmalanmış, gizemden, efsundan arındırılmış bir dünyada menkıbesini yitirmiş bir insanlık… Evet, her bir şeyin metalaştırılmasına inat biz eşyanın ruhuna inanıyoruz. Meselemize, menkıbemize… Sözün düşüşüne rağmen sözün yüceliğine inanıyoruz… Mevla yâr ve yardımcısı olsun. Sağlık, kolaylık, esenlik dilek ve dualarımla.
Mesut ÖZÜNLÜ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.